Yeşil Deniz Milenyum: Nerde kalmıştık gülüm...

Yeşil Deniz Milenyum: Nerde kalmıştık gülüm...
"Ağzını gırdımın garibanlığı" ile başlayan, başlarına gelenlerden sonra garibanlığın onlar için en büyük servet olduğunu anlayan; 4 sağdıçın, onların dediği gibi 'sadıç'ın hikâyesi Yeşil Deniz, Yeşil Deniz Milenyum ile geri dönüyor.

O kadar özel bir dizi ki Yeşil Deniz, ne unutuldu ne de tekrar başlamaz diye umutsuz bir durumda kalınıldı. Ve 7 Mayıs itibariyle tekrar izleyeceğiz. Ben de dedim hem Yeşil Deniz'e bir hatıra olarak hem naçizane bir hatırlatma olarak hem de senaryo üzerine uğraşan ben için bu konuda da apayrı bir yeri olduğunu anlatmak için başladım yazıya... Hadi keyifli okumalar.

Dedim ya çok özel bir iş, diye. Başta komedi yönü olması, hatta zaten komedi dizisi, macera komedi dizisi olması ve bunun yanında dramasından dönemine; aile, aşk türlerine-konularına kadar Türk dizileri içinde çok sağlam bir iş, bence...

Onu özel yapan şeylerin hepsine elbet değinemem ama önemlilerinden bazılarını anlatabilirim. Çok büyük bir yelpaze olduğu için bu anlatımı da karakterler üzerinden giderek yapacağım.

Süleyman, Sibel ve Hafize

Süleyman ve annesi Hafize'nin sahnelerini, onlarla bağlantılı tüm hikâyeleri izlerken bir tık daha fazla seviyorum diziyi. Bir de yanlarına Güneş Sayın'ın Sibel karakteri ile harika performansı eklenince tadından yenmez bir hâl almıştı.

"Kör Hafize'nin gara çikin oğlu Sülüman" dizinin en derin karakteri bence. Babasının gidişi, annesinin gözleri, garibanlık, her şeyi içine atışı, emeğinin karşılığını bile isteyememesi, bunların içinde önce Neşe ile olanlar, sonrasında onu buralardan alıp götürecek olan, hep beklediği o 'Beyaz Gemi'nin sonunda gelmesi.. evet Sibel, Süleyman'a ne kadar iyi geldiyse ve bu yolda bu ikisi ne kadar güzel ince ince işlendiyse, Sibel açısından Süleyman da ona bir o kadar iyi geldi... Kısacası biri, biri için sahte mutluluklardan sonra gerçek mutluluğu; biri, biri için dertlerinin dindiği, kıyıya gelen gemisi...

Keza Hafize'nin karakterik yapısı yaşadığı onca şeye rağmen enerjik kalmış, Süleyman ile acı tatlı bir yaşamları olmuş. Acısı var elbet ama tatlısı daha fazla. Onu da fazlalaştıran sevgi.. sevgi bağı. Sonrasında, demin dediğim o enerjik ve herkese ayak uyduran veya kendine ayak uydurtan yapısı ile Sibel'le çok güzel bir diyalog başlamaya ve Süleyman'da olduğu gibi o sevgi bağı oluşmaya başlamıştı... Senaristler, yönetmen, oyuncular öyle bir atmosfer kurmuşlardıki, sanki birbirleri için yaratılmış aile tablosunu oluşturuyorlardı.

Milenyum ile artık Hafize yok. Hafize'nin yokluğunda Süleyman ve Sibel'in olgunlaştığını göreceğizdir ve o sevginin nasıl kat kat arttığını da. Sonuçta bir eşik geçildi... (Jale Aylanç'ı; saygıyla, sevgiyle ve rahmetle anıyorum.)

Sibel'in "Şadee"sini bile bir başka özleniyor ve Neşe gölgesi, hastalık gibi şeyler olmadan bu ikiliyi doludizgin izlemek bir başka güzel olacaktır. Zaten çok güzeldi de...

Emin ve Emine

Bu ikisinin dizi içinde bir farkı vardı. Birbirlerini gördüler, sevdiler, beklediler, zorluk çektiler, mutlu oldular, evlendiler, çocukları oldu.. sınandılar ama hep ikisi oldu. Ne başkasını düşündüler, ne az-çok başkası ile bir şey yaşadılar. Senaristlerin yaptığı bu hamleyi ilk andan beri çok başarılı buluyorum -haddimce. Çünkü 75 bölüm yapıp, baştan sona başka kişiler ile bir aşk-sevgi oluşturmadan ikisini sürekli kılmak bir başarıdır, özeldir. Onun için Emin ve Emine özeldir. Ali Barkın ve Elvan dişli de harika iş ortaya koydular. Ha, zaten şu dizide harika bir şey sergilemeyen yoktur...

Emin'in sanat merakından Emine'nin sakarlığına, "Aynı filmlerdeki gibi" laflarından Emine'nin diğer karakterler ile girdiği duygu dolu çatışmalara ve nicesi  75 bölüm boyunca çok şey barındırdı, şimdi de barındıracaktır...

Cemil ve Safiye

"Cehennem ateşlerinde cayır cayır yancez" derken neredeyse hiçbir şeyden geri kalmayan müezzin Cemil ile Sevgi, saygı, anlayış Safiye.

Cemil'in Safiye'yi sevgisi o kadar naifti ki, Safiye'nin gidişi, Cemil'in mektubu vb. ile bu sevgi seyirciye çok iyi aşılandı. Safiye ise Sibel ile dertlerşirken ve Cemil'e olan sevgisini anlatırken de bir o kadar...

Kamera arkası ile anladığım Cemil müezzin olmuş gene. Kardeşlerine ne olduğu, geçtiğimiz senelerde genel anlamı ile hikâyede  neler olduğunu merak ettiğimiz gibi merak edilen, daha doğrusu Cemil'e açacağı pencere açısından merak edilen bir konu...

Fakat Safiye konusunda en son bırakılan yerde konu olarak biraz dardı. Elbet dizinin genel atmosferi içinde herhangi bir dar konu her türlü izlenir, onda sorun yok. Sadece demek istediğim Safiye'ye ne konu yazıldı, merak ediyorum...

İsmail

Ne diyor şarkıda: "Zümrüt, sedef, yakutla; kim mutlu olmuş dünyada..." Önce bu bir kenarda kalsın.

İsmail önce hep garibanlıkla mücadele etti. Ağzını gırdımın garibanlığı, dedi; dedi ve en sonunda bu garibanlığı ile barıştı. Ama Milenyum ile aslında barışınca da olmadığını anladık ve neler yaşadıysa onlarlarla, o yaşadıklarıyla birlikte Yeşil Deniz'e, yeşil tarlalara baştan başlamak için dönüyor.

Ve şimdi ilk kısma gidecek olursam;

"Zümrüt, sedef, yakutla
Kim mutlu olmuş dünyada..."

Kısacası olmayacak olan oldu gönül işlerinde. Peki barıştığı garibanlığı ile neden olmadı? Onun da cevabı bende şudur:

O garibanlık, tek başına değil, diğerleri ile bir zenginlikti. İşte asıl şimdi o zenginliğe, Yeşilova'ya dönüyor ve baştan başlayacak hepsi. Ve gene zengin olabilirler ama bu sefer doğru yoldan. Ama her zaman en büyük zenginliklerinin bir olmaları olduğunu anlamışlardır...

Lütfen hem diğer karakterlere ve hikâyelere hem de yazdıklarımın daha detaylarına değin(e)mediğim için kusura bakmayın. Yoksa Bahri'nin koskoca 2 sezon boyunca kendini evlatlık bilmesinden tut da Fikri abinin karakterli yapısına, "nalet olası benzinci Sebahattin"den tut da doğuma giderken  Naciye'nin neler yaptığına, Süleyman'nın intikamı bölümünden "Anadolum Anadolum"lara, premseslere...

Bir çok şeye değinmek isterdim ama sıkışık bir zamanda yazdım yazıyı. Bende bambaşka bir yeri olan bu diziye, Yeşil Deniz'e, ve tüm ekibine sevgiler, saygılar...

Milenyum'dan sonra da naçizane bir iki kelam ederim.

Şimdi yazıyı bitirirken 75 bölüm boyunca dilimize dolanan bağzı sözleri hatırlayalım veya sevenler tabii ki unutmadı, o zaman bir kez daha tekrar edelim:

"Orasını garıştırma orası muallak"

"Ne diyon gölöm sen doğru mu bu"

"Ak sakallı dede yapalım"

"Önemli olan sevgi, saygı, anayış"

"Operasyon başlasın gölöm...

gölöm...

gölöm...

gölöm..."


Okuduğunuz için teşekkürler,

Naim. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER