Büyüleyen gözlerinle
Yeşil yeşil bakıyorsun
Sevdalanmış yüreğime
Damla damla akıyorsun
........
Samur samur saçlarınla
Kalem kalem kaşlarınla
Çıldırtan bakışlarınla
Alev alev yakıyorsun...
Neden bu şarkı sözleri ile başladım
söylememe gerek var mı?
Hadi yine de açıklayayım. Ilgaz
Savcı, Ceylin'in yeşil gözlerini görür görmez anlamış. Biz hep yaşamaktan
yanayız tabii ama Ilgaz Savcı, Ceylin'in yeşil gözleri için gerekirse
ölebileceğini anlamış ilk bakışta.
Başlığım da garip bu hafta
biliyorum. Ama bu hafta biraz dağınık olsun istedim. Başlıktaki her şeyin
yazıda bir yeri var. Sonda anlatacağım bir de anım var.
İyi bir Yargı izleyicisi olarak ve
karakterlerin normalini artık kavramış olduğunu düşünen deneyimli bir seyirci
olarak daha önceki yazılarımda da belirtmiştim. İlk bölümdeki Ilgaz, Ceylin'e
karşı ilgisiz bir Ilgaz değildi. Çınar tutuklanmasa muhtemelen Ilgaz, Ceylin'e
kuralları öğretici bir ders verecek ama avukatlığını almayacaktı. Çünkü Avukat
Ceylin Erguvan'ın avukatlığına hayran kalmıştı.
Bölümde o kadar şey oldu bir tek
bunu mu yazacaksın diye sorabilirsiniz. Ben bir tek bu güzelliği yazmak
istiyorum aslında ama hadi bölümle ilgili de iki kelam edeyim.
Katilin Parla çıkmasına üzüldüm. Bu
zor kararların hep Ceylin'e kalması da büyük adaletsizlik. Onun omuzlarına tüm
ağır kararları yükleyip, sonra da hadi doğru kararı ver diye bekliyoruz. Dizide
doğrunun Ilgaz olarak tanımlanmasını da doğru bulmuyorum. Çünkü Ceylin'in
yürüdüğü yoldan yalnızca Ceylin'in kendisi yürüdü. Onun yaşadıklarını ve
hissettiklerini aynı yollardan, aynı acılarla, aynı şartlarla yürümeden,
kimsenin Ceylin'in yerinde olsa ne yapacağını bilemeyiz.
Ailesine hep destek olmuş,
toparlamış, kız kardeşini okutmuş, muhtemelen Zafer hapse girdikten sonra
geçtikleri daha ucuz evin kirasını ödemiş (eskiye dair videolarda daha modern
ve yeni bir ev vardı) ve kendisine yapılanları hep affetmiş Ceylin'in, İnci'yi
ve Zafer'i ondan alan sırlarla başka türlü yeniden sınanmasını izlemek
üzücüydü.
Bir çift sözüm de dizimizin yeni
ağası Derya Ağa'ya. Evet ağa dedim, yanlış yazmadım. Öyle savcılık olmaz çünkü.
Canı istediği için adam tutuklamalar, suç olmadan mahkemeye sevk etmeler,
avukatı evine çağırıp tehditkâr tavır sergilemeler, üstünkörü yapılan mobese
kamera araştırmasına kendi işine gelince göz yummalar... Daha neler neler.
Derya ile Pars'ın evlenmesini
istediğimi de pek sanmıyorum. Pars zaten çıkarı değiştiğinde dostluğu da uçup
gidebilen bir karakter. Dostluğu stabil ve güvenilir değil. Bir de Derya ile
evlenirse korkunç şekilde dostluğuna güvenilmez, düşmanlığı her an fırlayabilir
bir ikili olacaklar.
Sevgili Sema Ergenekon sizden rica ediyorum;
Ceylin’imizi avukat olarak artık doya doya izleyelim. Mesela dava çözerken
Ceylin'in düşünce sistemine girelim. Avukat olarak adımlarını izleyelim. Bunu
Ceylin'e yazın lütfen. Yoksa böylesi harika bir karakterin avukatlığını doğru
düzgün izleyemeden dizi geçip gidecek. Ve rica ediyorum Derya gibi savcılığı
hiçbir keyif vermeyen bir karakter vermeyin Ceylin'in davalarına. Yok mudur
orada Ceylin için sıfır km (yani Ilgaz ile alakası olmayan ve Derya olmayan)
bir savcı?
Ilgaz'a da iki çift lafım var.
Ceylin sana Derya'nın müvekkili Arda ile avukatı olmadan izinsiz gidip tehditkâr
şekilde konuştuğunu söylüyor ve sen hemen "Uyarmıştır o" diyorsun.
Nereden biliyorsun? Orada mıydın? Ayrıca hayır uyarmadı. Tehdit etti. Hukuk
dışı davrandı. Ceylin, Ilgaz'ı Pars konusunda şikayetlerini sıralarken dinlemiş
ve destek olmuştu. Ama Ilgaz karısını dinlemeden sadece savcı diye Derya'yı
savunuyor. Ceylin bu konularda onunla dertleştiğinde savcılığı bir yana
bırakıp, sadece koca ve sevgili olabilen bir Ilgaz görmek isterdim. Bunu
başaramıyorsa bile, savcı olarak meslektaşının yanlışını görebilen bir Ilgaz
görmek isterdim. İkisini de yapamadı Ilgaz maalesef.
Tamam, bölümdeki nahoş konularla
ilgili yorumum bu kadar. Geçelim kalbimizin keşke her daim şen olsalar
dediğimiz bülbüllerimize...
O ne güzel bir masaydı efendim.
Derya’sız ortamda Eren ve Pars da sevimliydiler. Ama kalbimizin attığı yer
belli.
Biz o nikah masasına sıfır duygu ile
gitmediğinizi biliyorduk ama duymak güzel oldu. Ilgaz’cım "sıfır
duygu"yu duyunca nasıl bozuldu, alındı. Çünkü kendi kalbindekini biliyor,
Ceylin'in kalbindekini hissediyordu.
Fakat Ceylin'in inkâr eden, Ilgaz'ın
kabul eden taraf olmasına da şaşırmıyorum.
Önce Ceylin'den başlayalım.
Ceylin zaten kendi duygularıyla daha
savaş halinde bir karakter oldu hep. Kabullenme süreci denen süreç daha farklı
işliyor Ceylin'de. Aşk için de böyle oldu. Aşk denen tehlikeyi sezip, artık
varlığını inkâr edemediği an, Ceylin için bence 9. bölümde Galata Köprüsü
üstünde, Ilgaz'ın ellerini ısıttığı andı. O an anladı ve o an yol yakınken
kaçma kararı verdi. Sonuç 9. Bölüm sonunda "Toprak yağmura ben
sana..." eşliğinde ağladığımız o muhteşem sahne oldu.
Yoksa Ceylin de biliyor o nikah
masasında otururken "sıfır duygu" filan değil, henüz sahiplenilmeyip
adı konulmamış olsa da epeyce duygu olduğunu. En azından ama adı konulmuş bir
duygu vardı. O da güvendi.
Nikahtan önceki gece telaşlı, emin
olmayan, Ilgaz'ın anne ve babasının düğün fotoğrafına bakıp "ne yapıyorum
ben?" diye soran Ceylin'di. Yapacakları şeyin paniği, hayatındaki kaos ve
acı, ailesi onu kapı dışarı etmişken yanında olan Ilgaz'ın ona uzattığı yardım
elini tutmak isteyip emin olmama hali, güvenip o adımı Ilgaz ile birlikte
atmakla, bunu gerçek hayatlarındaki insanlara nasıl anlatacakları telaşı...
Ceylin, Ilgaz'ın da dediği gibi hep zihninde yaşayan bir karakter. Tüm bu
tepkilerin de ondan gelmesi, henüz kabullenmediği birçok duygu da varken
normaldi.
Aslında Ceylin daha tutkulu, hayata
karşı içindeki ateşle savaşan ya da yol alan ve tutkusunu ve aşkını sakınmayan
bir karakter olsa da Ilgaz'a karşı beslediği duygular ilk "güven"
duygusuyla yeşerdi ve sonra diğer duygular o güven duygusunun üstünden
yeşerdi.
İlk güven duygusunun da Ilgaz,
Ceylin'in evine onu almak için geldiğinde, Gül'ün İnci'nin öldüğünü
kabullenmesinden sonraki o sahnede olduğunu düşünüyorum. 12.bölümde de o andan
bahsetmişti Ceylin çünkü. Ceylin'in kendini açışı, Ilgaz'a güvenip yanında
ağlayışı, sarılışı hep ona güvenebileceğini hissetmesiyle oldu. Sonra başka
duygular üstüne eklendi. Nikah da Ceylin için güvenebileceği "dost, sıcak
insan eli"ydi. O da duygularını besleyen bir güven basamağıydı.
Gelelim Ceylin'in yeşil gözlerini
görür görmez bir şeyleri anladığını söyleyen Ilgaz’a... Ceylin ne kadar ilk
güven duygusu üstüne duygularını inşa etmişse, Ilgaz'ın da tutku üstüne inşa
ettiğini düşünüyorum. O hep kontrollü, mesafeli ve katı adamın duvarında ilk
çatlağı kurallar dışı olan ve mesleğine hissettiğinden çok farklı olan "tutku
hissi" açtı muhtemelen.
Ceylin ve Ilgaz birbirlerinde
hayatlarında aradıkları ve eksik olan şeyi bularak âşık oldular. Ceylin'in
hayatında güven duygusu eksikti. Ailenin farklı olduğu için eleştirilen,
sevgiyi hep koşullu almış kişisiyseniz güvenle sokulup başınızı yaslayamazsınız
kimseye. Ceylin Ilgaz'da bu güveni buldu. Bunun için ilk temasları hep
Ceylin'in sokulup sarılmaları ile oldu.
Ilgaz ise hayatında hep kontrol olan
ve tek tutkusu işi olan biriydi. İşine duyduğu tutku onu özgürleştirmiyordu
ama. Metin'in kurduğu kurallar ve doğruluk düzenini besliyordu. Ilgaz'ın
Metin'in psikolojik işkencevari taktiklerle (kusura bakmayın ama bir çocuğu tüm
arkadaşlarının önünde utandırmayı pek de sağlıklı bulmuyorum) öğrettiği her şey
ile bastırdığı içindeki o asi yan, kontrolden ve hep kurallara uymaktan bıkmış
yan, bir ateş beklediğini bilmiyordu bile muhtemelen.
Bunun için Ilgaz'ın Ceylin'de
aradığı şeyi bulduğunu ilk hissettiği anın, gözlerini gördüğü ilk an olmasına
şaşırmıyorum. İlk bölümde Ceylin'in avukatlığına güvenmediğini söyleyen
babasına Ceylin'i savunuşunu hatırlayalım. "Gözü kara, duru durağı
yok." dedi. "Gözümüzün önünde ne davalar kazandı. Ağzımız açık
izledik." benzeri laflar etti. O ilk savunmaların hepsini belli bir
tutkuyla ve kişisel gözlemleri sonucu vardığı düşüncelerle hislerle yaptı.
"Ceylin yapar." dedi 2. bölümde inatla Ceylin'in avukatlık için
gelmesini beklerken. Çünkü Ceylin, Ilgaz'ın babasının ve kendisinin ördüğü
kafesin dışında, onun yapamadıklarını yapan duru durağı olmayan, inatçı ve
kendi kurallarını yazan biriydi. O gelip yine de Çınar'ı savunabilirdi.
İşte bu Ceylin ile Ilgaz'ın ilk
tanışması da onun gözlerini gördüğü o ilk anda, yani Ceylin'in Ilgaz'ın odasına
girip adını söylediği o gün oldu. Hatırlayalım o kaba, yardıma yanaşmayan, buz
gibi adamı... O zaman bile dediği şeyin kabulünü beklerken Ceylin kabul
etmediğinde ve ısrara devam ettiğinde ayağa kalkan, Ceylin'e doğru yürüyen ve
cübbesini tutmasına hiç gerek yokken, hatta işyeri kuralları gereği yapmaması
gerekirken, özel alanına girip Ceylin'in cübbesini tutan Ilgaz'dı. Yeşil
gözleri de yakından o an görmüştür. Ceylin ona haklı olarak gördüğü en
yardımsever savcı olduğunu (!) söyleyerek çıktıktan sonra odasında duramayıp
çıkan, Ceylin'i Pars'a soran da Ilgaz'dı. İlk davalarına ait duruşmalarında da
daha önceki yazılarımda bahsettiğim oyun arkadaşlığına yakışır şekilde hâkimden
ziyade, bir mücadelede üstün gelmek istercesine Ceylin'e konuşan, Ceylin
konuştukça ona laf yetiştiren ve elinde davaya dair kesin kanıt ve nedensellik
bağı yokken, yenilmemek için Ceylin'i de işin içine katıp müvekkilini kaçırabileceğini
söyleyen biraz mızıkçı oyun arkadaşı Ilgaz vardı.
Ilgaz'ın babasına bahsettiği
Ceylin'in içindeki o ateş, muhtemelen daha ilk onu yakışında yani ilk tanışmada
Ilgaz'ı etkilemişti. Daha önce de yazmıştım. Gerçek olmayacak kadar güzel olan
Ilgaz Kaya'dan çok, onun Ceylin'e hissettiği o aşktır. Neva ile ayrıldığı sabah
güle oynaya ettiği kahvaltıyı düşünürsek muhtemelen Neva ile ayrılık nedeni de
Neva ile ilişkisinde bulamadığı duygulardı. En çok da onun duvarlarını
çatırdatan tutkunun eksikliğini hissettiği için ayrıldığını düşünüyorum. Çünkü
ayrılık nedeni olarak sıraladığı şeyler aşkın olduğu bir ilişkide neden
olamayacak kadar saçmaydı. Fakat oraya ilişkideki tutku ve aşk eksikliğini fark
etmesi, özelikle de bilinçaltında gördüğü ilk anda etkilendiği yeşil gözlerin
etkisini katarsak tam oturuyor bir neden olarak.
Sözün özeti eksikliklerini
hissettikleri şeyleri onlara vererek hayatlarına giren bir aşk Ceylin ve
Ilgaz'ınki.
Yazımı bu defa kendimden küçük bir
anıyla noktalamak istiyorum.
Üniversiteyi bitirip işe başladıktan
sonra, artık işe yarar biri olmam, toplum yararına bir şeyler yapmam lazım
düşüncesiyle TEGV gönüllülerinden oldum. Orada çocuklarla ilgileniyorsunuz,
oyun oynayıp öğretmenlik yapıyorsunuz hatta. Daha yeni olduğum günlerden
birinde, biraz da kim ne yapıyor anlamak için bakınırken sınıflaştırılmış açık
bir odada çocuklara o gün eğitmenlik ya da öğretmenlik yapan bir kız gördüm.
Hiç tanımıyordum. Öğrenci gönüllüler de vardı. Onlardan biridir herhalde dedim.
Ama öyle şirin ve güzeldi ki izledim. Yeşil gözleri, uzun saçları vardı ama en
çok içten gülüşü vardı. Çocukları izledim. Sınıfta nasıl mutlu olduklarını
gördüm. Ben de umarım böyle mutlu edebilirim sınıfımda dedim kendi kendime.
Daha sonraki günlerden birinde, eğitmen gönüllülerle bir konuşmada herkes neden
geldiğini anlatırken o kız da vardı. "Dünyayı değiştirmek istediğim için
geldim." dedi. Kimse yadırgamadı. Çünkü herkesin geliş nedeni benzerdi.
Ben başka bir yerde çalışmaya başladığım için gidemedim bir süre sonra. Ama o
kızı daha sonra ekranda gördüm. Onu izledim. Altın Kelebek Ödül Töreni'nde ödül
alırken TEGV'de tanıdığım o kızı hala içinde yaşattığını görmek beni mutlu
etti. Hala dünyayı kurtarıp değiştirmek istiyor. Evet, sevgili Pınar Deniz'den
bahsediyorum.
Aslında o TEGV'deki kızı hiç
kaybetmediğini, katıldığı farkındalık ve yardım kampanyalarından
görebiliyordum. Ama içimizdeki o idealist masum çocuğu kaybetmemek de çok
önemli. Onu kaybetmemiş olması beni mutlu etti.
İçinde başka insanlara, dünyaya ve
doğaya karşı samimi sevgi barındıran insanları seviyorum. Bu insanlar yetenekle
buluştuğunda da size başka dokunuyor. Bu nedenle eğitim gönüllüsü olarak
tanıdığım o kız, ekranda her izleyişimde bana çok daha farklı dokundu.
Dünyayı değiştirmek hayatlara dokunmakla
başlar. Ne mutlu bunu başarabilenlere...