Yeşil Deniz Milenyum: Yanlış iliklenen düğme...

Yeşil Deniz Milenyum: Yanlış iliklenen düğme...
“Ervahı Ezelden levhi kalemden, levhi kalemden
Bu benim bahtımı kara yazmışlar
Bilirim güldürmez devri alemden
Bir günümüzü yüz bin zara yazmışlar”
 
“Selamın aleyküm Yeşil Deniz’in vefakâr ve cefakâr seyircisi. Naim ile Yeşil Deniz Milenyum yazısı başlayıp duru gariiii...”
 
Yeşil Deniz’de 4 ‘sadıç’ın hikâyesi dengeli giderken Milenyum ile İsmail olduğundan daha ön planda, işte ben de naçizane olarak sebeplerini anlatacağım. Diğer yazılarda da diğer ‘sadıç’lara değineceğim...
 
2. bölüm, 1. bölüme nazaran asıl hikâyenin başlangıcı idi. Çünkü araya 7 sene girince ve planlamalar o zaman ki şartlara göre yapılınca ve tekrar geri döndürüldüğünde önce bir bölümle o dağılmışlığı veya daha doğru ifade ile aradaki mesafeyi ve konuları toplamak, işlerini rayına oturtmak lazımdı ve ilk bölüm bunu sağladı. Açıkça söylemem gerekirse daha uzun süreye ihtiyaç var gibiydi. Ha, o sürede olacakları diğer bölümlerle bağlayarak işlemek de bir tercihti ve de öyle olacağa benziyor...
 
Çünkü bunu vurgulamamın sebebi, TV ile dijitalin kodları farklıdır ve Yeşil Deniz TV kodlarında bir işti... Tabii arada bu kadar zaman olmasa bir anda dijitale geçilse daha zor olurdu, ama bu süre dijital kodlara adapte olma açısından kolaylık sağlıyor... Ve zaten 4 bölümü geride bırakmışken bizi iyiden iyiye kendine adapte de etti. Aradan geçen zaman yokmuşçasına bir his verdiler... Bilinen bir şey vardır: Aradan zaman geçen işler geri döndürüldüğünde eskisi gibi olmaz, o tadı vermez. Lakin Milenyum bunu kıran ve zerre sırıtmayan, o sıcaklığı, o günün hislerini tekrar veren bir iş oldu, emeğinize sağlık!
 
Evet 2. bölüm itibariyle Milenyum’un ana hikâyesini, hikâyelerini öğrendik... Yeşil Deniz 75 bölüm boyunca baştan sona olay örgüsünü çok iyi şekilde işlemişti. Baştan sona büyük resmi bozmadan geldiler. Haddimce çok çok başaralı bulduğumu belirtmeliyim...
 
Milenyum’a baktığımızda, ‘sadıç’ların tekrar ‘garibanlığın azını gırmak’ için yeni bir maceraya başlamaları, İsmail giderken arkasında bıraktığı Ersin ile olan durumları ve İsmail vurulduktan sonra kendiyle, yaşadığı yerle barışma ve ailesi konularının, ona yara olan bu konunun gün yüzüne çıkması durumları bizim temel hikâyelerimizi oluşturuyor. Ve bunlar olay örgüsünün halen ilmek ilmek örüldüğünün göstergesi... Şimdi bunları tek tek açıklayacak olursam;
 
1: İsmail gittikten sonra ‘sadıç’lar dağıldı. Sonra geri döndü ve hep beraber yerden kalmak için -bu sefer doğru yollardan giderek- uğraşıyorlar. Bunu da hikâyenin hem dönemine hem de ismine çok uyan, gelişen dünyanın bir unsuru ile yapıyorlar: Telefon satma, baz istasyonu ve bayilik gibi konular hem yepyeni bir konu hem de çok güzel bir fikir olduğunu bize 4 bölüm boyunca gösterdi.

Ve bu fikri, ne yaparsa yapsalar belalardan bir türlü kurtulamayan bir atmosfer içinde sunarak; tekrara düşmeyerek, paralellikler ile bezeyerek güçlendirdiler.
 
Şimdi buraya kadar anlatmak istediğimi çok detaya inmeden açıklamak istiyorum:
 
Sadıçlar için bir dramatik yapı lazımdı. Nedir dramatik yapı? “Ekranda ya da perde de izlenecek işin omurgası.” Ne yapılır? Önce antagonist dediğimiz baş düşmana ihtiyaç vardır. Benzinci Sabahattin ve Tüccar Namık bunu karşılıyor... Amacımız baz istasyonu, bayilik, zengin olmak... ‘Sadıç’lar bir tarafta, karşılarında düşmanlar ve buraya dizininin hem macera duygusunu tetikleyecek hem de dramatik yapıya hizmet edecek bir şey gerekiyordu o da 4 buçuk G’ler olmuş. (Not: Teknoloji, gelişme üzerine oturtulan bir hikâyede 4.5 G gibi bir söylem harika bir buluş!)
 
