İzlediğim en güzel bölümlerden biriydi Avlu'nun son bölümü. Çok güzel yazılmış, oynanmış, çekilmiş ve kurgulanmış anlar barındırıyordu içinde. Bölüm bittiğinde bana kalan çok duygu vardı içimde, çok cümle vardı zihnimde. Ne yazacağıma, nereden başlayacağıma, neleri öne çıkaracağıma ve nasıl bir başlık koyacağıma karar vermekte en çok zorlandığım yazılardan biri oldu.
Jenerikten bahsetmek istedim mesela. İlk bölümde cezaevine gelişi sırasında fonda çalan şarkı eşliğinde Deniz'in hikayesini, dönüşümünü bir kez daha izlediğimiz jenerikten. Çok güzel kurgulanmış, bize anlattığı bir şeyler olan bir jenerikti bu. Başa dönmüştük, her şey yeniden başlıyordu. Hem hala her şey aynıydı, hem de artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Kendisinin de söylediği gibi, cezaevine ilk kez gelen Deniz ölmüştü. Aynı şarkı eşliğinde, başka bir Deniz doğuyordu.
Jenerikten sonra Deniz'in aynadaki yansımasıyla yüzleşmesinden bahsetmek istedim mesela. Deniz'in, gerçekten eski Deniz'i içinde bir yerlerde öldürdüğü gerçeğiyle yüzleştiği, çok derin bir andı. “Kimsin sen?” diye sordu aynada gördüğüne. Kolay değildir kendine bu kadar yabancılaşmak, aynadaki aksini tanıyamamak, benliğin öyle bir parçalara ayrılır ki toparlayamazsın. Deniz’in de benliği parçalara ayrıldı. Şimdi parçaları yerden toplarken her bir parçayla kendini biraz daha tanıyacak. Parçaları birleştirdikçe ortaya yeni bir Deniz çıkacak.
Sonra Azra'dan bahsetmek istedim. Deniz'le ilişkisinden, annesiyle ilişkisinden... Hatta onlardan yola çıkarak Avlu’nun tüm anneleri ve kızlarından, anne-kız olmaktan. Bununla ilgili söyleyeceğim çok şey olduğunu fark ettim ve başka bir yazıya erteledim.
Sonunda döndüm dolaştım MurDen'e geldim. Yine ve yeniden.
Bana şu hayatta yaşaması en zor aşk hikayesi nedir diye sorarsanız, size hiç tereddüt etmeden sevgilinin ölümü sonrası yaşanan aşk hikayeleri derim. Çünkü ölümle biten aşk hikayeleri gerçekten bitmemiştir, yarım kalmıştır. Sevgi hala ordadır, yaşanamayacaklar tüm ağırlığıyla ordadır. Sevdiğini kaybetmiş biri için onun öldüğünü kabul edip gitmesine izin vermek zordur, yaşamaya devam etmek için kendine izin vermek zordur. Sevdiğini kaybetmiş birine aşık olan için ise yarım kalmış bir hikayenin üzerine yeni bir hikaye yazacak olmak çok zordur.
Peki Deniz; yıllar yılı sevgi diye bildiği şey hayatını mahvetmişken, hayatında belki de ilk kez gerçek sevgiyi hissediyorken, parmağında hala kaybettiği karısının yüzüğünü taşıyan Murat'ın elini tutmaya tereddüt ettiğinde, ölüm ne yana düşer? (Tam burada kalbimin bir tarafını bıraktım.) Peki ya Murat; aylar sonra ilk kez kalbinin attığını hissediyorken, Deniz'i hatırladığında yüzüne sıcak bir gülümseme yayılıyorken, kafasını çevirip kaybettiği karısının fotoğrafıyla göz göze geldiğinde, aşk ne yana düşer?
Murat sevdiğini kaybetmiş bir insanın yapabileceği en zor şeyi yaptı. Nihal'in ölümünü kabullendi, kabullenemeyişin en büyük simgesi olan yüzüğünü çıkardı. Bir kez daha o cenaze aracı üzerinde, bu sefer gerçekten, gitmesine izin verdi. (Yüzüğü çıkarırken uzaklaşan cenaze aracı çok ince bir detaydı. Tam burada kalbimin diğer tarafını burada bıraktım.) Kendine de sonu gelmeyecek bir yas tutmak yerine yaşamak için izin verdi.
Son olarak, bir önceki bölümde Murat'ın “Keşke seninle başka bir yerde, başka bir zamanda karşılaşsaydık; özgür olduğumuz bir yerde.” cümlesi hakkında başka bir yazıda konuşma hakkımı saklı tuttuğumu belirtmek istiyorum.
Okuyan gözlere sağlık, hepinize iyi seyirler dilerim.
*Refik Durbaş'ın Çırak Aranıyor şiirinden esinlenilmiştir.