Menajerimi Ara: Köpekbalığı akvaryumu

Menajerimi Ara: Köpekbalığı akvaryumu
Selamlar olsun RaniniTv ahalisi! On beş ve on altıncı yaşlarımı burada serbest kürsüden yorumlar yazarak geçirmiş biri olarak itiraf etmeliyim ki; buraları özlemişim.
 
Ekrana serseri serbest stille fırlatıverilen ‘romantik komedi’ adı altındaki zaman katili absürtlüklerden sonra girdiğim bir buçuk yıllık yerli televizyon dizisi diyetimi en sonunda gerçekten merak ettiğim bir proje bulup bozdum ve ‘Menajerimi Ara’ diyerek içinde bulunduğu sektöre röveşata ile giriş yapan bu nur topu gibi yeni dizimize başlamış oldum.
 
Doğruyu söylemek gerekirse her ne kadar ilk bakışta ‘şehir çocuğu ve taşra kızı’ gibi bir esas çift klasiğini içeriyor olsa da alt hikayelerindeki farklılık ve yan karakterlerin marjinalliği bununla birleşince ortaya akıcı ve izleyeni boğmayan bir iş çıkmış.
 
Giriş şu; İçine gireni kara delik misali çekerek sudan çıkmış balığa çeviren ve bir tam tur silkeleyen İstanbul gibi bir yerde geçen hikayemizin ana karakteri, “Yılın Köpekbalığı” ödülüne aday gösterilesi sayın babası Kıraç Özdal’ın deyişiyle ‘köpekbalıklarıyla’ dolu bu okyanusta hayatta kalmaya çalışan yeni doğmuş bir balıkçık ve gelmiş olduğu şehirde hiç görmediği bir entrika çemberinin içinde yolunu bulmaya çalışıyor.
 
Kaderin cilvesine bakın ki en büyük balıktan aldığı ilk darbenin acısıyla baş etmeye çalışırken içine atıldığı yeni akvaryumun suyuna alışmaya çalışan bir başka balıkla karşılaşıyor ve kızcağızımızın kim olduğunu bilmediği ama yedi düvelin tanıdığı bu balık ona köpekbalığından kaçması konusunda yardım ediyor. Başta pek farkında olmasalar da iç dünyalarındaki acıları ve bunu dışa vuruş şekilleri farklı olan ama aynı suda hayatta kalmaya çalışarak bir nevi dert ortağı olan bu iki balığın kesişen yolları tabi ki yine ve yeniden denk düşüyor ve asıl hikâye başlıyor.
 
EGO ajansın aksiyon ve kriz dolu dünyasına adım atmış olan taşralı kızımız Feris gibi bir patrona kendini sevdirmeye çalışırken, bir yandan da kendi çıkarı uğruna kendini bile yakabilecek derecede abes ve tehlikeli bir potansiyele sahip olan babasının çelmelerinden hasar almadan kurtulmaya çalışıyor; aynı zamanda da ‘bebek bakıcılığı’ yaptığı adamın yörüngesine girmemeye, kendini kaptırmamaya çalışıyor ve idealleri uğrunda verdiği bu savaşta galip gelmek için uğraşıyor.
 
Yeri geldiğinde aklıyla kalbi arasında kalıyor, işini kaybetmemek uğruna canının acımasını göze alıyor ve doğan yer yeni günde hayatındaki en büyük eksiklik olan ‘baba’ figürünün işine geldiğinde nasıl iyi bir insan olup çıkarları söz konusu olduğunda nasıl bir döner çarka dönüştüğünü görerek aslında nasıl biri olduğunu fark ediyor.
 
Yani Dicle aslında tam anlamıyla ‘hayat’ denen bu oyunun farklı seviyelerinde ilerleyerek kendi sonunu bulmaya çalışıyor.
 
Lafı fazla uzatmayacağım, merak etmeyin. Burada oturup beş bölümü sayfa sayfa yazacak değilim. Fazla boş yapmayacağım, özet geçeceğim.
 
Peki, özet ne?
 
Kadro sağlam, kurgu iyi, hikâye dinamik, diyaloglar akıyor. E daha ne olsun? Mis gibi dizi.
 
Ama bence bu dizinin kendini izletme sebeplerinden biri de şu; Bizlerin ekran başından takip ettiği rengarenk ama matruşka bebeği misali bin bir katmanla dolu bu dünyayı hem devam ettiriyor, hem de içinden kesitler sunuyor. Menajerlerin yaptığı işin zorluğundan tutun bir projenin yapım aşamasına, bulduğu her deliğe burnunu sokan magazincisinden tutun oyuncuların rol seçim aşamasındaki tavırlarına kadar ne ararsanız veriyor. Yani şov dünyasını temsil etmeye devam ederken bir yandan da sahne arkasını gösteriyor.
 
Ve...
 
Bitirmeden önce atlamadan geçersem çok üzüleceğim bir şey var ki, o da her bölüm karşımıza gelen konuk karakterler ve hikayeleri. Her yeni haftada gelecek olan bölümü merak ettirmek için mükemmel bir sebep bulunmuş ve arkası gayet sağlam bir şekilde doldurulmuş. Zaten renkli ve aksiyon dolu olan senaryoya böyle küçük ama güzel dokunuşlar yapıp hikâyeyi renklendirirken aynı zamanda da sloganı destekleyen bu fikir gerçekten çok iyi düşünülmüş ve ince işlenmiş. Zira şimdiye kadar hikâyeye dahil olan hiçbir oyuncu ‘bir arkadaşa bakıp çıkacağım.’ diyerek ortadan yok olmadı. Hepsinin kendi etrafında bir hikayesi vardı ve ana kurguyu baktırmadan merak duygusunu kabartmayı başardı.
 
Jenerikten gördüğüm üzere konuk sanatçıların hikayeleri karantina döneminde Instagram’ın gediklilerinden biri olan Mücbir Sebepler’den tanıdığımız Melikşah Altuntaş’a aitmiş. Vallahi helal olsun! Ana senaryoyu bozmadan kendi kurduğu hikayeleri öyle ince işlemiş ki resmen şenlik içinde şenlik inşa edilmiş.
 
Velhasıl kelam, temelde birbirinin karbon kopyası olan onca iş arasında uzun süre sonra ilk defa dramdan yürümeyen bir iş yapılmış; bizlere de izleyip keyif alması kalmış.
 
(Dip not: Ben bu yazıyı altıncı bölüm çıkmadan beş gün önce yazıyorum ve gelecek bölümde olacak Aliço performanslı Rıza Kocaoğlu sahnesini ve konuk geleceği açıklanmış olan Boran Kuzum’a nasıl bir hikâye yazılmış olduğunu epey bir merak ediyorum. Yalnız değilim, değil mi?)
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER