Netflix’te birkaç gün önce, hikayesiyle,
oyunculuğuyla, yönetimiyle dünya kalitesinde bir Türk işi yayınlandı. Birce
Akalay, 85-90 arası doğan kuşaktan, yani Z Kuşağı'nın ablası denecek yaşta,
şöhreti ve başarısıyla ışıl ışıl parlayan haber sunucusu Lale Kıran karakterini
canlandırıyor. Bir de elinde akıllı telefonuyla doğmuş, kendi yoksul geçmişini
yok etmek isteyen, instagram'da gördüğü fenomenlerin ve ünlülerin şöhret ve
servet dolu hayatını sonuna kadar hak ettiğini düşünen Aslı’mız var. Aslı yeri
geldiğinde yalanı ve entrikayı da bir enstrüman gibi kullanmaktan geri kalmıyor
ve çocukluğundan beri aşkla takip ettiği haber sunucusunun hayatına sızıveriyor
elindeki silahı, akıllı telefonuyla.
Şimdi ustaca, spoiler mayın tarlasının tehlikeli
topraklarında, sizi de patlatmayarak yürüyeceğim izninizle. Hikâyede çok büyük
ve çok sert alt metinler var. Bir kere dizideki Z Kuşağı'nın hiç sabrı yok ve
istediği her şey hemen olsun istiyor. Sabır, sebat, çalışmak, disiplin, emek
gibi kavramlar çok da bir şey ifade etmiyor yeni inşa ettikleri dünya
düzeninde. Onlar için sadece varılması gereken yüksek yerler var. Evet, hedef
bile değil, yüksek yerler. Nitelikten ziyade nicelik barındırıyor
sadece. Şöhret, çok ünlü olmak, en ünlü olmak, herkesi kendine hayran bırakmak,
servet, para, çok para, daha da çok para, güç, hükmetme…
Aslı, Lale Kıran olmak istiyor ama Lale’nin Lale Kıran
olmak için ne kadar çalıştığını ne bedeller ödediğini ne kadar zorlandığını
bilmiyor. Bununla ilgilenmiyor da. Lale Kıran’ın işinde kendini ne kadar
yetiştirdiğiyle, nasıl çalıştığıyla da ilgilenmiyor. Giydiği kıyafetlerle
ilgileniyor. Dürüstlüğü de umurunda değil mesela. Yani Lale Kıran’ın
malzemeleri olmadan kendinden bir Lale Kıran pişirmek istiyor; kek yapar gibi.
Burada Lale Kıran’ın analog dönemden olması
şanssızlığı mı peki? Şansı mı ya da? Çünkü Lale, Aslı’nın telefonundan on milyar
şarkı arasından istediğini dinleyebildiği yaşlarda walkman’inin pilleri
bitmesin diye kalemle kaset sarıyordu sevdiği şarkıyı dinleyebilmek için. Müzik
dinlemek için bile emek harcaması gerekiyordu. Ya da Aslı’nın Miami’de tatil
hayali kurduğu yaşlarda bir çatışma alanında savaş muhabirliği yapıyordu, hayal
kurma lüksü bile yoktu. Haberci olacaktı işte, gerçeğin peşinden ayrılmıyor
ve hep dürüst oluyordu, başka da yapacak bir şey bilmiyordu. Hedefe giden yolda
yürüyordu sadece. Hikâyeye göre Z Kuşağı'nın kaçırdığı şey buydu işte.
Hayranlıkla baktığınız ve çok önemli bir tırnağın içinde “nitelikli” olanlar,
oralara sizin yaşadığınız gibi sosyal medyada yalandan dünyalar kurarak
gelmediler. Evet artık güç sizde, yeni nesil sizsiniz, bizi yok edip tüm
dünyayı siz ele geçireceksiniz ama bu böyle olmaz diyor Kuş Uçuşu. Baktım ki
elinde telefonuyla Aslı gibi yaşayan bir Lale akranıyım. Vallahi utandım kendimden.
Ben de köpeğimle story atmak yerine kalktım size bu yazıyı yazayım dedim.
Sanırım bizi sadece ve sadece çalışmak kurtaracak.
Kuş Uçuşu gurur veren Türk yapımlarından oldu şahsım
adına. Topuk seslerinin çınladığı plaza koridorlarında dönen ayak oyunları
kafalara taş atar gibi anlatılmış dizide. Hırs ve çıkar uğruna yola beraber
çıktığı arkadaşlarını satanlara selamlar çakılmış, ince sitemli. Ve yalanlar ne
kadar zekice olursa olsun elde edilenin ancak dürüstlükle ve çalışarak anlamlı
olduğunu bağırmış yüzümüze yüzümüze.
Bir gecede, sıcak havada kafaya dikilen buz gibi su
gibi aktı gitti 8 bölüm, seyretmenizi dilerim.