Ingobernable: Bir dijital dönem pembe dizisi

Ingobernable: Bir dijital dönem pembe dizisi
Netflix’in Meksika’da geçen orijinal dizisi Ingobernable, Eylül ayı ortasında ikinci sezonu ile izleyicilerle buluştu. Ranini’nin takipçilerine tavsiye ettiği dizi, pembe dizi formatının sınırlarını zorlarken zamanın ruhunu yansıtan oldukça değişik bir melodrama örneği.
 
Dizinin başrolünde ünlü Meksikalı pembe dizi yıldızı Kate Del Castillo var. Sean Penn’i ünlü uyuşturucu taciri El Chapo tanıştırarak kendini büyük bir skandalın ortasında bulunan oyuncunun yine Netflix’te yayınlan The Day I Met El Chapo isimli konuyla ilgili üç bölümlük bir belgeseli mevcut.
 
Uyuşturucu ticaretini konu edinen Narcos’un başarısının yarattığı sinerjinin de etkisiyle The Day I Met El Chapo geçtiğimiz sene izleyiciler ve basın tarafından ilgi ile karşılandı. Belgeselden bir sene önce yayına giren Ingobernable ise aynı stratejinin devamında daha geniş kitlelerin radarına girmiş oldu.
 
CSI, Weeds, Jane the Virgin ve kısa ömürlü Eva Longoria dizisi Telenovela gibi Amerikan yapımlarıyla beraber Hollywood filmlerinde yer alan Kate Del Castillo, Meksika ve pembe dizisi piyasasın güçlü olduğu diğer pazarlarda çok meşhur bir oyuncu. Oyuncunun başrolde olduğu uyuşturucu ticaretini konu alan bir başka dizi ya da sektördeki tabiriyle “narconovela” Reina Del Sur (2011), Latin Amerika ve Avrupa’da büyük bir izleyici kitlesine sahip. Del Castillo’nun yine aynı konuyu işleyen ama aynı başarıya ulaşamayan bir diğer dizisi ise Dueños del Paraiso (2015).
 
Her ne kadar pembe dizi etkileri taşısa ve Meksika’nın en önemli meselelerinden olan uyuşturucu ticaretine bir miktar değinse de Ingobernable bu iki yapımdan çok farklı şekilde ilerliyor. Öncelikli olarak Meksika siyasetinin güncel sorunlarına cesur referanslar yapan dizinin, göreceli olarak yüksek yapım bütçesi olan Reina Del Sur gibi örneklerden bile yüksek bir prodüksiyon bütçesi olduğu ortada. Müzik eşliğindeki romantik sahneler, anlık duygusal çıkışlar ve zaman zaman öyküdeki inandırıcılığı sorgulatan gelişmelere rağmen ortalama bir Latin Amerika pembe dizisinin estetik ve oyunculuk standartlarının üstünde bir dizi Ingobernable.
 
İlk sezonda Meksika başkanı olan eşini öldürmekle suçlanan ve saklanmak zorunda kalan Emilia Urquiza (Kate Del Castillo), ikinci sezonda kendisine tuzak kuranlarla mücadelesine devam ediyor.
 
Meksika siyasetine ve ülkenin içinde yaşadığı devamlı şiddet hâline aşina olan Emilia, duruma hızla adapte olup ismini aklamaya çalışırken yanında geçtiğimiz sezon yardım için ilk ulaştığı karakterler var. Çocuklarının dadısı Dolores (María del Carmen Farías)’in oğlu Canek (Alberta Guerra) ve Dolores’in kızkardeşi Chela (Aida López), Emilia’ya mücadelesinde yardım ediyorlar. Onlarla beraber aynı mahalleyi paylaştıkları Ovni (Maxi Iglesias) ve Zyan (Tamara Mazarraza) kendilerini Emilia krizi içinde buluyorlar. Emilia’nın, Canek ve Chela’nın yanına sığındığı mahalle Tepito şehrin Emilia'nın hiç alışık olmadığı bir yüzünü sergiliyor. Düzenli olarak güvenlik güçlerinin müdahalelere maruz kalan Tepito, uyuşturucu ticaretinin önemini koruduğu bir gecekondu mahallesi.
 
İlk sezon kendini kurtarma derdinde olan Emilia, ikinci sezonda bir yandan kendisini bir yandan ailesini korumaya çalışıyor. Bir tarafta babası Tomás Urquiza (Otto Sirgo), kızı Maria (Alicia Jaziz) ve oğlu Emiliano’nun (Alessio Valentini) Emilia’nın yokluğunda yaşadıkları gösterilirken diğer tarafta geçici başkan José Barquet (Álvaro Guerrero) ve basın sözcüsü Ana Vargas-West (Erendira Ibarra) ile beraber devam eden krizin siyasi kanadı işleniyor. Kadroya bu sezon katılan gizemli karakterler ise Kelly Crawford (Isabel Aerenlund) ve Simón Chase (Martijn Kuiper).
 
Dizide para, uyuşturucu ve siyaset üçgeninde Meksika ve ABD ilişkilerini eleştiren gelişmelerin yanı sıra,  Meksika’da devam eden şiddetin sorumluları konusunda ciddi suçlamalara yer veriliyor. Bu çerçeve pembe dizilerin alışılagelmiş sosyo-kültürel eleştirilerinin ötesinde. Hatta Ingobernable melodramanın dozunu azaltarak siyasi eleştiriye zemin hazırlamış denebilir.
 
“Pembe dizi” aslında kendi içinde başka kategorilere ayrılması gereken bir tabir. Amerika’da radyo dizisi olarak başlayan ve zamanla televizyona transfer olan günlük melodramaların (soap opera) yanı sıra 1970’lerin sonunda ve 1980’lerin başında prime time’a taşınan haftalık muadilleri (primetime soaps) benzer şekilde isimlendiriliyor. Latin Amerika menşeili günlük “telenovela” ve tanınırlığı büyük oranda Arap dünyası ile sınırlı Mısır “musalsal” örnekleri pembe dizi kategorisinde değerlendiriliyor. Klasik Amerikan pembe dizilerine Cesur ve Güzel ile Yalan Rüzgarı, primetime’da yer alanlara Dallas, Dynasty ve Falcon Crest, telenovela olarak da vakti zamanında Türkiye’yi kasıp kavuran Vahşi Güzel ve Rosalinda gibi örnekler vermek mümkün.
 
Bir dönem Orta Doğu’da büyük başarı yakalayan Gümüş’ün, aynı bölgede pembe dizi kuşağından primetime’a geçişini hatırlatarak tüm bu kategoriler arasındaki sınırların bulanık olduğunu belirtmek gerek. Belki biraz Türkiye’deki dublaj kalitesinin etkisi ve biraz da nostaljik hisler sebebiyle en son ortaokul yıllarımda ekranlarda karşılaştığım günlük pembe dizilerle izlenimlerim çok olumsuz değildi. Fakat, birkaç sene evvel aynı pembe dizilerle orijinal dillerinde karşılaşınca büyük bir şok yaşadığımı söylemek yanlış olmaz. Oyunculuk o kadar abartılı göründü ki gözüme, dikkatimi toplayarak izlemeye devam etmekte zorlandım.
 
Ingobernable bu rahatsız edicilikten çoğu zaman uzak kalan bir yapım. Yine de dizi, birinci sezonda daha az, ikinci sezonda daha çok olmak üzere bazı sahneleri hızlı geçme hissi doğuruyor. Birinci sezonu izlemeyenlere spoiler vermemek adına çok detaya girmeden, bu sezonun inandırıcılık sınırlarını biraz daha fazla zorladığını söyleyebilirim. Öte yandan geriye dönüş sahneleri, rüya ve halüsinasyonların daha yoğun kullanımı ile özellikle Amerika Birleşik Devletleri pazarında kalite ile ilişkilendirilen dramalara yakınlaşma söz konusu.
 
