Sevgili RaniniTv takipçileri, önceki yazılarımdan birinde
sizlere İngiltere Kralı Henry Tudor’un karısı devrik ve cadı kraliçe olarak
anılan Anne Boleyn’i anlatmıştım. Bu yazımda onun babası tarafından asla kabul
görmeyen, annesinin acılı geçmişinin yükünü ruhunda taşıyan İngiltere’nin Altın
Saçlı Kraliçesi olarak anılan kızı, Kraliçe 1. Elizabeth’i anlatacağım.
Elizabeth’in kraliçe olduğu yıllarda tahtına ve otoritesine büyük tehdit
oluşturan kuzeni Mary İskoçya’nın hüzünlü kraliçesi ise yazımın ikinci başrolü
olacak.
İskoçya Kraliçesi Mary, ünlü biyografi yazarı ve dönem
tarihçisi John Guy’un İskoç Kraliçesi Mary Stuart’ın Gerçek Yaşamı adlı en çok
satan biyografik eserinden beyazperdeye uyarlandı.
İskoçya’nın henüz yüce İngiltere krallığı topraklarına
katılmadığı, bağımsızlık sancağını elinde tuttuğu dönemlerde İskoçya tahtında
dönemin en soylu hanedanı Stuartlar oturmaktadır. Kral James Stuart’ın ölümü
üzerine taht oğluna kalır ve kızı Mary ise Fransa ile ittifak sağlamak uğruna
feda edilir, küçük yaşta Fransa prensi Francis ile evlendirilir. Çünkü Marry
hem İskoçya hem de İngiltere için büyük bir tehdittir. Damarlarında hem Stuart
kanı hem de İngiltere Kralı Henry’in kız kardeşi olan Margaret Tudor’un kanı
akmaktadır. Bu evlilik Mary’i hem doğuştan hakkı olan yönetme gücünde mahrum
edecek hem de onu ülkesinden uzakta tutacaktır. Mary, çocuk yaşında sırtına
yüklenen bu evlilik boyunca hep hüzünlü bir hayat yaşar. Aklı da ruhu da doğu
büyüdüğü topraklarda kalır. Kocasının ani ölümü üzerine, Stuart hanedanı
erkekleri Mary için daha doğrusu kendilerine yarar sağlayacak bir ittifak için
tekrar evlilik planları yaparlar. Ama Mary’nin buna artık hiç niyeti yoktur.
Mary’nin önünde artık tek bir yol vardır o da başkaları yüzünden kaybettiği
İskoçya tahtını geri alabilmek…
Ama Mary’i ülkesinde büyük bir sürpriz beklemektedir.
İskoçya artık İngiltere krallığının yönetimi altındadır tahtta da güzelliği ve
zekasıyla herkesi etkisi altında bırakan altın saçlı kraliçe 1. Elizabeth
oturmaktadır. Elizabeth bu tahta ulaşabilmek için çok şey feda etmiştir.
Otoritesini sarsan kendi öz kuzeni bile olsa ne merhameti ne de adaleti
olmayacaktır. Annesi Anne Boleyn’in acımasızca idam edilişinden sonra teyzesi
Mary tarafından büyütülen Elizabeth, büyüdükçe ülkesindeki ve tarihteki
sorumluluğu almaya başlar. Ona ne kadar gücünü Tudor Hanedanından, ışıltısını
ise babasının asil soyundan aldığını söyleseler de o ruhunun büyük parçasının
annesi Anne Boleyn ile olduğunu hep hissetmektedir. Annesi ile özdeşleşen af
incilerden yapılmış B harfli kolyeyi hiç boynundan çıkarmaması, bu hissin en
büyük göstergesidir. Elizabeth, annesinin İngiltere’de başlattığı dinsel
reformları ve yaşamsal dönüşümleri devam ettirmekle kalmaz, İngiltere’ye altın
çağını yaşatacak birçok şeye de imza atar. Annesinin adıyla anılan Anglikan Kilisesi’ni
kurumsal hale getirir ve o dönemde denizlerin tek hâkimi sayılan İspanyolların
bu hakimiyetini ellerinden alır. Tüm dünyada eşi benzeri olmayan bir deniz
donanması kurar ve sadece karada değil denizlerde de mutlak gücü elinde tutar.
