Kan Çiçekleri: Herkes kalbimde bir yere sahipken senin ülken vardı

Kan Çiçekleri: Herkes kalbimde bir yere sahipken senin ülken vardı
Kavga edelim istiyorum...
Sonra tam ben arkamı dönüp gidecekken kolumdan sıkıca tutup çek kendine, sarıl bana. 
"Sen benimsin nereye gidiyorsun sen?" de... 
Susayım, özür dilercesine; bakayım gözlerine. 
Ama sen beni çoktan affetmiş ol...
Öyle bir sevdamız olsun ki kavgalarımız bile sevgi dolu olsun.
Öyle sevelim ki birbirimizi, herkes sevdanın anlamını bizde bulsun.
Nâzım Hikmet

 “Fırtınayı severken göz göze gelmiştik. İşte bu dedim. Sevebileceğim, konuşabileceğim, bol bol kavga edebileceğim biri…” dedi Baran, Dilan'a onu ilk gördüğü gün hissettiklerini anlatırken. Ne güzel bir şeydir bir insanın kavga ederken bile sevebileceği, kırarken bile nasıl özür dileyeceğinin hayalini kurduğu birine sahip olmak. Baran ve Dilan, o Hara’da yolları kesiştiği ilk günden bu güne kadar kendi doğru bildikleriyle karşı karşıya her geldiklerinde çok rahat kavga edip ardından ölçüp biçtiklerinde birbirlerinden özür dileyerek önlerine bakabilmişlerdi. Ve yine en başından bu yana kelimelere gerek duymadan gözleri ile konuşmayı kavramışlardı.

Yaşadığımız her zorluk dedi Baran, Dilan'ı göğsündeki yuvasına yerleştirirken; bizi birbirimize bağlıyor… Büyük sevdalar zorlu sınavlardan geçer. Onlarda çok zor sınavlardan geçtiler. Bu sınavların en ağırını Dilan verdi her defasında. Birçok farklı yerde, farklı şekillerde ölümlerden dönerek. Ve fakat her dönüş Baran'ı ona daha sıkı daha vazgeçilmez bir şekilde bağladı. Geçmişi yandı kül oldu Dilan’ın fakat kader ona müthiş bir gelecek sundu. Anka kuşu gibi her defasında küllerinden yeniden doğdu ve kendini hayran bıraktı sevdasına: Baran'a. Hiç beklemedikleri bir anda hiç beklemedikleri bir şekilde içlerine sevda kaçtı…


 
Dilan'ın, kimse bilmesin dediği sırrını Baran'ın ilk önce Cihan'a sonra da Kudret babaya söylemesi, her ne kadar hepimizi hüsrana uğratsa da ben Baran'ın aslında yapmak istediğini anladım. Senden başka kimsem kalmadı benim, bir ailem yok artık dediğinde Dilan, babam var; seni kendi kızı gibi seviyor dedi Baran ve devam etti: Cihan'ın asla olmayacak ablasısın sen…  Onlar senin ailen diye de ekledi. Dilan'ın asla yalnız olmadığını, ailesinin yanında olduğunu ve her koşulda onlara güvenebileceğini göstermek istedi bir nebze. Çok da iyi yaptı. Çünkü Dilan’ın buna çok ihtiyacı vardı. Korkmadan yaşamaya ve güvenmeye… Dilan hayatı boyunca bu kadar sahiplenildiğini hissetmemiştir muhtemelen. Önceki yorumumda demiştim ya Dilan'a sorsanız yaşadığım her şeye değdi derdi mutlaka diye; Dilan bir kez daha anladı ki sevgi, saygı ve güven dolu bir geleceğe sahip olmak için onu yaralayıp kanatan her şeye değerdi. Dilan onlara sahip olduğu için, Karabeylerde Dilan'a sahip oldukları için çok şanslıydılar. O konağa geldiğinde nasıl sevgisi, merhameti ve saygısı ile kara bulutları dağıtıp herkesin yaralarını sarıp iyileştirdiyse şimdi de sıra onlarda. Onu el birliği ile sarıp sarmalayıp, iyileştirecekler. Dilan, Baran'ın Baran olması için onda eksik olan tek şeydi. Artık tamamlandı. Dilan'ın da tek eksiği de bir evdi ve Baran'ın kalbi Dilan'ın ülkesi, göğsü evi, kolları sırtını dayandığı ağacın dallarıydı oldu; gölgesinde dinlendiren. Tıpkı Cemal Süreyya'nın da dediği gibi:

Herkes kalbimde bir yere sahipken senin ülken vardı.


