‘’El olduk efendim,
velhasıl ziyan olduk ziyadesiyle…’’
Turgut Uyar
‘’Sen yaşadıklarını unutmuş olabilirsin ama ben unutmadım!
Sensiz geçen üç ayı unutmadım! Seni kaybetme korkusunu unutmadım!’’ Diyerek,
Dilan’a nasıl bir savaşın içinden çıktığını yeniden hatırlatmak isteyen Baran’a,
Dilan’dan gelebilecek en ağır cevap geldi bu hafta:
‘’Elinde histen başka ne var?’’
Bana her şeyi
anlat... Anlarım... Karşında ben varım... Esas olan sensin... Senin
için her şeyi yaparım... Yeter ki sen mutlu ol... Diyen Baran'a karşı hep bir
şeyler saklayan Dilan; bu hafta kocasını iki defa vuran, kendisini kaçırıp
zincirleyen, fiziksel ve psikolojik şiddet uygulayan, uçurumun kenarında
kafasına silah dayayan sözde annesinin sözünü dinleyip kocasından tüm
gerçekleri saklamaya karar verdi. Yetmedi kendi bildiği gerçeklere karşın,
hislerinden başka elinde ne var diyerek sen benim tek ailemsin dediği adama
tepki gösterdi. Hâlbuki Baran’ın elinde değil kalbindeydi hissi.

Baran, öz amcasına kurşun sıktı; Dilan
için. Baran, evlatlık olduğunu öğrenmesine rağmen kan davasına nokta koydu;
Dilan için. Baran kız istemeye annesinin katilinin ayağına gitti; Dilan
için. Baran, mutfağa girip Sabiha'ya çorba yaptı; Dilan için. Baran, Dilan'ın
yaptığı, söylediği onca şeye rağmen onun sevgisinden bir an bile şüphe etmedi…
Dilan! Dilan! Dilan! Bu hafta Dilan’a olan kırgınlıklarımı saymaya kalksam
satırlar yetmez maalesef. İşin kötü tarafı ne biliyor musunuz? Ben bu hafta,
ilk kez eski Dilan bunu söylemezdi, bunu yapmazdı dedim kendi kendime. Ve kendi
içimde onu aklamaya çalıştım defalarca. Her konuda akladım ve fakat bu cümle
bana çok ağır geldi. Dilan, Baran’ın
varlığına rağmen bu hengâmenin içinde kendi benliğini kaybetti. Sarf ettiği cümlenin
ve bu hafta sergilediği tutarsız davranışlarının başka açıklaması yok bende. Dilan saf, iyi niyetli, naif bir karakter bunu
kabul ederim ve fakat bir insanın yaşadıkları karakterini evirebilir. Bu kız
yaşadıklarından hiç mi ders almadı? Akla mantığa sığıyorsa söyleyin bana.
Dilan maalesef Baran'ın
kendisine olan zaafına oynadı... Dilan, bu sefer Baran'ın merhametini gerçekten
kullandı… Dilan bir kez daha, yaranı deştiğim aklımın ucundan bile geçmedi
diyen Baran'ın yaralarının ne denli deşildiğinin farkına bile varmadı. Dilan,
yine yeniden Baran'ı çocukluğundan, annesizliğinden ve anne sevgisinden kırdı. Dilan,
sana acı vermek bu hayatta isteyeceğim en son şey diyen Baran'a en çok acıyı
veren Sabiha ile birlikte yalan söyledi ve bunu bir marifetmiş gibi güzelledi.
Annesine koşarak “Baran senin Esra Yılmaz olduğunu öğrenebilir. Pasaportu
gördü.” Dedi, Dilan.
Bu ne demek biliyor musunuz?
Baran sen bizdeyken evine gizli gizli
birini sokup yatak odandaki komodininde pasaportunu aldı demenin üstü kapalı
yolu. Bana kimse bunun masum bir davranış olduğunu asla kabul ettiremez.
