Haziran
ayının sahalara giriş yapmasıyla birlikte son birkaç haftadır televizyon
ekranlarımızda tanıtımları dönen diziler açılış yapmaya başladı. Hâl böyle
olunca da bana, bir yazarlık öğrencisi olarak oturup izlemek kaldı.
İlk
perdeyi açan Seversin isimli yeni iş ise bana kalırsa gerek kadrosu, gerek esas
çiftinin kediyle fare oyunu durumuyla tam bir yaz dizisi enerjisi taşıdığını kanıtlamış
oldu.
Birinci
bölümü biraz giriş niteliğinde olduğu için herhangi bir şey yazmasam da ikinci
bölümle birlikte konular birikmeye başlayınca ben de bu yeni hikâyeyi incelemek
için klavyenin başına oturdum.
Çocukları
arasında köprü olmaktan helak olan tatlı sert annesi, kıtıpiyoz kocasından bir
türlü vazgeçemeyen ablası, maçoluğunun ayarsız ölçüsü fenalıklar getiren abisi
ve ünlü olma meraklıyla yanıp tutuşan diğer ablasıyla birlikte yaşayıp giderken
hayat ve geçim derdinde kendini paralayan hafif asabi esas kızımız Asya’yla
egosunu üç lira farkla ekstra büyük boy tercih etmiş oldukları elli metreden
belli olan Tolga Tuna’nın hikayesi bu yaz ekranlarda iyi yer edecekmiş gibi
duruyor.
Faydasız
eniştesinin başlarına açtığı işler yüzünden hiç bilmediği bir evrene düşüveren
Asya’nın her şeye rağmen dik duruşu ve kendini ezdirmemesi de her ne kadar
ailesi için istemediği bir işe girmesiyle klişeliğe göz kırpsa da genel olarak şimdiye
kadar izletilen birçok yaz dizisi karakterine göre biraz daha farklı olduğunu gösteriyor
gibi.
Keza,
kendisini bir kas yığını değil de usta bir aktör olarak tanıtsa da içi boş egosu
o iki metrelik boyundan büyük olan Tolga da en azından buz dağından hallice bakışlarıyla
etrafta dolaşan bir holdingin patronu değil, etrafındaki herkesin de dediği gibi
şeytan tüyü olan bir oyuncu. Ayrıca, renkli bir tipleme olduğu belli olan
menajeri ve henüz ne işle meşgul olduğunu bilmediğimiz en yakın arkadaşıyla
birlikte eküri olarak gayet eğlenceli ve tipik arkadaş gruplarına göre daha
izlenilesi duruyor.
Ama
daha önemlisi, henüz esas kızımızla olan yakınlaşma sahnelerinde iç bayıltan ‘erimeli
bakışmalar’ olmadı. Hatta tam tersi, her dip dibe gelmelerinde kediyle fare
gibi kavgalar, karşılıklı laf sokmalar, gırtlaklama girişimleri ve ufak çaplı çatışmalar
yaşandı.
Bu
da dizinin içindeki klişeleri göz ardı edip farklılıklarına odaklanmamıza yardımcı
oluyor desem yalan olmaz sanırım.
Çünkü
yiğidi öldürüp hakkını yememek gerekir ki; gerek senaryosundaki ufak nüanslar,
gerek birkaç karakterin yansıtılmasındaki ustalık ve eğlenceli hâller, gerek de
içinde bulunduğu sektöre yaptığı ufak dokundurmalar ve aralara eklenilen
parodimsi sahnelerle birlikte şimdiye kadar izlemekten helak olduğumuz tipik işlerden
biraz farklı olacak gibi duruyor.
Gerçi,
yayınlamış olan iki bölümde de bulunan rüya sahnelerindeki dramatize edilmiş hâl
ve tavırlarla karıştırılmaya çalışan ama arada tost olan komedi unsuru bir
noktada tuzlu ayran ve tansiyon aleti aramak istememe sebep oldu. Ama şimdilik
o kadar kusur kadı kızında da olur deyip geçiyorum.
İkinci
bölümün sonunda, yolları kesiştiği andan itibaren ondan kurtulmak için türlü numaralar
üretip kuyular kazmaya çalışan Tolga’nın kendinden büyük egosu, mabadına yediği
o güzel tekmeyle müsait bir yerdeki kuyuya düşüp silleyi yemesi de epey iyi
oldu.
Çünkü
bu gereksiz egosu, baygınlık geçirtecek kadar saçma olan büyüklük taslama ve
kendinden küçük olanı ezme çabası biraz daha ilerleseydi yan etki olarak baş dönmesi
ve mide bulantısı yaratıp ekranı kapatma isteği uyandırabilirdi. Ama neyse ki
eden, buldu.
Gelecek
bölümde de egosunun altında kalıp hayatın gerçekleriyle biraz yüzleşmek ve çabalamak
zorunda kalacak olması eğlenceli, Asya’yla olan hafif gerilimli çatışmalarının
gelişimiyle onlarda yaratacak olan etkilerini izlemek de baya güzel olacak gibi
duruyor.
Sözün
özü, severiz gibi görünüyor...