Bir pazar sabahı, parmaklarımızın ucunda yürüye yürüye anne
babamızın odasına varıp yataklarına atlamışlığı vardır hepimizin. Onlar da
sanki çok büyük bir şey olmuş gibi, hiç bizim çıkardığımız sesleri duymamış,
odaya girdiğimizden haberleri yokmuş gibi; korkmuş numarası yapar, bizi
gıdıklamaya başlardı. Şimdi düşünüyorum da sanırım hayatımın en huzurlu anları
o pazar sabahlarıydı. Ilgaz, Ceylin ve Mercan sahnelerinin hepsinde o
anılarımın sıcaklığını hissettim.
Bir çocuğun anne karnına düştüğü ilk andan büyüyüp bir
yetişkin olmasına kadar uzanan süreç ne kadar da yorucu değil mi? Fazla ağır
kaldırmamakla, fazla yorulmamakla başlıyor bir kadının annelik serüveni.
Babaların ise şefkatini, iyiliğini, kalbini paylaşacağı kişi sayısı birken
ikiye çıkıyor bir anda. Ilgaz ve Ceylin’in ebeveyn olma sürecini böylesine
samimi bir şekilde yazan, yöneten ve oynayanlara çok teşekkür ederim. Maalesef
dizilerde alışık olmadığımız bir durum bu. Çünkü genelde bir çiftin bebeğinin
olması fikri bir kurtarıcı, bir ilaç hatta bazen karakterleri hayata bağlayan yegâne
şey olarak lanse edilir. Bence öyle değil. Bebekler sadece bebeklerdir çünkü.
Ayrıca az önce doğumhaneden çıktılar diye bir kadın ve bir erkeğe de her şeyin
en doğrusunu bilen ebeveyn rolünü yükleyemeyiz. Anne baba olmak biraz zamana
yayılan bir durum bence. Hatta anne babamızla birlikte büyüyor bile olabiliriz.
Pazar gecesi ekranda izlediğim şey tam olarak buydu çünkü. Ilgaz ve Ceylin’in
Mercan ile birlikte büyümesi.
İlk sezondan beri geçmedikleri acı kalmayan Ilgaz ve
Ceylin’in belki de en büyük sınavı bir bebeği büyütmekti. Flashback sahnelerine
değinmek istiyorum bu yazımda. Mercan’ın ilk sütünü emdiği sahneyle başlayacağım.
Ceylin’in etrafında o kadar fazla ses var ki bu sahnede. Biri diyor topuğuna
dokun, diğeri diyor eğimli tutman lazım, hemşire bambaşka bir şey söylüyor…
Herkes kendi annelik tecrübelerini aktarmak için savaş halinde, odanın geri
kalanı ise bebeğin ne kadar tatlı olduğuyla meşgul. Ceylin’in annelik korkusu
ile ilgilenen tek kişi ise Ilgaz. Ceylin diyor ki “Mercan’ı ne zaman
getirecekler?” Ilgaz diyor “Gelir.” Ceylin diyor “Emzirebilecek
miyim bilmiyorum.” Ilgaz diyor “Ben buradayım, birlikte çok iyi
bakacağız bu çocuğa. Hiç korkma.” Hemşire diyor bebeği biraz eğimli
tutmanız lazım Ilgaz hemen yastık getirip Ceylin’in kolunun altına koyuyor. Bu
sahnede Ilgaz’a bebeği sen emzir deseler emzireceğine o kadar eminim ki. Anneliğe
ilk adımını atan bir kadının yanında böylesine destekleyici bir adamın olması
ne kadar da güvende hissettirir.
Asıl serüven eve geldiklerinde başlıyor. Ceylin’in nasıl
bakacağız, nasıl uyutacağız; biz bakamayız annemleri çağırayım korkusu o kadar
gerçekçi ki. Mercan’ın ilk banyosunu yaptırışları, su sıcak mı soğuk mu, odanın
ısısı iyi mi telaşı. Ardından uykusuz gecelerin başlaması. Nöbetleşe Mercan’ın
başında beklemeleri. Ilgaz’ın tüm bu anlarda kendi telaşını, korkularını belli
etmeden tüm sakinliğiyle Ceylin’i teskin edişleri. Hepsini izlerken bir dizi
izliyor gibi değil de yeni doğmuş bir bebeği kucağıma vermişler sen artık
annesin, babasın bu çocuğa bakacaksın demişler gibi hissettim.
