Derin’in bu matematik olayına saplantısı beni irrite etmeye başlamıştı ama bu bölüm gerçekten adının önündeki o üç harfli -o kelimeyi söyleyip delirteyim mi sizi, hı?- kelimeyle tezattı davranışı. Böyle bir şey yapamazsın arkadaşım. Adam istemiyor. Sal artık şu çocuğu. Bunun için neden Deniz’i kullanıyorsun? Neden kendini yine herkesin gözünde güvene alıp Deniz’i atıyorsun insanların önüne? Bu iş Deniz’e patlarsa edecek birkaç çift lafım var. Çok ciddili sıfatlar hazırladım. Bekleyelim.
Neyse Derin’e teşekkür edebiliriz bir bakıma. Yoksa o kütüphanedeki sahne de olmazdı. Sahi teşekkür mü edelim? Rahmet’in yaptığı ‘animal’lık -kendi çapımda kendimi sansürlerken ben- için ne desem bilemedim. Deniz ellerini sırtına koyup Rahmet’i korkutunca sahnenin, bakışların tatlılığıyla bu kış günü eriyenler, elleri görelim bakalım. Sanki sevgililermiş de Rahmet’in.... Susuyorum. Seni gidi hayalperest. Hemen seni o düşüncelerden alıp gerçeğe döndüreyim. Derin, iki taraf arasında böyle laf taşınmaz evladım. Ablamı Rahmet’e, Rahmet’i ablama… Tamam, sayende aksiyon yaşıyoruz ama sen melektin, cennete falan gidecektin. Yapma böyle şeyler. Senin oradan kombinen hazır zaten. Maazallah benim gibi insanların dikkatini çeker bazı davranışların falan.
Deniz’in Rahmet’i özellikle kışkırtmaya çalıştığı o kadar belli ki. Kışkırtın, kışkırtın. İzlemesi çok keyifli oluyor. O nasıl izlemektir ama Deniz? Ne güzel bakmaktır. Sevgiyle. Rahmet’i kışkırtmadan önce kısa bir bakışı var attığı. En bariz olarak orda görüyorsunuz zaten kışkırtmaya karar verdiği anı. Doğru ama, sen sevmezsin böyle şeyleri. Deniz karakteri bu kadar düz olmadığı için onun adına biz özür dileriz. Kusura bakma kardeş.
Rahmet sen bu sefer ne yaptın? Deniz’in koltuğunu kendine çektiğinde oluşan sexual tension bile dindiremedi sana olan öfkemi. O karanlık odada yaptığından bambaşka bir seviyeydi bu. Çok başka bir seviye. Bir kız çocuğunu önce babasının onu sevmemesinden vurdun. Çok etkilemedi Deniz’i. Ya da çok etkilemedi gibi davranmayı çocukluğundan beri öğrendiği için bu sefer o maskeyi tüm profesyonelliği ile taktı, bilmediğimiz kaçıncı sefer. Ama annesi? Deniz’in ilk defa tüm maskelerini çıkardığını gördük.
“Çok normal biliyor musun? Senin gibi bir çocuğu olduğu için tiksinmiştir kadın tabii.” Tiksinmek? Bu kelimeyi nasıl kullandın? Gözlerinin içine baka baka hem de… Deniz’in canının ne kadar çok yandığını bu sefer tahmin etmedik. Bu sefer en derinimizde -bu kelimeyi kullanmak korkutuyor beni- hissettik. Ve bu seferki acı… Yine kısa bir an. Tokat atmadan önce hafiften dolan gözlerini çok kısa bir salise kırptığı o an. İşte o anda görebilirsin. O anda sevgi görmemiş bir kız çocuğunun hayattan neyin öfkesini çıkardığını çok net görebilirsin. Görmek istersen tabii. Çünkü biliyorsun, bakmakla görmek bambaşka iki şey. Göğsüm sıkıştı. Belki umrunuzda olur. Belki bir kez olsun bu kızın da canının ne kadar çok yanmış olabileceği umrunuzda olur. Edilen bunca hakaret için bir özür diler misiniz? Yüzeysel bir şekilde kötü kategorisine soktuğunuz bu kızdan, sırf farklı diye ettiğiniz her türlü bel altı laf için bir özür diler misiniz? Ona da artık siz karar verin.
