Bizim Hikaye iki sezondur takip ettiğim bir dizi. Arada kaçırdığım bölümler oldu, bazen internetten takip ettim ama bir şekilde kendisine çekiyor dizi. Öyle Shameless uyarlaması diye de izlemiyorum artık. Kendi yeri ve adı oldu benim için. Dizinin başarısında doğallık ve aile oluşun çeşitli yönleriyle verilişinin büyük payı olduğunu düşünüyorum.
Bu aile oluş içine Barış’ı da katıyorum. Filiz – Barış’ın hikayesi sadece bir aşk hikayesi değil, aynı zamanda iki insanın birbirinin ailesi olmasını anlatan bir hikaye. Filiz’in Barış gelmeden önce de bir ailesi vardı, kardeşleri ve yanlarında olduğu zamanlarda babası ile kurduğu bir yaşamı vardı. Kardeşleriyle de o ilgileniyordu. Alkolik babasıyla da başı belaya girdiğinde, ortadan kaybolduğunda veya eve sarhoş geldiğinde o ilgileniyordu. Herkesin sorumluluğunu üstlenen kişiydi. Barış ile birlikte ilk kez o sorumluluğu paylaşabileceği biri de girdi hayatına. Elbette Filiz bunu aramıyordu. Yani, hayatına biri girsin ve omuzlarındaki yükte ona yardım etsin diye bir arayışı yoktu. Ama aşkla birlikte ilk kez kardeşlerini ve hatta babasını emanet edebileceği biri de eklenmiş oldu hayatına. Barış içinse durum daha farklıydı. O, ilk kez kendini bir yere, birine, birilerine ait hissetmeye başladı. Filiz ile birlikte onun ailesine de bağlandı. Onun yanındaki yerinden ilk ne zaman emin oldu bilemiyoruz ama Barış hızlı ve keskin bir şekilde çarpılmıştı Filiz’e ilk görüşte biliyoruz. Onunla tanıştığı gece gördüğü ev, aile ve durum karşısında da hızlı bir analiz yapmış olacak ki, Filiz’e hep bir aile resmi çizerek yaklaştı. Önce kendi gelecekteki kızlarından bahsetti. Sonra Filiz’in zaten ablalık/annelik ve babalık yaptığı kardeşlerini de sahiplenmeye başladı. Ve bir baktı ki Elibolların Barış abisiydi artık. Tufan’ın arkadaşıydı. Zaman zaman baş etmesi ve bazen ilgilenmesi gereken bir de kayınbabası vardı.
Yani ara ara belirli mekanlarda buluşan, hasret giderip, romantik anlar yaşayan bir çift izlemedik. Biz iki insanın hayatın sorunlarıyla birlikte baş ederken aile oluşunu izledik. Barış’ın yalnızca bir sevgili değil, aynı zamanda Elibolların bir parçası oluşunu izledik. Filiz’in Barış’a o deniz kenarındaki bankta da dediği gibi, ne olursa olsun başını koyabileceği, ona her zaman açık bir omuz oluşunu izledik. Barış hangi şekilde gelirse gelsin, geldiği her şekilde sevilebileceğini Filiz ile öğrendi. Filiz onu vale iken de sevdi, yalancı iken de sevdi, hırsızken de sevdi. Kaç yalanı, kaç farklı yüzü çıktı Barış’ın. Filiz ne kadar kızsa da, sonunda sevgisine inandığı Barış’tan vazgeçemedi. Her yüzünü sevdi. Sevginin böylesi koşulsuz verilebileceğini de Barış, Filiz’in sevgisiyle gördü.
Ne de olsa sevgi, o özel insanı sorumlulukları ve sorunlarıyla birlikte sevmekti. Filiz ve Barış da birbirlerini böyle sevdiler. Çok sınavdan geçtiler, çok şey paylaştılar. Sadece sevgili değil, aile de oldular.
Şimdilerde Barış’ı çok farklı bir tabloda izliyoruz. Yanında oğlum dediği bir çocuk, karım dediği bir kadın var. Ama ikisine de ait gibi durmuyor. Çünkü o, iki kişiye de ait değil. Evet, küçük oğlunu da katıyorum. Barış’ı o minik çocuğa bağlayan babalık sevgisinden çok vicdanıymış gibi hissediyorum izlerken. Çünkü insan birden anne veya baba olmaz. Varlığından bile haberdar olmadığın bir çocuk kucağına verildiğinde, o büyürken hiçbir anında yanında değilsen birden babası ya da annesi gibi hissedemezsin. Annelerin hamilelik döneminde beslemeye başladıkları o annelik duygusuna babalar sahip değil. Onlar en çok kucaklarına aldıklarında o bağı kurmaya başlıyorlar. Bu nedenle oğlum dese bile Barış’ın gerçekten o çocuğun babası gibi hissedemediğini hissedebiliyoruz. Küçük İsmet ile aralarında kurdukları o doğal bağın sıcaklığı yok mesela. Barış kucağına verilen, baskı ve tehditle sevdiği kadını bırakarak yanında olacağına dair söz verdiği küçük çocuğa kalbinden önce vicdanıyla bağlandı. Bu nedenle o doğallığı hissedemiyoruz. Halbuki böyle bir tehditle baskı altında olmasa, o çocuğun yanında babası olmasa bile (biyolojik babası olmadığının anlaşılacağını umuyorum.) olurdu ve kalbiyle bağlanırdı vicdanından önce. Şu durumda ise Barış, sadece sevdiği kadından mahrum kalmadı, aynı zamanda onun için Filiz ve aşk demek olan Filiz’le birlikte gelen her şeyden de mahrum kaldı. Artık onun da ailesi Elibollar’dan, arkadaşı Tufan ve Tülay’dan, mahallesinden de uzaklaşmak zorunda kaldı yani. Yerinden, yurdundan sökülmüş bir Barış izliyor gibiyim bu sezon ve onun yeri yurdu olan Filiz’e dönmesini sabırsızlıkla bekliyorum.