Yargı ile ilgili en sevdiğim şeylerden biri detaycı
olmaları. Eve geldikleri ilk andan beri Ilgaz ve Ceylin’in kıyafetleri, saçları
o kadar doğaldı ki Pınar Deniz ve Kaan Urgancıoğlu kaldıkları hastaneden günler
sonra çıkmış gibiydiler. Ceylin tam bir lohusa anneydi. Hala şişik karnı,
göğüsleri, sürekli yaşadığı ataklar… Her bir parçasıyla anneydi.
Ceylin’in Mercan’ın ağlamasına isyan ettiği bir sahne var
mesela. “Sevmedi beni bu çocuk, neden ağlıyor bilmiyorum, doktor kilo
almamış diyecek diye ödüm kopuyor, elimden kayacak diye korkuyorum, günlerdir
banyo yapamadım, uyuyamadım” diyor. O kadar haklı ki. Gerçekten bazen
ekranının içine girip Ceylin’e sarılmak istiyorum. Neyse ki bu görevi Ilgaz
üstleniyor. Yine Ceylin’i sakinleştirip biraz uyuması için odasına yolluyor.
Uykusuz geceleri de atlattıktan sonra anne baba olmanın daha tatlı yanlarına
tanıklık ediyoruz. Minik Mercan’ın ilk adımları ve ardından yazımın girişinde
bahsetmiş olduğum sabah sahnesi.
Babayı uyandırma sahnesinde izlediğim Ceylin ve Ilgaz
sanırım şu ana dek izlemiş olduğum en mutlu Ceylin ve Ilgaz’dı. Anne baba olmak
onlara çok yakışmış. Mercan da her ikisine o kadar fazla benziyor ki. Bıcır
bıcır halleri aynı annesi; sürekli annesinin saçlarıyla oynayan, annesini öpüp
koklayan halleriyse babası. Babasının annesine karşı olan temaslarını çok iyi
gözlemlemiş, bizzat aynısını uyguluyor gibiydi. Mutlu bir ailede büyümüş
çocuklar etrafa böyle neşe saçarlar işte.
Mercan’ın her yaşını oynayan minik oyuncular ayrı ayrı tatlı
ancak ben sanıyorum ki 3 yaşlarındaki Mercan’ı oynayan Yaren Vera
Salma’a bayıldım. Dişlerim kamaştı resmen sahnelerini izlerken. Ilgaz ve
Ceylin’e o kadar benziyor ki. Ilgaz’ın bir nevi kopyası zaten ama gülüşündeki o
cimcimelik aynı Ceylin. Umarım daha fazla izleme şansımız olur Vera’yı Mercan
olarak. Uzun zamandır ekranlarda izlediğim en tatlı aileyi geçmişteki mutlu
anılarında bırakıp izleyenlerin kalbini paramparça eden deniz sahnesi ve
sonrasına geçiyorum.
Bir bebeği büyütmek için bunca yokuşlu yolu çıkmak
gerekmişken, çocuğunun saçının teline zarar gelse anne babaların yüreği sızlar.
Küçükken düştüğümüzde bizden önce onların ağlamasının sebebi budur. Bizi çok
üzen birini onlara anlattığımızda, bizi üzen kişiyi bir daha asla affedememelerinin
sebebi de. Bize bizden daha çok değer verirler çünkü bu yaşa kadar ne
zorluklarla geldiğimizi bir tek onlar bilirler. Ilgaz ve Ceylin’in ellerinden
kayıp gidecek korkusuyla kucaklarına bile alamadıkları bebeklerinin,
kucaklarından söküp alınması ne kadar büyük bir acı siz tahmin edin şimdi.
“Ben pizza yemem.”
Denizde eğlenmeye gelmiş, tek istekleri pizza yemek olan bir
aileyi en kötü ne bekliyor olabilir ki? Ilgaz ve Ceylin gerçekten de çok güzel
bir aile kurmuşlar. Sürekli gülüyorlar, mutlular. Kendi çocukluklarının geçtiği
evlerdeki gibi kasvetli bir hava hâkim değil evlerine. Üzerlerindeki kıyafetler
bile rengarenk, cıvıl cıvıl. Ceylin “Ne yeriz?” diye sorduğunda Mercan
büyük bir sevinçle “Pizza!” diyor hemen. Muhtemelen en sevdiği yiyecek
pizza ve muhtemelen süper babası Ilgaz da bunu tahmin etmiş olacak ki çoktan
vermiş pizza siparişini. Dünya üzerindeki en değerli mücevherlere bakar gibi
bakıyor Ilgaz Ceylin ve Mercan’a. Dünya’nın ışık kaynağı güneştir ya hani
Ilgaz’ın ışık kaynağı da Ceylin ve Mercan sanki. Sürpriz bir pizza siparişi
vermek onun için çok sıradan bir şey yani. Kuryenin telefonuyla Ilgaz hemen
kalkıp gidiyor. Ceylin kızıyor tabi iş ile ilgili bir telefon olduğunu
düşünerek. “Bizi yalnız bırakma. Ben şimdi nasıl duracağım bu ikisiyle?”
diyor Ilgaz’ın arkasından. Tam o esnada Pascal havlamaya başlıyor. Ceylin
Pascal’ın yanına mı gitsem, Mercan ile mi kalsam diye düşünürken Mercan’ı belki
de son kez kucağından indirip Pascal’ı almaya gidiyor. Son kez göz göze
geliyorlar kızıyla. Yıllar sonra belki de hiç hatırlamayacağı anne ve babasının
son hatırları bunlar kalıyor Mercan’da. Mercan renginde bir bikini takımı
giymiş güzeller güzeli annesi ve onun pizza yemek isteyeceğini saatler
öncesinden tahmin edebilmiş babası.
Ne kadar büyük bir “keşke” bu sahne tümüyle. Keşke
kızımın kolluğunu çıkarmasaydım, keşke pizza siparişi vermeseydim, keşke Pascal
havlamasaydı, keşke Pascal’ın yanına gitmeseydim, keşke onları yalnız
bırakmasaydım, keşke denize gelmeyi istemeseydim, keşke onları denize
getirmeseydim, keşke, keşke, keşke… Hayatta kocaman bir keşke değil midir zaten?
Bazı seçimler yapıyoruz, bazı kararlar veriyoruz ve bunun sonuçlarına da hayat
diyoruz. Ilgaz onları yalnız bırakmasaydı belki de Mercan kaçırılmayacaktı veya
Pascal havlamasa, Ceylin Mercan’ı yalnız bırakmasa… Ama olacağı varsa olur
derler ya hani bu sahne için çok doğru bir söz bence. Muhtemelen o an Mercan’ı
kaçıramasalardı başka bir anı kovalayacaklardı. Kötü insanlar hep var çünkü ve
sadece kötülük yapıyorlar.
Bu kocaman keşkeler Ilgaz ve Ceylin’i bambaşka insanlara
dönüştürmüş zamanla. Ceylin’den renklerini çalmış, Ilgaz’dan yaşama hevesini.
Keşkelerin değiştiremediği tek şey olarak Ilgaz ve Ceylin’in arasındaki bağ
kalmış. Bazı insanların birbirlerine görünmez bir bağ ile bağlı olduklarını
düşünüyorum. Birbirlerinden ne kadar uzağa giderlerse gitsinler, ne kadar ayrı
hayatlar yaşarlarsa yaşasınlar o bağ hiç kopmaz, hatta daha da güçlenir. Ilgaz
ve Ceylin de bu görünmez bağ ile bağlılar birbirlerine. Sorgu odası sahnesi bu
söylediğimi kanıtlar nitelikteydi. Ilgaz tek taraflı cam sebebiyle Ceylin’in
orada olup olmadığını görmemesine rağmen hissedebildi. Ceylin Ilgaz’ı
görüyordu, Ilgaz Ceylin’i görmüyordu ama göz gözeydiler. Ne demiş Mevlâna “Vedalar
gözleri ile sevenler içindir; çünkü gönülden sevenler hiç ayrılmazlar...”