Birisi dilemeye çalıştı ama. Biz yorulduk. Çok sevgili esas oğlanlar yediğiniz haltları toparlamaya çalışmaktan biz gerçekten yorulduk. Rahmet kendin toparla bu sefer. Şimdi Deniz’e ne diyeyim ben? Ki seni de annen terk etmiş zaten bunu da yeni öğreniyorum ben. Bu acıyı bu kadar iyi bilen sen, kendine kızmaktan fazlasını yap bence bu konuda. Şu korkaklığına bir çekidüzen ver ve bir şeyler yap. Kendini Deniz’e sen anlat. Bu seferlik ben sıramı savayım. Ee tabi biraz da sürün. Çok sürün, hıh! “Olmasan keşke.” lafını da yut.
“Seni bu kadar acıtacağını bilsem ben öyle-“
“Sen ne zaman benim canımı acıtacak kadar önemli oldun ki?”
“Sen söyle Deniz. Ne zaman oldum gerçekten?” Çok şükür. Anladın Rahmet. Bu duygusal zeka eksikliği ile sonunda şu kız için önemli olduğunu anladın. Erkek cinsi adına hiç beklenmeyecek gelişmeler bunlar. Şu tarihi bir kaydedelim.
“Benziyorsun.” Deniz’in yüzündeki bir anlık ifadeyi de yakalamadıysan ben kapatıp gideyim.
“Hem de o kadar çok benziyorsun ki…”
“Ya Deniz bunu bana niye yapıyorsun?”
“Sen neden yapıyorsan?”
“Ben ne yapıyorum Deniz?”
“Mesele ne yaptığın değil Rahmet. Ne yapmadığın.”
Çok ince. Çok çok ince… İlk defa böyle konuştu bu ikisi. İlk defa bu kadar açık.
Allahımdı. İki insandı. Birbirine ilan-ı aşk ediyordu. Ama ikisi de bunu kabullenemiyordu. Gururdu, ön yargıydı, keçilikti. Seyirci çıvdırıyordu. Şu replikleri yazan kimse eline, aklına sağlık demek istemiyorum. Böyle muhteşem replikler için az kalacak bu cümle. Bir yan çifte çıkıp da böyle derin -özür dilerim, vurun beni- replikler yazmak hele de Türk dizi senaristi olup bunu yapmak… Yok, yok asla. Maşallah dediğimin ömrü kelebek misali. Susuyorum gözlerimde kalplerle.
Rahmetciğim artık harekete geç. Zilin sesini duydun. Biraz cesur ol. O işi de ben yapmayayım, hı? Deniz Çelik sen nasıl bir lider kişiliksin? Nasıl bir alfa dişisin? Bir insanın bir adet boş repliği olmaz mı? Olmuyormuş. Seni izlemek beni mutlu ediyor. Her şeyinle.
Melisa Döngel ve Yağız Can Konyalı böylesine bir ikiliyi bu kadar ince detaylarla, bu kadar güzel oynamak… Sizin de üflediğiniz ruha sağlık.
Şimdi bu kısım after the finger kısmı. Bunu merak edip bekleyen oldu mu? Hiç mi? Vicdansızlar. Efenim kelimelerimizin, beynimize balyozla vuran hayatımızın el verdiği ölçüde, olmazları oldurmak için inadına, kötülerin dostu -Evet sadece kötülerin dostu olarak. :)- kısmetse bundan sonra her hafta, bu iki deliyle ilgili bir şeyler okumak isterseniz ben buralardayım. :) Sen de buralarda olursan, daha uzun -Ranini’nin kalbine iniyordu- veya belki de daha kısa (15 dakika olan sahnelerin verdiği güvenle) -Ranini liked it- yazılarda buluşmak üzere.
Haydi kalın sağlıcakla…
“You’re sayin’ those words like you hate me now
Our house is burning when you’re raisin’ Hell
Here in the ashes, your soul cries out
But don’t be afraid of these thunderclouds”