Başlık acımasızca
gelebilir ama çok açık bir gerçek bu.
Bugünkü sinema hâlâ
Yeşilçam’ın arızalı dinamiklerini kullanıyor ve bu dinamiklerin üstünde
duracağı zemin ortadan kalkalı çok oldu. Öncü depremler bunlar, çok daha büyüğü
gelecek.
Müzikte de aynı şey
oldu, patronlar durumu anlayana kadar işler çoktan değişmişti. O yüzden
‘Unkapanı Piyasası’ denen şey çok ani ve sarsıcı şekilde ortadan kalktı. Hatta
neredeyse artık varlığını hatırlayan yok. O günlerde milyonlarca satan arabesk
albümleri kamyonlara yükleyip dükkanlara gönderen patronların çoğu, bugün bahçesinde
patates yetiştiriyor.
Sinemada da aynı
şeyin olması kaçınılmaz. Sermaye yine bunun farkında değilmiş gibi bir hava
içinde, kaçak dövüşüyor. Ta ki bilet paylarına dokunulana kadar olan bitene
kimsenin sesi çıkmadı. Tek çözüm yine kuralları kendi lehine çevirebilecek
makamlara başvurmakta arandı.
Şimdi elin Korelisi
geldi ve ben bunun farkındayım, yatırım yapabilmem için her şeyin değişmesi
gerekiyor, gerekirse de yerinize adam yetiştiririm dedi. Kıyamet koptu.
Biz bu pastayı sana
yedirmeyiz deniyor. İyi güzel de bu iş artık tüm Dünya’da ortak kurallarla
işliyor. Sınırları kapatıp kendi oyununu çeviremezsin. Bir sonraki adımda ne
yapacaksın? Aktörler tümüyle değişmeye başlayıp senin yerini de yabancı
şirketler alana kadar uykundan uyanmayacak mısın?
Sermaye sahipleri
giderek azalan payları için şimdilik devlet eliyle düzenlemeler yaparak işin
içinden çıkma yolunu seçti. Hatta bu uğurda içinde ciddi sansür ve kontrol
mekanizmaları olan bir taslağı, açıktan ilan vererek desteklediler.
Taslakta iyi şeyler
de yok değil, seyirciyi kollayan reklam süresi düzenlemeleri, artık mali
desteklerin geri istenmemesi gibi kıyaklar bile var. Elbette iş bu kadar basit
de değil, bunlar kime ve hangi şartlarda yapılacak, göreceğiz. Sermayeninse
asıl ilgilendiği kısım bu değil. Onlar şimdilik devlete ‘ihracat yapıyoruz,
döviz getiriyoruz, bizi destekleyin’ demek dışında bir cümle kurmuyor.
Sinema bir sanat dalı
ama sinemanın ticarete konu olduğu alan bir endüstri. Bu, edebiyat, müzik ve
resim için de böyle. Dolayısıyla sanatla ticaretin bir araya geldiği noktada
büyük paralar söz konusu. Hem de çok büyük.
Sıradan bir fabrikada
üretilen malın ticaretini yapmak zor bir iş değil ama üretimi sanatçıların
yaptığı ürünlerin endüstrisinde işler çok daha farklı yürüyor. Çünkü kültür ve
sanat üretiminin dinamikleri ile ticaretin kuralları çok farklı. Hem de siyahla
beyaz kadar farklı. Bu işe soyunanların tüm bunlara çok daha derinden kafa
patlatması gerekiyor.
Bugün TBMM’nin ilgili
komisyonuna yeni bir yasa değişikliği geliyor. Bu yasa sinema seyircisini de
yapımcıyı da oyuncuyu da aynı oranda etkileyecek. 20 yıldır kültür sanat sektörünün
içinde girmediğim dehliz kalmadı. Zaten bu taslak yıllardır masada ve çalışma
ilk başladığı dönemde hem Oyuncular Sendikası'nın hem de Oyuncu Meslek
Birliği’nin hukuk danışmanıydım. Sektörü de yasayı yapanları da iyi tanıyorum.
Bir süredir meseleyi eskisinden farklı bir noktadan inceliyorum. Son taslağı da
detaylı çalıştım, ne getirir ne götürür biliyorum.
Bu yüzden, bu konuda
RaniniTV için kapsamlı bir dosya hazırlıyorum. Seri halinde yazılarla neyin ne
olduğunu hem hukuki zemini hem de sektördeki stratejik bağlamıyla anlatacağım.
Uzun olacağı için de bugün yalnızca bir başlangıç yazısı ile yetiniyorum.
Şimdi perde açılsın,
hep beraber gerçekleri konuşalım. Bakalım bizim patronların evrildiği yer
Amerikan usulü bir başarı hikayesine mi yoksa bol ağlamalı bir Yeşilçam
klasiğine mi dönecek?
İzleyip göreceğiz.