Hayatının bir yerinde “elbet bir gün…” demeyen var mıdır
acaba? Cümlenin devamı nasıl gelirse gelsin, hepsi de ortak bir paydada
buluşur: yaşanılan gerçeği değiştirecek bir ümit. Bir öfke. Bir hesaplaşma. Bir
haksızlığın ödeşmesi. Hepsinin de yolu bir değişime çıkar. Bu değişimin paraya
bağlananları olmasa da olur değişimlerdir genelde; yat, kat, ve saire. Bir de
olmazsa olmaz değişimler vardır ki onlar gerçek olanlardır ve sadece eyleme
yaslanır, sadece eylemle beslenirler.
Fox TV’nin yeni dizisi Elbet
Bir Gün’de Şebnem Bozoklu’nun ustalıkla hayat verdiği Nesîme’nin ‘elbet bir
gün’ isyanı da işte bu ikinci gruptakilerden.
Nesîme’nin isyanı neye? Toprağının töresine mi? Yoksul
ailesinin çaresiz tercihlerine mi? Kendi kaderine mi? Kendi kaderlerini
Nesîme’ninkinin üzerine inşa edecek gücü olanların o gücü kullanma biçimlerine
mi? Hepsine mi?
Galiba hepsine.
Ve benim seyrettiğim birinci bölümden anladığım, Nesîme bütün
bunlara isyan etmek için gereken tek şeye sahip: Cesarete…
Başkalarının ona biçip diktiği hayatı üzerinden çıkartıp
atma cesaretine… Yüksek konforu itip görece sefaleti kabullenme cesaretine…
Etinden teninden kanından yarattığı kızını, can parçası kız kardeşini terk edip
gitme cesaretine -ki, yarın bir gün onlar da aynı kaderle karşılaştıklarında
“annem/ablam yaptı, ben de yapabilirim” deme cesareti bulsunlar diye…
Nesîme’nin cesareti bunlarla da sınırlı değil; bir de ‘göze
alma’ tarafı var o cesaretin. Kocasını bırakıp sevgilisiyle kaçarak ‘namussuz’
damgası yemeyi göze alıyor mesela. Çocuğunu terk edip giden anne diye
damgalanmayı, kardeşini zalimin insafına bırakan hayırsız abla yaftasını ömür
boyu alnında taşımayı da göze alıyor.
Ne için peki? Aşk için mi? Benim bölüm hikâyesinde
görebildiğim kadarıyla, ve öyle olsaydı da ayıplamazdım, aşk için değil.
Yukarıda sözünü ettiğim o değişim için. Eylemle desteklenmeden gerçekleşmesi
mümkün olamayacak olan o değişim için. Bir nevi devrim için.
Her gerçek devrimde kan akar derler ya hani; Nesîme’nin de
kanı akıyor. Hem gerçek anlamda hem mecazi anlamda. Gerçek olan, kocasından
gördüğü şiddetle akan kanı. Mecazi olan da cesur isyanıyla yediği damgalar
yüzünden damarlarında akamadan donup kalan kanı.
Nesîme farkında değil belki ama, Nesîme sadece Nesîme değil.
Sadece bu topraklarda milyonlarca, yeryüzünde milyarlarca Nesîme var. Sadece
kendinin olduğunda sevmeyi bilen (ve tam da bu sebeple aslında hiç bilmeyen)
Cemil gibi erkeklerden, yoksulluklarını güçsüzlüklerini korkaklıklarına bahane
edip can parçası evladının arkasında durmayan ailelerden kurtulabilmelerinin
tek bir yolu var: ellerini toprağa basıp, yekinip doğrulmak.
Nesîme’nin yaptığı gibi.
Tek bir bölümden mi çıkarttın bunları diyeceksiniz. Değil.
Kadının yaratıcı gücünü bastırmak için akla gelmedik yollar arayıp bulan
ataerkinin beş bin yıllık tarihinden çıkarttım. Bir de, Gül Oğuz’un, yaptığı
her iş kendisinden sonra kalacak son işmiş gibi çalıştırdığı yaratıcı aklından
ve vicdanından.
Sinem Ünsal’ın, Şebnem Bozoklu’nun, Burak Yamantürk’ün,
Muhammet Uzuner’in, Yağmur Özbasmacı’nın, oyunculukları için bile seyrederim bu
diziyi. Hele bir Helin Kandemir var ki, artık hep takipteyim.
Televizyona aptal kutusu derler ya… Değildir. Televizyon
Pandora’nın kutusudur; içinden her şey çıkar. Elbet Bir Gün ile bu sefer kadın mücadelesine çok fiyakalı bir
selam çıkmış.
Seyrediniz, seyrettiriniz.