Dökmediğin
gözyaşını öyle bir alır ki hayat senden, sadece seyredersin. Kolundaki bir
yarada gizli kalanlar; bir bilekliği her gördüğünde dostunla artık
yaşanamayacak güzel günler, acılar; sessiz kalarak uçurtmayı beraber
uçuramayacağın, uçurmanın her geçen gün zorlaştığı bir aşk; parçalanmış bir
aile ve bununla değerinin sandığından az olduğunu öğrenmek ile alır göz
yaşlarını hayat senden.
Ama
onun huyudur, muziptir. Alırken, bir sür şey de katar sana. Eşit bir terazi
gibi, ölçüsü şaştı sanırsın ama hep eşittir, adına da yaşam; denir... İşte
Zeyno bunlar ve daha fazlası: Sınanmalar, kayıplar, sevinçler, yollar...
Ve
bir not: O dört kişi, tekrar tutar uçurtmanın ipinden zamansızlıkta...
Tozluyaka’yı
başladığı andan itibaren keyifle izliyorum ve hakkında da arada naçizane
yazılar yazıyorum... Bu işlerde çalışmak için çalışan biri olarak da bundan öte
bir seyirci olarak da Tozluyaka benim zamanımı ayırabileceğim nadir işlerden
biri. Burada diğer işleri veya TV’yi
küçümsemek değil niyetim, değerli senarist hocamın da dediği gibi: “Burayı
küçümsersen burada çalışmazsın.” Ben de burayı küçümsemiyorum, dizi
süreleri başta olmak üzere başka sorunlar ile dizi izlemek gerçekten çok
zorlaşıyor. Onun için dediğim gibi Tozluyaka kalbur üstü bir iş ve zamanı
değerli kılıyor. Ben de bunu ifade ediyorum. Ve de bu dizi için bir kere daha
teşekkür ediyorum!
Şimdi bu
yazının asıl konusuna geçeyim:
Asıl
konu: Dediğim gibi zaten arada yazıla yazıyorum ve Twitter’da bol bol floodlar
ile naçizane bir iki kelam ediyorum dizi hakkında. Sonra neden karakterler,
onların hikâyeleri ile ilgili yazılar yazmıyorum, çünkü onlar zaten hikâyenin
yürütücüleri, dedim; ama bunun için hikâyenin ve karakterlerin pişmesi
gerekiyordu bölümler ilerledikçe. Fakat bu dizide bu pişme uzun sürdü, çünkü
dizinin çok yüksek bir temposu var, ki bu şükür edilecek bir şey ve bu tempo
içinde karakterler bir oraya bir buraya sürüklendi ve şu an uzun uzun karakter
üzerine konuşabileceğim bir duruma geldi. Ve ben de dizi için çok önemli olan,
benim de çok sevdiğim karakter olan Zeyno ve onu şahane bir şekilde canlandıran
Serra Pirinç hakkında bir iki kelam bir şey yazmaya karar verdim.
Ama
Zeyno’ya geçmeden önce Serra Pirinç ve bundan önce hayat verdiği karakterler
hakkında konuşmak istiyorum:
Serra
Hanım’ın bir konuşmasına denk geldim ve orada şunları demişti “Küçükken hep
böyle kendimi televizyonda hayal ederdim, yani ilgim o şekilde başladı, hep
orada olmak isterdim.”
Bazı
kimseler için -ben de dahil- televizyon bir hayal. Çünkü onunla büyüyorsun ki
ben öyleyim, kendimi bildim bileli dizi TV izlerim. Tamam, şimdilerde çocukları
TV’den falan uzak tutuyorlar. Doğrudur, yanlıştır benim konum değil... Ben de
TV’den etkilendim ilk başta (tabii sonra TV ile sınırlı kalmadı da konu ben
değilim ^^). Ve eskiden beri senaryo için bir hayal kuruyorum. Serra Hanımın da
burada dediği şey bununla ilgili olur, olmaz ama bana geçen asıl duygu onun
eskiden beri bunu istemesi, sonra bunu söylemesi ve şimdi orada olması. O kadar
güzel bir enerji veriyor ki...
Dilenen
bir dilek, edilen bir dua gökyüzüne üflenmiş; bulutlara karışmış ve o
bulutlardakiler, kariyerinde/TV’de ilerledikçe yağmurun bereketi gibi düşüyor
bir bir yeryüzüne! Her karakteri bu dileğin bir yağmur damlası gibi! İşte ben
tam bunları hissettim. Ve de takip ettiğim, gördüğüm kadarıyla demin
dediklerindeki hissiyatı da olumlu bir şekilde dışa vuruyor; tavrıyla,
üslubuyla!
Şimdi de
Zeyno öncesi karakterlerine bakalım: İlk defa (yanlışım yoksa Serra Hanımın ilk
dizisi Bizim Hikâye, varsa kusuru bakmayın-) Bizim Hikâye dizisinde Müjde
olarak izledim. Müjde’nin içinde olduğu sahnelerden keyif alıyordum. Bilinçli olarak değil ama bilinçaltım galiba
burada yeteneğini görünce kaydetmiş, daha ileride güzel yerlerde görürüz için
ve doğru da çıktı. Adım adım ilerliyor çünkü!
Sonrasında
2021 senesinde yayımlanan Saklı dizisine kadar hiç denk gelmemişiz, orada da
dizinin sonlarında asıl mevzuyu patlatacak konu için bir karaktere hayat
veriyordu, görevini yerine getirmişti!
Şimdi
sıra Zeyno’da:
1. Bölümde ilk defa Zeyno'yu
gördüğümde Ali'ye âşık olduğunu anlamıştım. Ama daha yaşı küçük olduğundan bir
yanlış anlama olduğunu ve ileride hikâyenin akışı içinde gerçek duyguları
bulacağını düşündüm. (Ama ileride işin öyle olmadığını hissetim, bence.)
Sonrasında,
annesi ile beraber yaşayan, babasının da uzun yol şoförü olduğunu da öğrenmemiz
üzerine ve ileri ki bölümlerde annesi ile tartıştıklarında babası ile
dertleşmesi üzerine babasını kahraman olarak gören, annesi ile çekişen,
babasının -büyük ihtimalle- erkek çocuk sevgisini (babası bunu açıkça söylesin,
söylemesin) hissetmesi üzerine de öyle davranan, Kader'in tavrı ile de annesini
kollayıp gözeten bir kızdı. Babası geldiğinde de kahramanının etrafında nasıl
pervane olduğunda da gördük bunu!
Serra
Pirinç, arkadaşına âşık birini de bildiği sandığı doğruları başına yıkan annesi
ve babası ile olan hikâyesinde de Arap’la olan dost bağını da acısını çok iyi
yansıttığı sırdaşı, dostu Vefa'nın acısını da vb. her şeyi de yani Zeyno'yu o
kadar güzel yansıttı ki, kocaman tebrikler!
Zeyno,
bugüne kadar olmak istediği veya olmak istediğini sandığı şeyleri kendi ifadesi
ile "mış" gibi sandım dedi ve âşık olduğu Ali'nin Cemre ile
yakınlaşmasını gördü, ailesinin boşandığını öğrendi, annesinin aldatıldığını
öğrendi, Vefa'nın acısı, bir kardeşi olduğunu öğrenmesi ve babasının gözüne
girmek için çırpınan biri olduğunu ama erkek evladı önde tutan bir babası
olduğunu, daha demin dediğim belki
söylemese bile bugüne kadar sezdirmiştir bunu, bundan dolayı ne yapsa erkek
evlat isteyen bir babanın gözünde hep geride kaldığını öğrendi ve bir
aydınlanma yaşadı!
Zaten
karakterin kendini bulması için ailesel olayları ve diğer şeyleri büyürken;
kavrayıp öğrenecek ve Ali'ye olan hislerini de bu yolda sorgulayıp, tartacak!
Ama hangi yolda olursa olsun ne Ali ile ne de Arap ile ve hepsinin birbirlerine
olan bağının hiçbir zaman azalmayacağını net bir ifade ile gördük. Arap'ın
Bilal ile Kader konusundaki yüzleşmesinde Arap'ın Zeyno'yu düşünmesinde gördük.
Sonrasında Cemre'nin 9. bölümde partiye davet ettiğinde Ali ve Arap'ın gitmek
için Zeyno'ya bakmaları, o giderse gidecekler, aynı Vefa'nın partiye hep
beraber gideceksek gidelim, demesi gibi. Vb. şeyler ile bu bağı net ifade
gösterdiler bize!
Dizinin
temposu o kadar yoğun ki biz bu karakterleri ilk 5 bölüm bu tempo içinde
tanımaya çalışırken zorlandık. Ama nefes alıp, karakterleri bize çok güzel bir
şekilde (dizi içinde de kendilerine "kimsin sen" ile) tanıttıkları
bölüm olan 6. bölüm ile karakterleri tanıdık, tanımaya başladık! Ve bu bölüm,
benim Zeyno karakterini de Zeyno'nun Ali'ye olan hislerini de Vefa ve Arap'ın
Zeyno'nun Ali'ye âşık olduğunu bilmeleri ve birbirleri için diledikleri
dilekler/ettikleri dualar ile bu dostluğu ve saydığım her şeyi tam anlamıyla
gördüğüm, inandığım, sevdiğim, benimsediğim bölüm oldu; dilek balonu sahnesi de
bunları hissettiğim sahne oldu!
Bu
bölümde az önce de dediğim gibi Zeyno'nun kendini bulması için bir yolculuk
lazımdı ve mahalledekiler dışında da bu yolculuğa eşlik edebilecek kişileri de
(Ege ve Çağrı) tanımış olduk. Şimdi buradan yola çıkarak şunu diyeceğim:
Senaryodaki amaçlardan, aslında temelinde yatan şey, biri de seyirciye bazı
duyguları geçirmek, yani ona kendinde bir şeyler buldurmaktır. Benim de
bulduğum Zeyno ve Ali ve Tozluyaka mahallesindeki dostluk...
Dediğim
gibi kendimden bir şeyler buldum ve ileride Zeyno ve Ali'nin yolculuklarının
sonunda, kaderlerinin ortak olduğunu düşündüğüm için, Zeyno ve Ali'nin
olacağını düşünüyorum. Belki objektif olarak doğru yaklaştım, belki de az önce
dediğim gibi kendimden bir şey bulduğum için sübjektif olarak olmasını istedim.
Bu önemli değil, sonuçta bu benim kişisel yorumum, düşüncem. Zeyno ve Ali'nin
kaderleri belki bir değildir, ben sadece bir olmasını isterim ama olmazsa olmaz.
Bundan önemlisi
Zeyno'nun (bu yazı Zeyno yazısı olduğu için Zeyno ile devam) yolculuğunu,
karakter gelişimini ve esas hikâyenin içindeki görevini izlemek, takip etmek! Ve bu da inanılmaz derecede
Zeyno'yu sahiplenip ekrana güzel geçiren Serra Pirinç’in sayesinde.
Ama
tabii ki bu diziyi ve bu dizinin bir parçası olan bu karakteri kuran, yazan
Yekta Torun’un ve ekibinin; görselleştiren Semih Bağcı ve tüm ekibin emeğine
sağlık!
Aynı
akşam önce kendi ödül aldı, sonra dizi olarak ödül aldılar, ödüller için canı
gönülden tebrik ederim, başarınız daim olsun. (4 yapraklı yonca emojisi)
Fenerbahçeli
olması ile Serra Pirinç’e, börek sevgisinden dolayı Zeyno’ya kalp emojisi!
Naçizane
bir yazı, teşekkürlerimle,
Naim!