Peki ya bu sezon hep en sevdiklerinin kah yalanları, kah nankörlükleri ile kırılan, yıkılan ve tekrar ayağa kalkan Filiz? Onun için de en yaralayıcı olan Barış ile yaşadıklarının gerçek olmadığı düşüncesiydi şüphesiz. Düşünsenize o kadar sözler vermişsiniz birbirinize, gözlerinizle sevginizi anlatmışsınız sözler olmasa bile, o sevgi üstüne umutla bir gelecek hayali inşa etmişsiniz. Ama birden o sevginin olmadığını, yalan olduğunu öğrenmişsiniz. Bütün o sözler, umutla inşa edilenler yıkılmaz mı insanın üstüne? İşte Filiz’e de bu oldu. O kadar ki sonunda Barış şu an evli olsa bile sevgisinin yalan olmadığını bilmek onu mutlu etti. Bunun için şu an Barış’a karşı daha sakin bir Filiz izliyoruz. Nihal’in oyunlarıyla ona bağırıp çağırıp uzaklaştırmaya çalıştığına bakmayın. Filiz bu haliyle de Barış’ı hala seviyor ve onun sevgisinden sadece gerçek olduğunu bilme mutluluğunu almaya razı oldu. Anne ve babasından görmesi gereken sevgiyi ve ilgiyi hiç görememiş bir kız çocuğu Filiz’i bu hallerinde daha da çok görüyoruz değil mi? Keşke kardeşleri de biraz görebilse. Neyse burada hiç o meselelere girmeyeceğim. Girersem yazıyı toparlamam zaman alır çünkü.
Fakat girmek istediğim konular var. Mesela artık Barış’ı yavaş yavaş ait olduğu yere, sevdiceğinin yanına göndersek mi sevgili senaristler? Çünkü açıkçası o evde Barış boğuluyor ve o boğuldukça biz de boğuluyoruz. Yavaş yavaş nankör minibollarla tekrar iletişime geçti, fakat şu Nihal zorunluluğu çok saçma değil mi? Barış gibi zeki bir adam, Nihal’in şantajı ve duygu sömürü ile bir çocuğun yanında olma sorumluluğu arasındaki farkı ayırt edemez mi? O küçük çocuğa yanında olacağı garantisini vererek kendini Nihal’den kurtaramaz mı? Yapmayın biz Barış’ın ne zeki planlarını, kıvraklıklarını gördük. Özellikle kendisine şantaj yapanlara haddini bildiren bir adamdı o. Yine o Barış’ı bekliyoruz. Zira Barış Filiz’den, hayatından, mahalleden ve Filiz’in ailesi olarak ait olduğu yerden uzak kaldıkça hikayenin tadı da kaçıyor.
Filiz’e gelirsek… Filiz’in avukat Selim ile 46. bölüm sonu geldiği yer, Filiz dışı bir hareket. Bu duruma Nihal’in manipülasyonları neden oldu ama Filiz için duygusal tepkiyle aldığı yanlış kararı senaristlerimizin sürdürmeyeceğine inanıyorum. Aksi halde karakterin tutarlılığı sarsılacak. Bunun dışında Filiz’imizi artık daha hareketli, daha onu kısıtlardan kurtaran bir ortamda görmek isterim açıkçası. Atölye çok sıkıcı bir şekilde ilerliyor. Filiz’in kendi işi olması harika. Kesinlikle o konuda başarılı olmalı. Ama küçük bir dükkana tıkıldı sanki Filiz. Onu küçük bir dünyaya tıkılmış görmek istemiyor bu naif seyirci kalbim. Çünkü dünyaya bakışı çok güzel bir karakter Filiz, çok sağlam bir insan. Hayatına daha çok yön katsın/katılsın isterim. Mesela eğitimini tamamlayabilir, üniversiteye de gidebilir isterse. Sadece Rahmet için değil, kendisi için de arzulasın artık üniversiteyi. Hala bunu başarabilir. Filiz çok güzel mesajlar veren ve eğitim ile ilgili de güzel bir mesaj verebilecek bir karakter. Belki Rahmet’e de örnek olur, Hikmet’e de, diğer kardeşlerine de. Şu çıkmazlardan kurtulursa BarFi aşkına biraz da doktor Barış ile okullu Filiz’in yeni dinamikleri eklenebilir.
Rahmet demişken ablasına en çok destek olan, en kadir kıymet bilen kardeş Rahmet’in sokulduğu durumları da yüzüm ekşiyerek izliyorum. Üniversite sahneleri dizinin genel havasından çok kopuk gidiyor sanki. Karakter olmayacak hallere sokuluyor, Rahmet’in hayatta etmeyeceği laflar ediyor. Dizinin genel havası bir anda üniversite sahnelerinde değişiyor. Öyle ki dizi içinde “Rahmet ve üniversite sahneleri” şeklinde ayrı bir dizi izliyor gibiyiz. Bu durum da düzeltilir umuyorum. Rahmet’in içi boş ve zaten eğlenmediği partilerde dolaşmaktan ve oradaki hayatların entrikalarına meze olmaktan çok, zekasının ışıldayacağı bir alanda eğitime ihtiyacı var.
Ve yazımı bitirmeden önce son bir not; Filiz, Barış ve minik İsmo üçlüsünü çok özlemedik mi? Artık bir kavuşsalar diyorum. Minik İsmocuk da Barış abisini özlemiştir.