Sabiha’nın onca tehdidine boyun eğip sıra annesinin hatırasına yaptığı kolyeyi
çalmaya gelince Baran’a ihanet edemeyeceğini anlayıp bu eylemi
gerçekleştiremeyen Dilan, bu sefer evim dediği adamı düşmanı bildiği kadına
sattı... Bir insanın yaşadıkları onu bu kadar kör etmiyorsa şayet benim
tanıdığım Dilan bu değildi. Tolere edilen şey kötülük olduğunda, hoşgörü bir
suçtur demiş Thomas Mann… Baran’ın da dediği gibi, keşke Dilan herkesten çok
sana güveniyorum dediği adamdan korkmayacak kadar ona güvenebilseydi. Hâlbuki
Derya olayı ona ışık tutmuş olması gerekirdi. Baran’ın canından can alan kadını
polise teslim etmekten başka bir şey yapmıştı. Baran katil değildi.
Yapabileceği en fala ne olabilirdi ki? Öfkesinden korkulacak hiçbir şey
yapmamıştı bu zamana kadar. Çok fazla keşkem var; hem Dilan’a karşı hem Baran’a
karşı… Ama her şeye rağmen Baran’ı Dilan’a olan sabrından ve sevgisinden;
Dilan’ı içinde kaybolduğu korkularından sarıp sarmalıyorum…

Sabır ve katlanma arasında ince bir
çizgi vardır: İnsan sevmediklerine katlanır, sabırsa aşktandır. Ben Baran'ın
Dilan söz konusu olunca bu kadar anlayışlı olmasını ve ona bu denli sabır
göstermesini sonsuz anlıyorum. Çünkü yüreğinin bir parçası artık Dilan. Ne
yaparsa yapsın ona anlık tepki göstermekten ileriye gidemiyor. Sonra yeniden
sarıp sarmalıyor sevdiği kadını. Dilan'ın en başından bu yana o konakta
yaşadığı onca kötülükten sonra onu sonsuz sevgi ve sabırla karşılamasından daha
normali olmasa gerek. Evet, sıradan bir ilişkileri olsaydı, Dilan'ın sürekli
Baran'ın arkasından iş çevirmeleri çoktan evliliklerini çatırdama noktasına
getirmişti. Ve fakat Dilan ve Baran normal bir çift değildi. Yaşadıkları onlara
birbirlerine karşı sabır gösterme sorumluluğu yüklemek zorunda kaldı. Dilan o
konakta başına gelen onca şeyden sonra Karabeyleri aile olarak benimsemişse
şayet Baran da Dilan'a anlayış göstermek zorunda. En azından ona bu anlayışı
borçlu.

Ben kısa bir paragraf
olarak Baran ve Dilan’ın bisiklet binme sahnesine değinmek istiyorum:
Mavi bisikleti Baran,
hayalini kurup almak için direttiği gün annesini kaybettiği ve bu kadar çok
istediği için kendini suçladığı bir yara olarak anlatmıştı daha önce Dilan’a.
Bu yarasını sevdiği kadınla sarmasını çok sevdim. Kaldığı yerden Dilan’la devam
edip yeniden çocuk olmasını hayranlıkla izledim. Ve fakat bir eksikle. Mavi
bisiklet, Baran’ın annesinin kaybına yönelik bir travmaydı benim için ve o
sahnede bu konunun konuşularak aşılmasını bekledim. Hiç olmamış gibi
geçiştirilmesini sevmedim. Ayrıca bisiklet sürerken de takım giyilmez yani!
Sanki Baran hiç spor giyinmiyormuş gibi.
"Her insan iyi olmayabilir; ama her insanda bir
iyilik mutlaka vardır. Kimseyi kabaca yargılamayın; çünkü her azizin bir
geçmişi, her günahkârın bir geleceği vardır."
- Oscar Wilde
Gerçekler ortaya çıktığına göre Dilan gibi geçmişe sünger
çekip Sabiha’nın yaptıklarını unutma vakti de gelmiştir o zaman. Her insan
ikinci bir şansı hak eder ve hiç kimse doğarken kötü doğmamıştır. Ben, Sabiha’nın
Dilan’a yaşattıklarını asla affetmesem de Dilan’ı küçükken kaybetmesinden bu yana
yaşadığı zorlukları göz önünde bulundurarak onu anlayabiliyorum. Bu yüzden ben
onun annelik duygusuna sarılıp Dilan’a katacağı gücü bekliyorum. Her insanın
yanlış anlama, hata yapma ve affedilmeye hakkı vardır. Geçmişte kaybolmak
yerine yeni umutlarla geleceğe bakmak en sağlıklısı. Biz Sabiha Emiroğlu’nu
Cuma günkü bölümde öldürdük, gömdük ve üstüne toprak attık. İsteyen Fatiha’sını
okur isteyen de belasını... Şimdi, hoş
geldin Dilan Karabey’in annesi Sabiha Emiroğlu ya da diğer bir isimle Esra
Yılmaz… Dilan’ın sana çok fazla ihtiyacı vardı…
Ben bu haftanın teşekkürünü Yağmur Yüksele gönderiyorum. Sabiha’nın
annesi olduğunu öğrendiği sahneden tutunda bunu mutlulukla herkese söyleyemeyişinin
onda bıraktığı o çaresizliği, arada kalmışlığı Dilan’a o kadar güzel yükledi
ki, için için gözlerinden süzülen her damla yaşı kendi ellerimle silmek en az
Baran kadar onu sarıp sarmalamak istedim. Dilan’ın ‘’İçimde anneme dair ne
varsa yıktın.’’ Dediği yerde kaldım. ‘’Benim annem öldü. Bırak öyle kalsın…’’
Dediği yerde de sarıldım Dilan’ın titreyen o çocuk sesine… Annesine dair
kurduğu tüm hayallerin yıkılışına ağladım bende onunla birlikte. Dilan’a
kattığın o naif ruh için binlerce teşekkür ederim Yağmur Yüksel. Dilan ile beraber
gülüp ama en çok da onunla beraber döktüğün her gözyaşı için binlerce teşekkür…
Ama kabul et bu hafta Dilan’a sende kızmışsındır.
KISA NOTLARIM
* Baran’ın gerçekleri öğrenme şeklini basit bulanlar var. Tabii ki hayaller
ve hayatlar diye bir şey var bu hayatta. Baran Dilan’ın kaçırıldığını birinden
duymadı. Video sayesinde kendi gözleriyle görmüş oldu. Üstü başı berbat bir
şekilde, canhıraş arabanın önüne atlayışını izledi. Sesindeki o korkuya şahit
oldu. Bence bundan daha iyisi olamazdı.
* Şirket sahibi, ünlü bir tasarımcı, herkesin önünde saygıdan, korkudan,
sevgisinden başını eğdiği bir aşiret ağası Baran Karabey ama söz konusu karısı
olduğunda mantığını devre dışı bırakan bir adam oldu. Sıradan bir âşık olsa bu
tutumu sonsuz anlarım ve fakat Baran Karabey sıradan bir insan değildi. ‘’Aşiret Ağası’’ Baran Karabey’i piste
bekliyorum artık.
* Korktuğunuzda sindirim aksar. Korku ve kaygı sindirimi bozar. Maşallah
Dilan yaşadığı onca korkuya, kaygıya rağmen çivi gibi ayakta. Kaygı, korku
Kader'i, Gül'ü hatta Sabiha'yı bile devirdi bir Dilan'a bir şey olmadı. Ahh
güçlü kızım benim.
* Baran’ın, Dilan'ı Azade'ye karşı savunmasını seviyorum. Ve fakat Dilan'ın
artık o konakta izin almadan bir şeyler yapabileceğine dair güvene ihtiyacı
var. Mutfakta misafirine çorba yapan Dilan için Baran’ın, Azade’ye ben izin
verdim demesi yerine, izin almasına gerek yok demesi daha makul olurdu.
* Baran iflas etti sanırım. Ya da tüm düşmanlarını buldu da haberimiz olmadı.
Keza konakta ne girişte ne de içerde bir tane koruma kalmamış. Ya da hepsi
hayalet. Arabalarımız da yok oldu. Karabeylere olan inancımı yitirmeye
başladım.
* Baran'ın sabah uyandığında saçları biraz dağınık olsa mı artık? Biraz
gerçekçi olalım. Hangi erkek sabah uyandığında saçları fönlenmiş olur? Hem biz
Baran'ı dağınık daha çok seviyoruz.
* Sabiha için bile mutfaktaki sahne, kurulan diyaloglar çok güzeldi. Dilan'ın
o kırgın ses tonu o kadar muazzamdı ki, çok sevdim.
Pazartesi günkü bölüm benim için Kan Çiçekleri’nin ikinci
miladıdır. Sabırsızlıkla bekliyorum. Yazan, yöneten, kamera arkası önü emeği
geçen herkesin yüreğine sağlık.
Sevgiyle kalın.