Bir dizi hakkında yazı yazarken aslında kendi içime dönüp
sorgulamam gereken şeylerle uğraşıyorum. Tabii bu uğraş için dizinin
düşüncelere sevk edecek kabiliyeti olmasını gerektiriyor. En azından benim
için. Aslında diziyi vesile yapıp düşünme pratiği yapıyorum. Yazarak
düşüncelerimi süzgeçten geçirmek yeni şeyler fark etmemi sağlıyor, her
seferinde.
Bir Başkadır dizisini yayınlandığı gün izlemeye başladım.
Berkun Oya, Masum dizisi ile radarıma girmiş ve takip edilesi bir üretici
olmuştu benim için. Ortaya güzel bir şey çıkacağına dair beklentim vardı.
Beklentimi karşılayan bir yapım seyrettim.
Masum’dan daha çok sevdiğimi de eklemeden geçemeyeceğim. Bir diziyi
sevme kriterim dizi bittiğinde içimde oluşan duyguya göre değişiyor. Bazı
diziler bende hayret duygusu oluşturuyor. Bu duygu diziye dair değil daha çok
diziyi üretenlerin yaratıcılığına karşı bir hayret. Nasıl yapmışlar öyle
diyorum. Keşke ben de bu tarz bir dizi yazabilsem. Örneğin Babylon Berlin’i
izlediğimde bu duyguyu hissetmiştim. Ama bende üzerine yazama isteği uyandırmadı.
Bir de izlediğimde içimde tanımlanması zor duygular
oluşturan diziler oluyor. Bir Başkadır bittiğinde bu tarz bir hissiyat vardı
üzerimde. Biraz üzerine düşünmem gerekti. Dizi bittiğinde nedense içim şefkat
duygusu ile dolmuştu. Yüzümde bir tebessüm ile ayrıldım dizinin başından. İçimi
umutla dolduran, insana yaşadığını hissettiren bir dizi vardı karşımda. Bu
zamanlarda zor bulduğumuz bir şey. Bu kadar yüce bir duyguyu hissettirmek büyük
mesele. Berkun Oya’yı tebrik ederim. Şefkat aşktan daha güçlü bir duygu. Çünkü
aşkta karşılık beklentisi vardır. Aşkımıza bir karşılık bekleriz. Şefkat ise
beklentisiz sevmektir. Ayırt etmeden.
Bu duygunun oluşma safhasını biraz deşeyim istedim. Tabi
sübjektif olarak. Çünkü okuduklarımdan anladığım kadarı ile Bir Başkadır
herkeste şefkat duygusu uyandırmamış. Bir dizi izlediğimde -gerçekten
heyecanlandığım bir iş ise- insanlar ne düşünmüş diye merak eder okuma yaparım.
Aynı şey kitaplar ve filmler içinde geçerli. Hayatta en sevdiğim eylemlerden
biridir. Sanırım birçok kişi için bu böyle. Sosyal medyaya baktığımda ise
dizinin adeta bir katalizör görevi gördüğünü fark ettim. Dizi izleyen herkeste
bir duygunun açığa çıkmasına sebep olmuş. Kimi nefretini kusmuş, kimi
travmaları ile yüz yüze gelmiş. Kimi hayret duymuş, kimi kıskançlık. Ama ne
olursa olsun bir şekilde dizi duyguları harekete geçirmişe benziyor. Bunu
başarabilmek büyük bir meziyet. Bu etki ne kadar sürer bilmiyorum fakat bence
dizi bir Ezel, bir Şahsiyet gibi yıllarca dönüp dolaşıp üzerine konuşulacak bir
işe dönüşecek galiba.
Sosyal medyada bu kadar patırtı gürültü koparmasının
sebeplerini düşündüm kendimce. Yapılan birçok yorumu okudum. Herkes karakterlerin
toplum içinde sözüm ona bazı kesimleri temsil ettiğini düşünmüş. Kendini fark
etmeden de olsa bu kesimlerden birine koyan birçok kişi de itirazlarını bu
noktadan dile getirmiş. Toplum kesimlerini doğru ya da yanlış yansıttığına yönelik
tepkilerini ortaya koymuş. Ben de diziyi bitirdiğimde böyle bir yanılgıya
düşmüştüm. Sonra yukarda da belirttiğim gibi dizinin bende oluşturduğu duyguya
odaklanmak istedim. Bende oluşan duygu şefkatti. Peki, sebebi neydi?
Cemil Meriç, “Bu Ülke” adlı kitabında Balzac’tan bahsederken
“Bir adamı tanımak için düşüncelerini, acılarını, heyecanlarını bilmemiz lazım,
hiç değilse. Hayatın maddi olaylarıyla ancak kronoloji yapılabilir.” diyor. “Adam”
yerine “İnsan” kelimesini koyabiliriz sanırım. Evet, bir insanı tanımak için
düşüncelerini, acılarını, heyecanlarını bilmemiz lazım, hiç değilse. Bu
düşünceye sonuna kadar katılıyorum.
Bir Başkadır dizisinde bulduğum şey insandı. Düşünceleri,
acıları, heyecanları ile insan. İnsanı temele oturtmuş bir dizi bu. Berkun Oya
neyi amaçlayarak yazdı bilmiyorum ama benim bulduğum insandı. Yasin’in
Ruhiye’nin acılarına ortak oldum. Peri’nin düşüncelerini değiştirme sancısına
ortak oldum. Meryem’in heyecanlarında kendimi buldum. Başkalarının dayattığı
etiketlerden arınıp insan olmanın, ortak duygularla sarsılmanın zevki kalmıştı
damağımda. Her karakterine eşit uzaklıkta olan bir anlatıdan ziyade her
karakterine insan olarak yaklaşan bir dizi buldum ben. Başkalarının etiketleri
ile diziye yaklaşıp insan faktörünü devreden çıkaranlar ise nefret ettiği
karakterler, anlamsız diyaloglar, yabancı simalar buldu sanırım. Kafamızda
kurduğumuz etiketlerin içine hapsettiğimiz, sıfatlar ile boğduğumuz bir
karakterden insan olmasını nasıl bekleyebiliriz. Mesela, bazıları Ali İhsan
karakterine takılmış. Kafasında konumlandırdığı hoca figürüne aykırı bir
karakter bulunca koparmış yaygarayı. Demiş “böyle hoca mı olur.” Olur, neden
olmasın. Ali İhsan da insan değil mi? Onun da acıları, heyecanları, düşünceleri
yok mu? Var olduğuna hemfikiriz galiba. Öyleyse sosyal medyanın toz dumanından
uzaklaşıp her karaktere insan olarak bakamaz mıyız?
Bu soruyu soruyorum çünkü diziyi beğenen bazı insanlar da
dizinin toplumun farklı kesimlerini çok iyi ele aldığı üzerine durmuşlar.
Seküler, laik, dindar gibi kelimeleri öne çıkarmışlar. Aslında öne çıkarmamız
gereken şey “insan” faktörü değil mi? Diğer türlüsü bu kavramlarla toplumu
ortadan ikiye bölenlerin işine yarar gibi geliyor bana. Kendi tecrübelerimden
yola çıkarsam, dizideki karakterlere benzer düşüncelere sahip insanlarla bir
arada bulunma fırsatım oldu. Benim -tercihlerim ve hayata bakış açım sayesinde-
farklı düşünen insanlar ile bir araya gelme ihtimalim oldu. Dizide de farklı
düşünen insanların bir kurgu ile bir araya gelip konuşmasını izliyoruz. Peki,
gerçek hayatta bu pratik ne kadar işliyor. Bu farklı düşünen insanları kim bir
araya getirip “ Arkadaşlar yok bir birinizden farkınız, hepiniz aynısınız”
diyecek. Bunu yapabilecek bir kurum veya bir irade var mı çevremizde. Ben
göremiyorum. Ben bu sloganı haykırmak, herkese duyurmak, herkesi bir araya
getirip konuşturmak isterdim. Hayatın getirdiği mecburiyetlerle değil, acaba “Nasıl
biri? Derdi ne? Sıkıntısı ne?” diye
düşünüp birbirlerine soru soran, birbirini anlamaya çalışan insanlar olmak çok
mu zor. Bir diziden bunu sağlamasını bekleyemeyiz. Ama bir dizi böyle bir
ihtimalin ne kadar güzel bir şey olduğunu bize gösterebilir. Bir dizi bir
insanın düşüncesini değiştirebilir. En azından bazılarına insan olduğu
hatırlatılabilir. Belki önce kendimizden başlayıp bir araya gelmekten
çekindiğimiz insanlar ile aramıza ördüğümüz duvarları yıkmalıyız. Onların
acılarını, düşüncelerini, heyecanlarını anlamalıyız.
Ortak acıları, ortak düşünceleri, ortak heyecanları ön plana
çıkarmaktansa acıları yarıştıran, düşünceleri dayatan, heyecanı kalmamış bir
toplum olduk. Bir Başkadır belki birkaç güne unutulup gidecek. Bu tartışmalar
yorumlamalar bitecek. Bu yazı da uzay boşluğunda unutulup gidecek. Ama benim
içimde doğurduğu umut baki kalacak. Çünkü bu ülkenin her şeyden daha çok, bir
arada yaşayabileceğimize dair olan umudumuzu güçlendirmeye ihtiyacı var. Bu
ihtiyaç çığ gibi büyüyor. Yakın gelecekte herkesi içine alacak ve birbirini
anlamaya hazır bir toplum oluşacak diye ümit ediyorum. Başka bir çıkış yok.