Düşmanlardan biri Tüccar Namık. Hem Tüccar Sami ile bir paralellik sunarken hem de Ersin-Yıldız yan hikâyesine hizmet ediyor. Fakat Yeşil Deniz’in 75 bölümü boyunca hep aynı konumda kalan Sabahattin’in ön plana çıkarılması hem bilinmedik yeni bir kötü karaktere bu koltuğu teslim etmeme açısından hem de 75 bölüm boyunca bir üst seviyeye geçmek için eşik bekleyen Sabahattin karakteri de bunu çağırıyordu...
 
2: İsmail ve Yakut kasabadan giderken zaten annesi ve babası yok, nasıl Ersin’i bırakıp gitti, diye düşünmüştüm. İsmail o zaman en iyi şeyin gitmek olduğunu düşünüyordu ve bunun herkes için de en iyisi olacağını da. Ama yanlıştı. Ve biz bu yanlışı okulu bırakan, yazar olacakken radyocu olan, arkadan işler çeviren Ersin ile görmüş olduk... Yakut’a (aralarında ne olmuşsa artık) kendini terk ettiren ve geri dönüş parası bulamayan İsmail ile gördük. ‘Sadıç’ların durumu ile gördük...
 
İşte... eğer dizi 3. sezonu ile devam etmiş olsaydı ben gene bir zaman atlaması olacağını düşünüyordum. Çünkü sezonlar, bölümler ilerledikçe konular tükenir. Onun için İsmail ve Ersin’in olayı yenilik sunuyor...
 
3: İsmail, yaşadıkları ile sık sık yanlış iliklenen düğme üzerinde durdu. Yakut ile gitmeden önce vurulduğunda düğmenin yanlış iliklenmesini görmeye başlamıştık. Kısacası annesinin ve babasının ölümü ile başlayan şeylere, bu derin konulara 75. bölüme yakın bir zamana kadar girilmedi. Bu da demek oluyordu ki bu olaydan dolayı hayata tutunamayan İsmail’i devam eden sezonda görecektik. Bu hikâyenin diziye katkısı ne olabilir? Diye düşününce iki şey geliyor aklıma ilk başta.
 
1.si: Gümüş de İsmail gibi olan biri. “Peki zaten Yakut da böyle yaralı değil mi?” derseniz; aslında evet.  Ama farkı şu: Yakut’un gelişi; önce Sedef’in, sonrasında Zümrüt’ün gidişi ile. Ama Gümüş karakteri ile İsmail’in karşılaşması şöyle: İsmail rüyasında annesini görür. Hem yanlış iliklenmiş düğmeye hem de Ersin’i yalnız bırakıp gitmesine vurgu yapılır. Ama annesini görürken aslında Gümüş’ü görür... Gümüş, İsmail’in kapanmayan yarası ile ilgili bir bağlam ile dahil oluyor. Bu da Gümüş’ü değerli kılıyor ve işte bu da diğerlerinden ayıran özellik oluyor.
 
“Zümrüt, sedef, yakutla
Kim mutlu olmuş dünyada”

Dedi şarkıda ve bu bahis kapandı. İsimler üzerinden çok tatlı bir yol izleniyor. Şimdi “Gümüş” ve İsmail “Bakır” ^^
 
Not: Bu yorumları senaryo üzerine çalışan biri olarak yapıyorum. Seyirci olarak Sedef’i severim.
 
2.sine gelelim: 2.si de İsmail’in geri dönüşü, tekrar ayağa kalma mücadelesi.
 
Son bölüme (4. bölüm) de göz atıp, bizi neler bekliyor onu konuşalım:
 
Son bölüm işlerin tam anlamıyla rayına oturduğunu hissettiğim bölüm oldu. Bohçacı kılığında Süleyman, Emin ve Cemil harikaydı. Ama sırf Sibel, Emine ve Safiye gelip onları kurtarsın diye kendilerinin arabayı alıp gitmemesi de basit bir yazımdı. (Kızlar arabaya el koymuş olabilir ve böyle bir söylem ile giderilebilirdi.)
 
Bahri, bildiğimiz gibi devam ederken Atiye’nin gel beni kaçır, demesi hikâyenin birbirine gireceğini, başlarını belaya sokmamaya söz vermelerine rağmen buradan da bir aksiyon bizi bekliyor.
 
Ersin’in Görünmez Adam olduğunu öğrendi Yıldız. Şahsen sezon sonunda öğrenir diyordum ama öğrendi. Aslında bunu bana düşündüren X birinin çıkıp Görünmez Adam isminin üstüne konacağı ve Yıldız ile yakınlaşacağı idi. Dediğim gibi bu yoldan gidilmemiş, hangi yoldan gidildiğini merak ediyorum.
 
Not: Eski Semih ile yeni Semih farklı. Evet iştahları aynı ama karakterinde olumlu gelişmeler var. Ersin’in sadıcı olması bunu gösteren şey ama tam anlamıyla da yeterli değil. Daha fazla olay içinde görmek lazım...
 
5. bölümde macera kaldığı yerden devam ediyor, fragmana bir bakın derim.
 
Naçizane bir şeyler yazdım, okuduğunuz için teşekkürler.
 
Naim.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER