Bridgerton: Korkmam artık, sen varsın

Bridgerton: Korkmam artık, sen varsın
İnsan, sadece güzel bir yüzden ya da bedenden değil; çokça korkudan, endişeden, umutsuzluktan ya da umuttan oluşan karmaşık bir varlıktır. Yüzümüze taktığımız “sahte bir o kadar da özenli her şey yolunda maskeleriyle” içimizde sakladıklarımızı bastırmaya çalışırız ama her duygu, öyle ya da böyle bir şekilde gün yüzüne çıkmayı başarır...

İlk sezonuyla izleyicilerin sadede ekranlarına değil; dillerine ve yüreklerine de yerleşmeyi başaran Bridgerton dizisi, yepyeni sezonuyla aramıza döndü. Bu sezonla ilgili anlatılmaya ve yazılmaya değer o kadar çok detay ve güzellik var ki!

Geçen sezon, 1800’ler Londra’sının ihtişamlı, şaşaalı bir o kadar da skandallarla dolu balo akşamlarında, genç kızlarımızın; ruhlarını ve kalplerini boş verip paralarına ve altınlarına talip oldukları erkeklerle izdivaç kurabilme sorunsallarına tanık olmuştuk. Toplumun ve onların fazla ilkel beklentilerinin sesini kısıp kendi kalbinin peşinden giden Bridgerton ailesinin güzeller güzeli kızları Daphne’nin Hasting Dükü Simon Basset ile olan evliliğiyle sezonu tamamlamıştık. Dizinin yeni sezonunda bizlere farklı hikayeler, konular ve karakterler eşlik ediyor. Sezonun ana hikâyesini bu kez, Bridgerton ailesinin bitmeyen gece hayatıyla ve dillere pelesenk olan çapkınlıklarıyla tanınan Vikont’u Anthony Bridgerton şekillendiriyor. Bu kez izdivaç sorunsalının merkezinde bir erkeği görüyoruz. Ne istediğini ya da istemediğini bildiğini sanan, kalbini uzun zamandır kapalı sandıklara kilitleyen, aşkla arasına aşılmaz duvarlar ören, hayata karşı cesur sevgiye karşı hep bir adım geri duran bir erkek...

Anthony Bridgerton, babasının erken yaştaki ani ölümünden sonra tüm ailesinin maddi ve manevi yükünü sırtlamış, küçük yaşta büyümek zorunda kalmış, tek vazifesinin ailesine uygun bir Vikontes seçerek soyunu sürdürmek olduğuna inanmış, belirsizlikler arasında kaybolmasına ramak kalmış oldukça kırılgan bir ruhtur. Bekarlığa veda edip Vikontes’ini seçeceğini söylediği anda birden tüm cemiyetin gözdesi olur. Buradaki gözdeliği sağlayan Anthony’nin kendisi değil, soyadı ve “sandıklara sığmayacak dolulukta olan aile mirası”dır. Kızlarını bir koyun olarak görüp onlara rahat rahat otlanacakları erkekler arayan anneler, Anthony Bridgerton’u hemen kıskaçlarına alırlar. Bu ilgiden son derece memnun olan zeki bir o kadar da küstah Vikont’umuz dünyada gerçek aşk diye bir şeyin var olmadığına inandığını sık sık dile getirirken, hayat onun için asla tahmin etmediği kartlar dağıtmaya başlar. Uzun süreli bir ayrılıktan sonra tekrar Londra’ya dönen Sharma Ailesi ve onların büyük kızı Kate, Anthony’nin “gün yüzüne çıkarmaktan korktuğu duyguları”nın aynası olur...

Ailenin küçük kızı Edwina’nın izdivacı için Londra’ya dönen Sharmalar, cemiyette büyük bir hareketliliğe neden olur. Edwina’nın kraliçe tarafından “sezonun elması” ilan edilmesi ise kendi kızlarının talihini düşünen “ geyik postuna bürünmüş kurtların” yani cemiyet hanımlarının Sharma ailesi hakkında yepyeni dedikodular fısıldamalarına sebep olur. Edwina Sharma, güzelliği, iyi eğitim almış oluşu ve popülerliği ile Anthony’nin gözünde en iyi Vikontes adayı olmayı başarır ama bu izdivacın önünde büyük bir engel vardır: Edwina’nın yaşı yirmi altıya geldiği için toplum tarafından evde kalmış ilan edilen farklı ve açık sözlü ablası Kate’in onayını alabilmek!

Anthony, Edwina ile aşkın ve sevginin olmadığı sadece görevlerin üstün geldiği bir evlilik yapmak ister fakat Kate’i tanıdıkça ve onunla vakit geçirdikçe bambaşka yönlere çekilmeye başlar. Sonuçta yönü aşktan esen bir rüzgâra kim karşı durabilir ki?
Kate için de durum hiç farklı değildir. O da Anthony gibi babasını erken yaşta kaybetmiş, ailesinin tüm sorumluluğunu üstüne almış, kendisini kardeşine ve onun mutluluğuna adamıştır. Kate, cemiyetin kurallarına ve dayatmalarına karşı çıkarak, ömrü boyunca yalnız ve özgür bir kadın olmayı seçecektir çünkü ona göre de gerçek aşk diye bir şey yoktur sadece sorumluluklar vardır. Fakat onun için de hayat bambaşka planlar hazırlar ve Kate de Vikont Anthony’ye delice ve karşı koyulmaz biçimde âşık olur. Hani “insan, yarası yarasına denk geleni sever” derler ya Kate ve Anthony’nin yaraları da ortaktır şifaları da... Ortada büyük bir aşk büyür fakat ikisi de birbirinden sürekli kaçar, ne kadar kaçsalar birbirlerine o kadar denk gelirler, bedenleri denk gelmezse gözleri denk gelir, gözleri denk gelmezse birbirlerine karşı kurdukları hayaller denk gelir...

Kate, at binmeyi seven, av yapmaktan korkmayan hatta Anthony’yi şaşırtacak biçimde avı ilkel bulmayan, çok okuyan okuduğu kadar da düşünen bir kadındır. Anthony çevresini saran benzerlikler içerisinde güneş gibi parlayan bu farklılıklara asla kayıtsız kalamaz ve aşk, tüm görev ve sorumlulukları bertaraf eder. Herkes susar, her şey anlamını yitirir geriye sadece aynı dili konuşan iki aşık kalır. Anthony aşkı, daha önce hiç kullanmadığı sözcüklerle yeniden tanımlar; korkmadan ve derin bir tutkuyla...

“Aşk, yüreğini tamamlayacak kişiyi bulabilmektir. Aşk, seni hayal bile edemeyeceğin kadar iyi bir insan haline getirebilecek kişiyi bulabilmektir. Aşk, sevdiğin kadının gözüne bakıp şimdiye kadar tanıdığın en mükemmel kişinin o olduğunu iliklerine kadar hissetmektir.”
Anthony Bridgerton

Aşkla, danslarla ve eğlencelerle dolu balo akşamlarından ayrıldığımız anda bizleri bu kez Lady Whistledown’un Cemiyet Gazetesi kucaklıyor. Whistledown, kalemini bu sezonda da oldukça sivri tutmayı başarıyor fakat yazdıkları şeyler geçen sezondaki gibi evlilik meraklısı genç hanım ve erkeklerle sınırlı kalmıyor. Toplumun bu, evlilik adı altında yarattığı utançlara, bir gereklilikmiş gibi görünen ve hep göz ardı edilen kusurlara yazılarında sıkça yer veriyor. Lady Whistledown söylemleriyle tüm kadınların adeta ortak sesi olmanın yanı sıra, bir kadını değerli kılan şeyi güzel bir elbise ve iyi bir dansla sınırlandıran beyinleri zekice yapılmış ironiler ile adeta yerden yere vuruyor. Dizinin bu yönde bir toplumsal mesaj vermesi o kadar değerli ve kıymetli ki... Cemiyetteki herkesin sırlarını kaleminde saklayan Lady Whistledown, Bridgerton’un yeni sezonunda kendi sırlarını, peşinde olan tüm meraklı gözlerden saklı tutmaya çalışıyor. Bu tezatlık da dizideki olaylar dinamizminde önemli bir yer oluşturuyor.

Bridgerton dizisinde benim çok sevdiğim taraflardan biri de dizinin tek bir duygu üzerine kurulup, Birçok duygu durumunu içinde barındırması.  Biz bu sezonda sadece Anthony’nin aşkını değil; gençlik travmalarını, korkularını, kimseye göstermediği yanlarını da izliyoruz. Hep çok güçlü durmaya çabalıyor Anthony, yıkılmaz ve ulaşılamaz olmak istiyor. Sevdiklerini kaybetme korkusu bir örümcek gibi ağlar örüyor yüreğinde, bu ağlardan ve korkularından Kate ile kurtuluyor. Zayıflık olarak nitelendirdiği aşk bir bakıyor ki en güçlü tarafı oluveriyor. Aynı çok sevdiğim bir şarkının sözlerindeki gibi:

“Ayrılmam istersen hiç yanından
Çağırsan gelirim çok uzaklardan
Eskiden korkardım yalnızlıktan
Korkmam artık, sen varsın...”

Gelelim dizideki oyunculuklara. Vikont Anthony Bridgerton karakterini canlandıran Jonathan Bailey, onu izlemeye doyamadığım her bölümde beni bambaşka duygulara götürdü. Kate karakterini canlandıran Simare Ashley ile olan sahnelerindeyse kesinlikle ikisi de “anlatılmak istenen duygunun çok üzerinde bir performans” sergilemişlerdi. İkilinin arasındaki çekimi ve aşkı her sahnede iliklerime kadar hissettim.

Bridgerton, yeni sezonuyla kalbimdeki tüm kelebekleri kozalarından çıkarmayı başardı. Umarım sizlere de böyle duygular yaşatmayı başarır...  Herkese şimdiden iyi seyirler dilerken, yazımı Lady Whistledown’dan aşina olduğumuz bir söylev tarzıyla bitirmek isterim:

“Evet Sevgili Okuyucu,
Yazarınız sizler için Bridgerton’un yeni sezonunun en derinlerine inmeye çalıştı. Vikont Anthony Bridgerton’da da gördüğümüz gibi, hiçbir korku aşktan üstün değildir. Aşk da zaten korkakların işi değildir. Aşk, büyük bir özen ve cesaret ister, yürekten akan, dile dökülen bir cesaret...

Yazarınız, Bridgerton ailesini ve Cemiyet’teki yepyeni skandalları sizlere anlatmak için yine burada olacak. Takipte kalın.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER