Kimseye bahsetmediğin tüm sessiz savaşlardan sağ çıktığın için kendinle
gurur duy.
Ferdi Demir.
‘‘Bugünü sana ayırdım.’’ Demişti Baran Dilan’a, geçen
bölümlerin birinde; ‘’Nereye istersen oraya gidelim. Haritadan bir yer seçmen
yeter…’’ Dilan’ın yerinde bir başkası olsa, Paris derdi belki ya da akla
gelebilecek bir başka âşıklar ülkesi. Ve fakat Dilan, yine yeniden
karakterinden ödün vermeden kendi ülkesinin masalsı şehrini gezip görmeyi
tercih etti. Keza memleketim diye tasvir ettiği adamın doğup büyüdüğü toprakları,
onunla el ele gezmek birçok ülkeye değerdi onun için. Tek bir cümle yetti Baran
için ve uçup geldik âşıklar şehri Mardin’e…
Dokusu baz alınarak ‘’Gündüzü mezarlık, gecesi gerdanlık,
taş diyarlar şehri.’’ Diye anlatılır, Mardin. Ve fakat Dilan ve Baran el ele
gezdiği tüm Mardin sokaklarında çiçek gibi açıp gecelerine tutku katarak
kendilerine âşıklar şehri ilan etiler Mardin’i. Dinlendiler, nefes aldılar,
mutlu oldular ve en önemlisi bir kez daha yüzleştiler geçmiş zamanla. Aşkları
için ‘’Biz onu çiçeklerin arasından değil dikenlerin arasından topladık.’’ Dedi
Baran Dilan’a. Sonsuz haklıydı; tek bir eksikle: Dikenlerin arasından, kanaya
kanaya çiçekleri çıkarmak için en büyük çabayı Dilan sarf etti. Dilan zaten bir
çiçekti ve Baran kendi soldurduğu çiçeğin yeniden yeşermesi için sevmeyi,
koklamayı ve hissetmeyi öğrendi. Ama en güzel yerinden…
*Kusursuz bir tablo
gibiler*
Hayatta bazen değil, aslında mütemadiyen insanların
merhametli kalplere ve şifalı ellere ihtiyacı vardır. Karabey ailesinin de
ihtiyacı olan buydu. Dilan o konağa güneş gibi doğup Baran’ın tüm tabuları
yıkıp geçti. Merhameti ve şifalı elleri ile sevgi kattı tüm kalplere; Azade
Karabey dâhil. Bakmayın siz Dilan’ın kaçtığını düşünüp şuan ona cephe almasına.
Dilan bulunduktan sonra ona gösterdiği tutum, sevgi ve alaka ortada. Onun bile
kalbine sevgi katan Dilan Karabey ile gurur duymak ve bunu gözlerinin içine
baka baka dile getirmek de Baran Karabey’e yakışırdı. İkinizle de gurur
duyuyorum ve fakat en çok da Dilan’la; çünkü o, içine çekildiği tüm savaşlardan
sevgisi, sabrı ve merhameti ile yara bere içinde kalsa bile tek başına
çıkabildi. Hem de kalbinde masalsı bir aşk ile birlikte. Şimdi geriye dönüp
baktığında haykıramadığı tüm anlar için o tepede kimseden korkmadan, çekinmeden
‘’Seni seviyorum Baran Karabey!’’ Diye haykırabiliyorsa bu çilesini çektiği o
günlerin ona sunduğu armağandır. Baran’ın yüzündeki öfkeye ayna olmayı
başaramasaydı Baran o tepede onunla birlikte aşkını avazı çıktığı kadar
bağıramazdı.
Son üç bölüme yönelik genel olarak bir şeyler karalamak
istiyorum: Dilan ve Baran’ın Mardin gezisi onlar kadar bizi de o kadar mutlu
etti ki bir oh çektik adeta. Mardin sokaklarını talan ettik… Reyhani oynadık…
Tepede aşkımızı ilan edip geçmişle bir kez daha yüzleştik… Kaybettiğimiz o
tutkuya yeniden sahip olduk. Dilan’ın Baran’a daha çok yakın olmak isteyişi ve
fakat birlikteliğe henüz hazır olmayıp köşe bucak utanarak kaçışları; Baran’ın
bu durumu fak edip Dilan’ı sıkıştırması ve fakat asla onun hazır olmadığı bir
şeye yeltenmemesi çok muazzam inceliklerdi. Yağmur Yüksel, Baran’ı Dilan’ın
ayağına krem sürerken ki o utanıp kızarmasını bana o kadar şahane geçirdi ki
ağzım kulaklarımda kıkırdayarak izledim o sahneyi. Dilan’ı Dilan yapışına bir
kez daha minnettarım.
*Manzaradan daha güze
manzara.*
Her ne kadar bu geç kalmışlığı eleştirsem de en başından bu
yana savunduğum tek bir şey var o da her şeyin bir vakti olduğuydu. Düğünleri
taranıp yarım bırakılan bir çiftin kaldığı yerden devam etmesi için
gidilebilecek en şahane yoldur benim için Mardin. Yaşadıklarından sonra doğru
düzgün bir flört dönemi geçirmemiş Baran ve Dilan için bir tatil, birbirlerine
yakınlaşma adına atılmış en doğru karardı. Dilan’ın bu çekimser, utangaç tavrı
da bundan olsa gerekti. Zamanı geldiğinde tüm gardını indireceğinden asla
şüphem yoktu. Ben bu yolda onu asla zorlamayan, korktuğunu anladığında
korkularından sarılıp onu sakinleştiren Baran’a teşekkürü borç bilirim. Çok
başka seviyorsun Baran Karabey ve fakat sen gerçek değil bir kurgusun.
Özellikle de bakışları ve mimikleriyle Baran’ın sevgisini bize bu kadar şahane
yansıttığı için Barış Baktaş’a da kocaman sevgiler.
Bir dip not geçmek isterim: Barış ve Yağmur’un stüdyo
fotoğrafı geldiğinde düetlerinin bir sahnede arka fonda çalacağına kendimi öyle
hazırlamıştım ki karşılıklı birbirlerine söylemeleri ve özellikle bunu Baran’ın
başlatması beni hem çok şaşırttı hem çok mutlu eti. O kadar güzel bir iş
çıkarmışlar ki bir kez daha teşekkür ederim. Ve fakat!!! Çıplak sesle arkada
müzik olmadan şarkıyı söylemelerini tercih ederdim. Sahnenin büyüsü daha etkin
olabilirdi.
Genel notlarıma yer vermeden yazımı sonlandırmak istiyorum
keza bu hafta Baran ve Dilan haftasıydı bana göre. Büyüsü bozulmasın. Özellikle
de Mardin sahneleri için yazan, yöneten emeği geçen herkesin yüreğine sağlık.
Ne iyi geldi bir bilseniz…
Sevgiyle kalın.