 
Dilan'ın Baran'a sığınıp evlatlık olduğunu anlattığı o sahneye değinmek istiyorum biraz: en başından bu yana beklediğim en önemli gerçeklerden biriydi; Baran'ın kan bağı olmayan birini bedel olarak aldığı gerçeği ile yüzleşmesi. Hara'da daha ne olduğunu bile anlamadan, bir erkek tarafından kolundan sürüklenerek kapalı kapılar ardına, samanlığa kilitlenen o küçük kız... Evet, Dilan benim için asla büyümemiş küçücük bir kız çocuğundan ibaret. Keza anne sevgisinden eksik büyüyen bir kız asla büyümez. Hep küçük kalır. Yaşadığı korku, şaşkınlık; doğrularından hiç şüphe etmediği babasının masum bir cana kıyıp iki küçük çocuğu annesiz bıraktığını öğrenmesinin onda bıraktığı hayal kırıklığı... Nereden bakarsa baksın elinde kalan kocaman bir çaresizlik ve kendi işlemediği bir suçun onda bıraktığı vicdan duygusu... Hayatı boyunca küçücük omuzlarında taşıyacağı kocaman bir yük: Bedel… Yaşadığı hiçbir şey göz ardı edilemeyecek kadar büyük ve ağır bedenine; o bunu kabul etse bile. Baran’ın zihninde bir şerit gibi geçen o anlar ve müthiş bir suçluluk duygusu… Ve fakat çok geç kalmış bir suçluluk duygusu…


 
Baran'ın Dilan'a olan sevgisine, onun merhametine, Dilan merkezci ruhuna o kadar hayranım ki; Baran gibi sevmek bir mühür olabilir bende. Dilan, Baran’ın o kadar odak noktası oldu ki; o neyi nasıl isterse o… Dilan üzülmesin… Dilan mutlu olsun… Dilan korkmasın… Dilan güvensin… Dilan yeter ki gülsün… Hanımcıyız; biraz değil çok fazla. Ve fakat bütün bunların hiç biri bana Dilan'ın yaşadıklarını asla unutturamaz. ‘’Bunu sana nasıl yapar?’’ Dediğinde Baran, sanki kalbimin tam ortasına taş oturdu diyebilirim. Keza Demirlere karşı vicdan muhakemesi yapacak en son kişidir, Baran. O bedeli sen istedin onlar verdi. Evet, o an olması gereken de buydu. Ve fakat sende çok güzel incittin o bedeli. Bir an olsun düşünmeden. Dilan'ın öz ya da üvey olmasının hiç bir önemi yok benim için. Ha Dilan ha Zümrüt! Ne fark ederdi? Bir günahın bedelini ödemek için ikisi de çok masum değil miydi? Evet, birçok kez ölümden kurtardı Dilan’ı ve gerçekten ya bir gün yetişemeseydi? Bunun hesabını yapmak çok geç kalınmış bir eylem benim nazarımda. Çünkü Dilan Demir’de masumdu, Dilan Yılmaz’da. Öfkeden yatak odasını talan eden Baran’ın hissettikleri öfkeden ziyade kocaman bir pişmanlıktı aslında, Dilan’a karşı. Kendi kafasına tutamadığı silahı, Sait’in kafasına çevirdiğinde ona itham ettiği her şeyden aslında kendi de sorumluydu. Kimseye belli etmese bile en büyük öfke kendisineydi. Sait’e söylediği her şey kendine söyleyemedikleriydi yansımasıydı. Çünkü Baran o konağa bir bedel getirdi ve o bedel hiç hak etmediği şeylere maruz kaldı. Birçok kez ölümün ucundan aldı onu ve fakat buna rağmen koruyamadı. Konağa hizmetçi oldu. Kuyuya atılıp üzerine toprak atıldı. Konağın kapısında sırılsıklam sürüklendi. Canlı canlı yakılmaya çalışıldı. Uçurumdan atlamaya itildi. Sayısız hakarete uğradı… Ve fakat Baran tüm bunların olmasına engel olamadı. İsteseydi olabileceğini de gördük. Biliyor musun Baran Karabey; bunların hepsini şu anki sevdana şükredip her sevdanın bir bedeli vardır deyip yok sayabilirim. Ancak en çok yüreğime oturan nedir bilir misin? Sen küçük bir kız çocuğunu kolundan tutup hep sürükledin. Hiç elinden tutmadın. O kız çocuğunun Baran Karabey’in karısı Dilan Karabey olduğunu söylediğinde bile…  Bunun için Dilan seni affedebilir ama ben affetmem. Bazı yaralar, yaralıdır…


 
Zamansız gelme, elim kolum dağınıksa sarılamam…
Turgut Uyar

Dilan Baran’a o kadar zamansız gelmişti ki, nefretle büyüyen kalbinin tam ortasına çökmüştü; tüm masumluğu ve merhametiyle birlikte. İçinde bir yerlerde annesinden kalan o masum çocuğun elinden tutup çıkarmaya yemin etmiş gibi, Dilan Baran’ı dört bir koldan sarmaya başladı. Başardı da… Bir yerde anonim bir kesit okudum geçenlerde: ‘’Bir kadına güven ver o da sana aşkı öğretsin.’’  Diye… Dilan’ın ihtiyacı olan tek şey güvendi. Baran’ın ise sevgi. Baran zamanla Dilan’a güven verdi; Dilan’da o güvene âşık olup Baran’a sevmeyi öğretti…

En sevdiğim paragrafa geldik çattık. Ben bu haftanın Baran ve Dilan’ını o kadar çok sevdim o kadar çok hissettim ki Barış ve Yağmur’a ne kadar teşekkür etsem az. Dilan’ın titreyen o ürkek sesi, Baran’ın o merhamet ve sevgi yüklü bakışları beni benden aldı. Siz bize ne yaptığınızın farkında mısınız? Tüm fandom adına: Sizi çok seviyoruz. İyi ki yollarımız kesişti. İyi ki bize Baran ve Dilan’ın aşkını sizler sundunuz. İyi ki beni yeniden kaleme getirdiniz. Minnettarım…
 
Kısa Notlarım:
* İzninizle açılışı beni hayal kırıklığına uğratma dediğim Fırat ile açıyorum: Allah tependen baksın Fırat! Basiretsiz Fırat! Senin kendi fikrin, zikrin olmayacak mı hiç! Yahu Sabiha kim!? Baran’a yaptığı suçlamaları ve her şeyden önce Baran’ın ona olan tutumunu bilirken nasıl onunla anlaşma imzalarsın? Hani Baran’a yapılan şey Karabeylere yapılmış demekti? Sınıfta kaldın, otur!

* Baran ile Dilan ilk göz göze geldiklerinde Dilan Fırtına’yı sevmiyordu. Baran Fırtına’ya biniyordu. Ben yorum yazarken geçmiş bölümlere dair bir şey yazacağımda ilk olarak o bölümü açıp seyrediyorum yanlış ya da eksik bir şey yazmamak için. Sevgili hikâye anlatıcılarım sizlerde dikkate alın derim.

* Dilan’ı Cihan’dan ayırmadığını söyleyen Kudret babaya sitemim; Eğer Dilan’la oğullarını aynı kefeye koysaydın Dilan’ın hayatını mahveden bu gerçeği saklamazdın. Baran’ın katil olmasından korkarken Dilan’ın kaç kere ölümden döndüğünden haberin var mı?

* Dilan’ın annesini ararken Baran’ı kaybettiği rüyaya anlam katmak istemiyorum. Dilan zaten hep birilerinin arasında kaldı, birilerine siper etti kendini. İzin verin annesi ve sevdiği adam iki koldan sarıp sarmalayıp güç versinler ona. Bu onun en büyük hakkı.

* 193. bölümde Dilan’ın ‘’Her şeye değersin.’’ Dediği replik revize ederken kesilmiş. Keza Baran’ın ‘’Sen de her şeye değersin.’’ Demesinden bariz belli. Cümle havada asılı kalmış ve hiçbir anlam yüklemedi sahneye. Belki sizlere ufak gelen gözden kaçan bir ayrıntı bu ve fakat hatırlatayım çiftine deli gibi tutkun bir izleyici kitlesi var karşınızda. Samanlıkta iğne ararlar ve de bulurlar; aklınız gider. Hocam dikkat…

* Dilan’ın Demirlere karşı ‘’Ailem Karabeyler’’ güzellemesi nereden baksan çok kral hareket. Baran’a hiç sormadan ama bir o kadar da emin bir şekilde kalmalarına izin vermesi bir o kadar kral hareket. Dilan artık çok iyi biliyordu; o ne söylerde Baran’ın kabulüydü.

* Dilan’cım gerçekler acıdır ama babana bir masumun canına kıydığı için çok geç posta koydun.
* Bu arada Dilan’ın üveylik olayına takıldık Cevahir’i unuttuk. Lütfen kaliteli kötü karakter inancımı köreltmeyin.
 
Yazan, yöneten, kamera önü ve arkası emek veren herkesin yüreğine sağlık.

Sevgiyle kalın…
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER