‘’Bizi, talihin değişmesinden daha fazla üzen
şey nedir bilir misiniz, insanların korkunç nankörlüğü. ‘’
Napoleon Bonaparte
Nankörlükte rüştünüzü
ispatlamak isterseniz Hanife gibi olun! Evet, Hanife'yi bir anne olarak anlama
kotam bugünkü bölüme kadardı maalesef. Çok fazla uzun süreceğini düşünmemiştim
zaten de kendimi avutuyordum bir nebze olsun. Keza başka türlü tahammül edilesi
bir karakter değil kendisi. Çünkü huysuz bir insan düzelebilir, cahil insan
akıllanabilir, sinirli insan sakinleşebilirdi. Ve fakat nankör insan asla
değişmez! Kalbi o kadar kara, o kadar kötü ki Dilan zaten iyi ki onun çocuğu
değilmiş diyorum her fırsatta. Keşke Cevdet’te evlatlık çıksaydı çünkü onun o
merhametli kalbini de asla hak etmiyor, Hanife! Başına neler
gelebileceğinin önünü ardını düşünmeden kan bağı olmadığı halde, kan davasına
bedel olarak verdikleri kızı bu kadar adice irdelemek de ancak Demirlere
yakışırdı. Çok kızgınım Hanife'ye ama en çok da kızlarını birbirinden
ayırmadığını savunan Seyit'e sanırım. Hadi, "Hanife bu!"
Diyebiliyor insan zaman zaman ama ya Seyit? Çok büyük hayal kırıklığım...
Sizler, Dilan'a sadece bir kere hayat borçlu değilsiniz! Sizler, Dilan'a iki
kere hayat borçlusunuz:
1- Onun ve babasının
sayesinde Seyit hapse girmedi ve çocuklarının başında durabildi; köşe bucak
kaçarak da olsa.
2- Onun sayesinde
canınızdan olmadınız, sefasını bile sürüyorsunuz; yaptıklarınızı hiç
sorgulamadan.
İşte bu yüzden
Dilan'ın sizlere söyleyeceği her şeye sonsuz hakkı var! Sabahları sevilmek için
uyanır, akşamları yine sevilmedim diye uyurdum diyen Dilan'ı ben kalbime koydum.
Baran'da sarıp sarmaladı. Sizler eksik kalsın lütfen.

Gelelim diğer mevzuya:
Bakın her şeyi anlarım! Bayram değil seyran değil kendini üç ay zincirleyen bir
kadının omuzunda ağlayan Dilan'ı AN-LA-MAMMM!
Bu ne perhiz bu ne salatalık turşusu be! Kimse kusura bakmasın! Bir insan bu
kadar affedici olamaz! Hadi sana verdiği zararı görmezden geldin, affettin;
Baran sana zarar veren birini asla affetmezken sen Baran'ı, sevdiğini öldürmeye
kalkan birini bu kadar çabuk nasıl affedebilirsin, Dilan? İyi niyetini
ispatlamamış birinin iyi niyetine nasıl bu kadar çabuk kabullenebilirsin? Senin
onu affetmen için ne yaptı bu kadın? Aklım havsalam almıyor. Pes! En son
uçurumda öldürmeye kalktı bu kadın seni! Bunu koydum kenara, ne kadar
kızsam da Sabiha'nın Dilan'a annelik yapacağı günleri sabırsızlıkla bekliyorum.
Baran için onu kabul etmek çok zor olacak ve fakat Dilan'ın her daim yanında
olan annesini görünce kabullenecek. Ve fakat öncesinde Baran'ın da dediği gibi
önce rüştünü ispatlaması gerek. O kadar basit değil bu işler.
*Hep bu anda kalsak*
Bu bölüm tüm
karakterlere ayrı bir paragraf ayırabilirim. Keza pimi çekilmiş bomba gibiyim;
patlamaya hazır. Kerem'in kaybıyla büyük bir güvenlik boşluğuna düştüğüne
inanan Baran önsezilerinde o kadar haklı ki Dilan'ı kendi gözünden sakınıyor ve
bu haftaki tüm bölümlerde bunu bariz gösterdi. Kendi evlerinde bahçede dolanan
Dilan'a, gözünün önünden kayboldu diye bağıran Baran, girişte elinin içine kan
bulaşan o evde Dilan'ı gözünden ayırmaz! Yine o evde yatıya kalamaz! Üstelik
güvenmediği Sabiha'nın o evde kaldığını bile bile. Bir karakteri yazmaya
başladığınızda o karakterin ruhunu o kadar iyi içselleştirirsiniz ki bir yerden
sonra karakter kendi kendini yazmaya başlar. Bir olay karşısında karaktere ne
yapmak istediğini, nasıl davranmak istediğini sora ve cevabını alırız. Baran'da böyle bir karakter işte. Onun ne
yapıp ne yapmayacağını, ne söyleyip ne söylemeyeceğini az çok biliyoruz artık.
Bu söylediklerim asla Baran'lık hareketler değil. Dilan’ı güvende tutmak için
geçelerdir uyku uyumayan Baran’a sordunuz mu eline kan bulaştığı evde Dilan’la
kalmak ister mi diye? Yıkıcı değil
yapıcı eleştiri yapmak istedim biraz; kırmadan incitmeden. Sürç-ü lisan
ettiysem af ola.

Koyduk bunları da
kenara yumoşla yıkanmış Baran'ı sevmek istiyorum birazcık da... Cimri
dedik bir milyonluk küpe aldı sevdiceğine. Azade duysa kalpten gidecek. Son iki
bölüm boyunca Dilan'a bakışı, sevgisini gösterişi, onun ailesi olduğunu
hissettirişi bambaşka bir şeydi. Kendini o kadar Dilan'ı mutlu etmeye kodlamış
ki bize hayran kalmak düştü sadece. Ormanda silahın patlaması, Dilan'ı Baran'ın
vurulduğu geceye götürmesi ve Baran'ın bunu anlayıp onu bir bebek gibi sarıp
sarmalaması bölümün en güzel sahnesiydi diyebilirim. Baran'ın bu kadar Dilan
merkezci olmasına karşın Dilan'ın hala ondan bir şeyler saklaması ve saklama
çabası beni hem yoruyor hem üzüyor. Sevgi bu değil, sevmek sevdiğinin
adına kararlar vermek değil! Israrla bir şeyler saklayan Dilan beni artık
fazlasıyla yormaya başladı. Baran’a sürekli ben varım diyen ama mütemadiyen
ondan bir şeyler saklayan, sürekli onun ardından bir şeyler yapan Dilan varken
biz bu kadar olayı nasıl aşacağız. Güven temeldir. Hem Baran’ı bu kadar sevip,
bu kadar çok düşünürken bir o kadar da bir şeyler saklaması mantığıma sığmıyor
artık. Yaşanan güzel şeylerin üstüne perde çekiyor tüm bunlar. Ve üzgünüm, dört
yanlış bir doğruyu götürür. Bizde yanlışlar ve eksikler çoğaldı.

Gelelim tüm Kan
Çiçekleri ailesinin beklediği o vuslata... Ben kendi adıma söyleyebilirim ki
çok bunaldım, beklemekten ve sabretmekten. Baran'ın sabrına gerçekten hayranım.
İki insan bir birini bu kadar çok severken bu kadar uzak kalmaları aptallıktan
başka bir şey değil! Dilan insan görmemiş birisi mi? Bir sürü şehir görmüş,
birçok insan tanımış, üniversite mezunu genç bir kadın sevdiği adamdan nasıl bu
kadar utanıp çekilebilir? Bir şeyler saklarken bu kadar utanmıyor ama! Tespihin
vardır Baran; çek dur gerçekten. Seni başka bir şey paklamaz. Sabır taşı olsa
çatlardı.
"Diyorsun ki, 'tamam şu eşiği de geçeyim
sonrası düzlük' düzlük sandığı yere geliyorsun, bir bakıyorsun orası da
yokuşmuş. Hiç bitmiyor."
(Behzat Ç.)
Haftanın seyri üveylik
konusuna geldi çattı. Bir konu kapanmadan başka bir mevzu açıldı. Dilan’a
sorsaydınız Baran’dan bu kadar çok şey saklamak ister miydi? Evet, isterdi. Çünkü
Dilan en başından beri yaptığına yaptım, yapmadığına yapmadım diyen dobra bir
karakter. Ve fakat birilerini korumak adına da saklanmasına inandığı şeyleri de
saklayan bir karakter. Daha önce Cihan’a yardım ederken bunu Baran’dan gizli
yaptığını hatırlayın. Dilan'a neden bu kadar saklaması gereken şeyler
yükleniyor ona da anlam vermiş değilim. Baran’a güvendikçe, onda yerini
gördükçe everilebilecek bir karakter çünkü. Bir kelimesi, bir dokunuşuyla
Baran’a hükmünü koyabilecek kadar etkisi var artık Baran’da. Bunu göz ardı
etmeyelim. İsterdim ki Dilan'ın yaşadığı o üç ay ortaya çıksın ilk önce. Sinsin
midemize, sindirilsin. Gerçek özürler dilensin ve sonrasında üveylik meselesi
nüksetsin ama bizde de bir yokuş bitiyor diğer yokuş başlıyor. Ne Baran, ne
Dilan ne de biz bir türlü düzlüğe kavuşamıyoruz.
“Çiçekler açar elbet, mühim olan
beklemektir.”
(Küçük Prens)
Tüm gerçekler ortaya
çıktığında bambaşka bir Dilan izleyeceğimize inanmak istiyorum. Biraz daha
sabredelim.
KISA NOTLARIM:
* Bu kadar büyük düşman Cevahir, Baran'ın en büyük zaafının Dilan olduğunu yeni
mi öğrendi? Yapmayın lütfen.
* Kızıma iyi bak, bir yuvası olsun diyen Dilan’ın
öz babasına sesleniyorum; kızının bir evi ve yuvası oldu. Gözün arkada kalmasın
ama Baran’dan sonra. Onu bu kadar çok sevebilecek annesi varken sevgisizliğe
emanet ettiğin için seni de asla affetmeyeceğim.
* Havin’in Sabiha’yı Dilan’a anlattığı cümleler
bana Baran’ı tanıdığımız ilk anlara götürdü. Sen kötü tarafına denk geldin dedi
Sabiha için. Çok merhametlidir… Dilan Baran’ın da kötü tarafına denk gelmedi mi
en başta. Hâlbuki adalet duygusu yüksek kalbi merhamet dolu bir insan Baran.
Sonrasında Dilan’ın evi yuvası ve her şeyi oldu. Bunun olması içinde Baran
rüştünü fazlasıyla ispatladı. Şimdi sıra Sabiha’da.
Bol DilBar’lı hafta geçirdik, darısı sonraki haftalara.
Yazan, yöneten, oynayan, kamera arkası ve önü emek veren herkesin yüreğine
sağlık.
Sevgiyle kalın.