Her daim ilerici ve zengin bir İngiltere görmeyi dileyen
Elizabeth bu sebeple hiç evlenmemiş, ruhsal ve bedensel olarak tüm bağımlılığım
tüm sorumluluğum sadece ülkemedir diyerek aşkı, sevgiyi, tutkuyu reddetmiştir.
Ardında güçlü ve itibarı yüksek bir ülke bırakmak tek dileği olan Elizabeth (Bu
itibar meselesi onun için önemliydi, annesi Anne Boleyn’e itibarsız diyen
herkese bu yolla cevap vermeyi umuyordu.) buna gölge düşürmeye çalışan kuzeni
Mary ile ilk kez bu noktadan sonra karşı karşıya gelmişti.
Mary koyu bir Katolik inancıyla yetişmiş, hırslarını ve
tutkularını her daim törpülemeyi bilmiş çabuk boyun eğen bir karakter iken,
Elizabeth dini otoriteyi de kendisi olarak gören, hırslı, yönetmek için doğmuş
ve annesi gibi asla boyun eğmeyen bir karaktere sahipti. Bu iki farklı kadının
hükmetme savaşında kaybeden taraf Mary olmuştu. Elizabeth, bir ülkeyi yönetmek
için tüm özelliklere sahipti, halkına hem merhamet duyuyor hem de onlara derin
bir korku veriyordu ama Mary öyle değildi, kendi halkı ve hanedanı tarafından
ölüme sürükleneceği asla hayal etmemişti…
Bu film iki kraliçenin taht kavgasından ibaretmiş gibi
görünse de aslında bir kaybedişler zinciri…
Mary istemediği bir evlilikle hiç yaşayamadığı çocukluğunu,
kadınlığını, masumiyetini kaybederken, Elizabeth ise tahtı uğruna onu belki de
ömür boyu sevecek birçok aşkı, sevgiliyi kaybeder bu da yetmezmiş gibi ülkeyi
çiçek hastalığı sarar ama o sarayını terk etmek istemez ve hastalık onu bulur,
hastalığın etkisiyle bir de annesinden aldığı güzelliğini kaybeder ve
maskelerin arkasına sığınmaya başlar. Bunları izledikçe hep şöyle söyleyip
durdum kendime: Bir Hayata Kaç Kaybediş Sığar?
Filmde İskoçya’nın hüzünlü kraliçesi Mary Stuart’a Saoirse
Ronan hayat verirken, son dönemin en popüler ve en başarılı aktrislerinden olan
Margot Robbie ise kraliçe 1. Elizabeth’i canlandırdı. Bu iki başarılı kadının
oyunculuğundan kesinlikle gözlerinizi alamayacaksınız!
Filmle ilgili üzerinde durmak istediğim diğer bir ayrıntı
kesinlikle kostümler. Elizabeth, annesi
gibi geniş vatkalı, canlı renkli, iddialı kostümler ile sarayında salınırken,
Mary ise doğduğu toprakların sert renklerini, her daim kemerle detaylandırılmış
kabarık elbiselerini üzerinde gururla taşıyordu. Bu kostümler hem dönemin
esintilerini hem de bu iki kraliçenin karakterlerini belli eden detaylardandı.
Bunun dışında hüzünlü kraliçe Mary’i ölüme götüren diğer bir
nedene değinmek istiyorum. Mary her ne olursa olsun değişime ve dönüşüme gönlü
olmayan mizaca sahipti. Yıllardır derinden bağlı olduğu Katolik mezhebini her
şeyden üstün tutmaktaydı. Ülkesi artık Protestan olmuştu ve Mary gibi bağnaz
bir kraliçeyi kesinlikle kabul edemezlerdi. Protestanlık Mary için sapkınlıktı,
Mary’nin bu katı zihniyeti onu çok
sevdiği Tanrısına kavuşturan ana sebeplerden biri oldu.
Hepimiz birilerinin hayatına imrenerek bakıyor,
zenginliğine, gücüne, ihtişamına hayranlık duyuyoruz ama bu hayatları kazanmak
için neler kaybettiklerini asla bilmiyoruz, bilemiyoruz. Mary’nin ve
Elizabeth’in hikayesi sizlere kendi kaybedişlerinizi ve küçük zaferlerinizi
hatırlatırken, ayrıca sizleri tarihin sayfalarına gömülmüş bu kraliyet
yıllarında da sürükleyici bir yolculuğa çıkaracak.
Vakit ayırıp yazımı okuyan herkese sonsuz teşekkürlerle,
kaybedişiniz az, zaferleriniz bolca olsun.