Sevgili RaniniTv takipçileri, siz beni bu sitedeki fantastik
işleri, güçlü kadın figürlerini ne çıkardığım yazılarımla tanıdınız, okudunuz.
Bu yazım, uzun zamandır kaçtığım, kapısına kilit vurduğum bir yerden “aşktan”
aldığım ilhamla kaleme dökülen bir yazı oldu.
Orhan Pamuk “Yeni Hayat” romanında: “Bir Kitap Okudum ve
Bütün Hayatım Değişti” diye bir cümle kurar. Edebiyat öğretmeni oluşumun ve
okumayı çok sevişimin bir getirisi olarak çok roman okudum, çok satırda takılı
kaldım ama uzun süredir hiçbir kitap beni köşe bucak kaçtığım duygularla yüz
yüze getirmedi. Jojo Moyes’in Senden Önce Ben’i, hislerimi bazı düşüncelerimi
tepetaklak eden bir kitap oldu. Bu güzel kitabın beyazperdeye de aktarıldığını
öğrenince hemen ekran başına oturdum, kitabın tüm büyüsünün filme de yansımış
olması beni öyle mutlu etti ki…
Senden Önce Ben kitap olarak da film olarak da temeline aşkı
ve mucizeleri alıyor. İğreti romantizmden çok saf duygulara, aptal aşık
figürlerinden çoksa aşkın iyileştirici gücüne inanan karakterlere vurgu
yapılıyor.
Lousa “Lou” Clark, yaşamın ince detaylarına takılıp gitmeyi
seven, küçük şeylerden mutlu olmayı bilen, değişik kıyafetleri, cana yakın
tavırları ve asla bitmeyen sıcacık sohbetleri ile hayatına girdiği herkese
değen, dokunan bir kızdır. Yaşama bakışı ve farklı tavırları nedeniyle kendi
ailesi tarafından bile tuhaf olarak nitelendirilmiş, evdekilerin maddi yükünü
azaltmak için küçük yaşta çalışma hayatına atılmıştır. Lou, her daim
kendisinden çok herkes için fedakârlık yamaya hazırdır.
Hayatta gerçek aşkın olmadığına, yanımızda birileri olsun
aman yalnız kalmayalım diye yapay sevgileri aşk sandığımızı düşünmektedir. Lou,
hayatını tekdüze ve oldukça sınırlı bir çizgide geçirirken hayatına aniden
giren Will, Lou’nun tabularını bir bir yıkarken ona uzun zamandır görmezden
geldiği birçok hissi de sorgulatmaya başlar.
Geçirdiği motosiklet kazasıyla hayatı altüst olmuş olan
Will, kazanın etkisiyle felç kalmıştır. Geride bıraktığı hayatında bir saniyeyi
bile boş geçirmeyen, hayatta her anın tadını çıkarmayı bilen bir adam olan
Will, geçmişe duyduğu özlemle ve şimdiki trajik hayatıyla karmakarışık duygular
içindedir. Artık onun için tüm renkler siyah, yaşamın her anı ise umutsuzdur.
Onun için yapacak tek bir şey vardır, hiç ışık olmadığına inandığı hayatına artık
son vermek…
Lou, Will’in yeni hasta bakıcısı olarak hayatına dahil olur.
Asık suratlı, aksi, geçimsiz Will için artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
Lou’nun rengarenk yaşamı Will’in tüm siyahlarına meydan okur. Aralarında
zamanla büyük bir aşk başlar. Will için bu bir mucizedir, Lou ile gelen bir
mucize. Will Lou da cesareti, umudu her şeyi başarabilecek o büyük gücü görür.
Tek yapması gereken Lou’ya önce kendini düşünmesi gerektiğini öğretmek ve o
rengarenk kişiliğinin kendisine verilmiş bir hediye olduğuna Lou’yu
inandırmaktır.
Lou, gerçek aşka ve mucizelere, aşkın saplantılardan, derin
tutkulardan, bencilce sevişlerden uzak bir şekilde de var olabileceğine
inanmakla kalmaz, Will’in desteği ile birlikte o tekdüze hayatından çıkacak
cesareti de kendinde bulur.
Beni kitaptaki Lou ile bu kadar yakın kılan aynı yaşta
olmamız, aşka aynı yerden bakışımız ve belki de ona adım atmaya olan korkuyu
bir türlü yenemeyişimizdi. Lou kendini cesur hissettikçe ben de öyle hissettim
o kendine inandıkça ben de kendime inandım.
Filmde Lousa Clark karakterine, Spiker Bland, Terminatör
gibi filmlerden tanıdığımız “Ejderhaların Annesi” olarak gönüllerde taht kuran
Emilia Clarke hayat verdi. Filmdeki oyunculuk performansıyla beni adeta kitabın
sayfalarında dolaştırdı. Olması gereken Lousa Clark, kesinlikle oydu.
Film ve dizilerde hep yan rollerde karşımıza çıkan,
oyunculuğundan çok görselliği öne çıkarılmaya çalışılan genç aktör, Sam Clafin,
My Cousin Rachel’deki başarılı performansından sonra Senden Önce Ben ile bu
görsellik oyuncusu önyargılarını yıktı. Will’in o karmaşık duygularını, trajik
hikayesini bazen sadece mimikleriyle bile bizlere anlatmayı başardı.
Senaryonun da kitabın yazarı Jojo Moyes’in elinden çıkması,
filmin kitabın ekseninden kaymamasına ve diyaloglarda kitaptaki en vurucu
cümlelere yer verilmesine sebep olmuştu. Yazarın akıcı dilini senaryoda da
görmek güzeldi. İngiliz yönetmen Thea Sharrock da yönetmen olarak sanat
filmlerinde yakaladığı başarıyı Senden Önce Bende sürdürmüş zira filmdeki her
sahnede özenle, titizlik çekilmiş bir hava vardı.
Will, sonlandırmak istediği hayatının son anlarını Lou ile
daha renkli adeta bir düşteymiş gibi yaşarken Lou da artık hayatta hiçbir şeyi
ertelemeden, sonraya bırakmadan, hiç kimse için kişiliğinden vazgeçmeden
yaşamayı öğrenmiştir. Artık Lou için ne dün vardır ne de sonra sadece an
vardır, şu an…
Will’in kendisine bıraktığı mektupta dediği gibi:
''…Sadece cesurca yaşa diyorum. Asla durma, sakın bir
yerlerde takılı kalma. Hayatta hala fırsatlarının olduğunu bilmek bir lüks. Sadece iyi yaşa, sadece yaşa…''
Bana uzunca süredir olabileceğine asla inanmadığım gerçek
aşkın var olabileceğini hatırlatan, yaşamak istediğimiz her şey için gerekli
cesaretin kendi içimizde olduğunu gösteren bu film, inanıyorum ki size de
ertelediğiniz, yok saydığınız birçok şeyi sorgulatacak.
Mucizelere inanmaktan vazgeçmeyin, bir gün mutlaka kapınızı
çalacaklardır.