Karabeylerin ayaklı gazetesi Hasan Karabey’in, evlatlık
mevzusunu tüm konağa tellal ettikten sonra ceza makamı Azade Karabey’in,
Karabeylerin yüz karası Hasan Karabey’i Seyit’in üzerine salması hikâyede yine
yeniden bir devrin kapanıp bir devrin açılmasına sebep oldu. Seyit ve Hanife’yi
uğurlayıp ‘’anne’’ tamlaması ile Sabiha’yı,
Esra Yılmaz olarak yeniden hikâyeye dâhil ettik. Dilan’ın gerçek annesi ortaya
çıktığında Hanife karakterinin görevini tamamlayıp hikâyeden çıkacağından hiç
şüphem yoktu ancak Seyit’in gidişi beni şaşırtmadı değil. Ne yaşanırsa yaşansın
kendisi için iyi bir baba figürü olduğunu Dilan söylemişti zaten. Pazartesiyi
sabırsızlıkla beklemekle birlikte izlediğimiz bu haftaya genel olarak bir
değinmek istiyorum.
Zamanlar ayrı mekânlar
aynı…
Dilan’ın kendine yapılan onca şeye karşı gösterdiği sabrın
her şeye rağmen ailesinden biri zarar gördüğünde nasıl yitip gittiğini izledik bu
hafta. Ölen bir bebek değil de ailesinden her hangi biri de olsaydı aynı
tepkiyi vereceğinden hiç şüphem yok. Çünkü Dilan, sadece kendine hep sağır ve
dilsiz oldu. Kendisine haksızlık yapıldığını hissetmediği sürece. Evet, Dilan
bu hikâyede mağdur. Kan bağı olmadığı bir ailenin suçunu yüklenmiş ve birçok
kez ölümle burun buruna gelmiş. Ve fakat bunun Dilan için hiçbir zaman önemi
olmadı. Çünkü ne yaşanırsa yaşansın günahını yüklendiği o aile Dilan’ın 17
yıllık ailesiydi. Ve babası masum bir cana kıymıştı. Buna karşılık yapabileceği
bir savunma yoktu. Yerine göre sessiz kalmak onun yapabileceği en olası eylemdi,
her zaman.
Yuvasına sığınan minik
civciv…
Sabiha’nın her fırsatta Dilan’ın
karşısına çıkmasına, yaptığı onca şeye rağmen pişkin pişkin kendinde annelik
hakkı gütmesine bende çok fazla tepkiliyim ve fakat daha önce de dediğim gibi
olup bitmiş bir şey için dert yanmaktansa anın tadına varmayı tercih ederim.
Ben annesiyle el ele vermiş kendi mesleğini yapan güçlü bir Dilan izlemeyi
istiyorum. Gücünü Karabeylerden değil de annesinden alan bir Dilan eminim ki daha
izlenilir bir karakter olacaktır. Bu zamanın getireceği bir şey bunu da
biliyorum ama olacak, inanıyorum. Sabiha’nın gerçek kimliğini cesurca herkese
açıklamadığı sürece Dilan’ı savunmalarının benim için zerre bir önemi yoktur.
Baran’ın da dediği gibi yaptıklarına karşı rüştünü ispatlayacak, o üç ayın
hesabını verecek, kefaretini ödeyecek ondan sonra layığı ile Dilan’a anne
olacak. İşte tam da bu yüzden karşısındaki Azade bile olsa Dilan’ı savunmaya
kalkan Sabiha’ya, aile meselelerine karışmamasını söyleyen Dilan beni çok mutlu
oldu. Mevzu bahis Azade bile olsa ailesi olan oydu günün sonunda.

Gelelim haftayı en çok meşgul eden iş meselesine ve yeniden
Sabiha yüzünden karşı karşıya gelen Baran ve Dilan’a:
Herkesin aksine ben Dilan’ın, Sabiha’yı Baran’a
savunmasından ziyade, karını koruyamadın diyerek Baran’a diklenen Sabiha’ya
karşı orada sessiz kalmasına kızdım. Hem de çok… Her konuda onu anlar ve onunla
empati kurabilirim ama bu konuda asla! Keza zaten kendini düğün gecesinden bu
yana karısını koruyamadı diye suçlayan bir Baran var ortada. Yan karakterler ve
olaylar ana karakterlere hizmet eder her zaman. Baran ve Dilan’ın bazen tatlı
tatlı bazen de dozunda sert atışıp tartışmaları için bazı olayların olması
gerekir. Onları bu raddeye şuan için getirebilecek tek karakter Sabiha
maalesef. İş teklifi, iş için karşı karşıya gelmeleri için Dilan’ın bunu
savunması gerekirdi. Öyle de olmadı mı? Tatlı tatlı tartışıp akşam olduğunda
aynı yatakta karşılıklı birbirlerini anlayıp, sarılıp uyumadılar mı? Bu tarz
olaylara sizler çok ciddi tepkiler verirken onları birbirlerine daha da
bağlıyor. Karısının tek bir damla gözyaşına dayanamayan Baran Karabey, sen çok
başkasın…

Dilan’ın körü körüne Sabiha’yı Baran’a savunmasını kabul
etmesem bile onu anlayabiliyorum. Bir anda geçmişinin kocaman bir yalandan
ibaret olduğunu öğrenmiş… Buna alışmaya çalışırken öz babasının onu annesinden
ayırdığını öğrenmiş… Anne hayali kurarken annesinin öldüğü gerçeği ile
yüzleşmiş… Üstüne yeniden kan davasının dirilme olasılığı ile karşı karşıya
gelmiş… Bu kadar karmaşanın içinde doğru kararlar verememesi, yanlış şeyleri
savunması ve teklifi eden Sabiha bile olsa mesleğini yapabileceği gerçeğine
tutunması Dilan için normal bir eylem bence. Bu kız Hara’da onu kolundan tutup
sürükleyen, elini bir kere olsun tutmayan bir adamın kalbini görüp ona âşık olmuş;
onun korumak için kendini uçuruma bırakmış… Şimdi tüm bu saçmalamaların
ardından Dilan saf deyin; Dilan aptal deyin; hatta Dilan’ın kendisine saygısı
yok deyin ama Dilan sevmiyor demeyin. Yaşadıklarına haksızlık olur. ‘’En güçlü
silah sabır ve zamandır…’’ demiş Tolstoy; Bağırmak, çağırmak ya da hakkını
savunmak bir güç gösterisi değildir. Dilan’ı güçlü kılan zamana karşı bir savaş
haline getirdiği sabrıdır. Sabrı ona uçsuz bucaksız bir sevda, bir kardeş ve
bir baba verdi. Arttırıyorum sabrı Dilan’a Fırat’ı bile verdi. Gerisini siz düşünün…

Dilan’ın ‘’Öfkem çok büyük sanıyordum ama sevgim daha
büyükmüş.’’ Dediği yerdeyim. İnsan en çok sevdiklerine kırılmaz mı zaten?
Demirleri affetti diye yakınanlara sözüm; bazen can bağı kan bağından ağır
basar. Ne yaparlarsa yapsınlar Dilan’ın hayatta olan tek ailesiydi maalesef,
Hanife ve Seyit. Onları affetmeseydi yoluna asla devam edemezdi. Dilan
affetmeyi her zaman kendisi için seçti. Çünkü öfke ve kin insanın başkalarına
karşı değil kendisine karşı verdiği büyük bir savaştır. Kapılıp gittiğinde
içindeki tüm güzel duyguları öldürür. Özellikle de son bölümdeki tüm
sahnelerinde Dilan’ı devleştiren Yağmur Yüksel, yüreğine sağlık.
Ben bu haftanın paragrafını Fırat Karabey’e ayırmak
istiyorum:
Babasıyla gurur duymak yerine babasının yanında utancından
başını yerden kaldıramayan çocuklardan olmuş hep Fırat Karabey. Babası sırf onu
görsün diye onun gösterdiği tüm kötülüklerin peşinden gitmiş. Bir kere olsun
başını okşasın diye bile isteye kötü olmuş hep. Ta ki kalbine sevda düşüne
kadar... Sevgi insana her şey yaptırabilir, sevgisizlikte derler. Fırat’ı
sevgisizliğin içinde düştüğü o karanlık kuyudan Gül, sevdasıyla; Kudret baba, sevgisiyle; Cihan, kardeşliği ile
çıkardı. Şimdi sıra Baran’da… Bir dip not geçiyorum: Babasının bir bebeğin
canına sebep olmasına karşın bu kadar tepki gösteren Fırat Karabey amcasına ve
yengesine kurşun sıkanın babası oluğunu öğrendiğinde yapacaklarını az çok
tahmin edebiliyorum. Canım Fırat, ben seni kalbime koydum. Fırat’ı Fırat
yaptığın için teşekkür ederim Gökhan Gürdeyiş…
KISA NOTLARIM:
* İşlemediği
bir suç yüzünden kan davasından kaçan Seyit'in, Cevdet'e rağmen, Dilan'a
rağmen ve hatta Baran'a rağmen silah çekip kaybedecek bir şeyinin olmadığını
söylemesi ve yetmezmiş gibi Baran'a seni de vururum demesi kadar saçma bir şey
görmedim.
* Sabiha ve Hanife yüzleşmesi olmazsa olmaz bir
şeydi benim için ve yediği o okkalı tokatı, Sabiha’ya rağmen bir anne olarak
ondan yemesi içime soğuk sular serpti. Ne Sabiha’nın kendi kızı için masum bir
kadına yaşattıkları affedilir ne de Hanife’nin onlar için kendini feda eden
Dilan’ı bu hala bu derece bencilce suçlayışı affedilebilir.
* Ah Cevriye ah! Sen değil miydin ortalığı didik
didik edip Dilan’ın kim olduğunu ortaya çıkaran. Sen değil miydin Dilan
gerçekleri öğrensin diye ortalığı velveleye veren. Şimdi canından can gidince nasılda
arsız olabiliyorsun. Hanginiz Dilan ne hissediyor, ne yaşıyor diye
sorguladınız? Bir anne olarak yaşadığın acıyı anlayabilirim ve fakat Dilan’a
yaftaladığın hiçbir sözün affı yok bende.
* Hanife’nin hala ve hala Dilan’ı suçlaması… Bir
insan hiç mi hatalarından ders almaz. Yahu bu kızı beş yaşından beri sen
büyüttün! Hiç mi sevmedin sen, hiç mi kalbine işlemedi evlatlığı? Cevriye’ye
sarıldığın gibi bir kere Dilan’a sarıldın mı? Yemin ederim ben bu hikâyede
Hasan’ı bile anladım ve fakat bir Hanife’yi anlayamadım.
* Madalyonun Dilan’ın saçına takılıp gün yüzüne
çıkmasına takılanlar da var maalesef. Gözünüzde nasıl bir sahne canlandırdınız
bilmiyorum ama olabilecek en mantıklı sahneydi. Sabiha’nı göğsüne kafasını
gömmüştü Dilan’ı pek tabi saçı dolanmış olabilir.
* Azade maalesef Baran’ın tam olması gerektiği
yerden vurdu ve Hasan’ın konakta kalmasını sağladı. Kendince de haklıydı.
Beş bölümlük bir haftada en çok beğendiğim bölüm Cuma günkü
bölümdü. Baran’ı eski tadında seyretmek bana çok keyif verdi. Hele o Azade
Hanım nidası… Aralık ayı benim en yoğun olduğum dönemdir. Vakit ayırıp yorum
yazmaya devam edebilir miyim, bir fikrim yok açıkçası. Biraz ara verirsem kusuruma
bakmayın. Yazan, yöneten, emek veren
herkesin yüreğine sağlık.
Sevgiyle kalın.