Diziyi ortalama ömrü 70-90 bölüm olan klasik telenovela formundan ayıran özelliklerden biri ilk sezonun 15 ve ikinci sezonun 12 bölüm olması. Diğer bir deyişle dizi, Amerika Birleşik Devletleri’nde HBO’nun yükselişi sonrası kıymetlenen kısa sezon modelini izliyor. Siyasi eleştirinin tarzı ve dozu yine aynı etkinin ürünü gibi. Elbette bu eleştirel yaklaşımda yapımcı Epigmenio Ibarra’nın aktivizmi etkili.
 
Yine telenovela türünün en eleştiriye açık yönlerinden biri olan oyunculuk konusunda Ingobernable, pembe dizi standartlarının çok üstünde. Başroldeki Kate Del Castillo, pembe dizi performansları ile karşılaştırınca çok daha doğal bir oyunculuk sergiliyor.
 
Dizideki oyunculuk performanslarındaki zaman zaman abartılı kaçan duygusal tepkiler ve hikaye örgüsündeki inanması güç olan olaylarla gibi genel aksaklıklar göze çarparsa internette kısa bir arama ile Reina Del Sur’un kliplerine bakmanızı tavsiye ederim. Oyunculuk konusunda Del Castillo’nun aldığı yolu ve Ingobernable’nin pembe dizi formatından ne kadar uzaklaştığını görmek için bu karşılaştırma çok faydalı olacaktır.
 
Hatta dizinin oyunculuk kalitesi konusunda iki sezon arasında bile bir gelişme söz konusu. İlk sezon, kadronun diğer üyelerinden farklı bir oyunculuk sergileyen Ana Vargas-West rolündeki Eréndira Ibarra’nın performansında görünür ilerleme var. Eréndira Ibarra aynı zamanda dizinin yapımcısı Epigmenio Ibarra’nın kızı ve senarist Natasha Ybarra-Klor’un kız kardeşi.
 
İlk sezondaki zayıf halka Meksika Başkanı ve Emilia’nın eşi rolündeki Erik Hayser ise bu sezonda çok fazla görünür değil. Ondan arda kalan zamanı çiftin geçtiğimiz sezon sonu kaçırılan kızı María (Alicia Jaziz) almış gibi. Ne yazık ki María’nın hikayesi—Tepito’daki karakterlerden Zyan (Tamara Mazarraza) ve ikinci sezonda diziye dahil olan uyuşturucu patronu Santi’nin (Luis Ernesto Franco) maceraları ile beraber—dizinin inandırıcılık konusunda en problemli kısımlarından. Alicia Jaziz’in canlandırdığı María karakteri adeta babası Diego’nun sinir bozuculuğunu devralmış. Ayrıca sağlık sorunları yüzünden kadrodan ayrılan Fernando Luján’ın yerine Tomas Urquiza’yı canlandıran Otto Sirgo’ya alışmak biraz zaman alıyor ama Sirgo’nun performasında herhangi bir zafiyet olduğu söylenemez.
 
Canek rolündeki Alberto Guerra ve Chela rolündeki Aida López takdire şayan performanslarını koruyorlar. Aynı karede yer aldıkları oyuncuların performanslarından ve hikayedeki aksaklıklardan bağımsız muhafaza ettikleri bir kalite ortada. İkinci sezonun birçok soru ile biten heyecanlı finalinin sonuna kadar tempolarını hiç düşürmüyorlar.
 
Tüm bunları göz önünde bulundurunca Ingobernable, özellikle oyunculuk performansları bakımından ve aynı zamanda konusu, kısa sezonları ve prodüksiyon kalitesi ile klasik telenovela tanımından uzaklaşıyor.
 
Gün geçtikçe sayısı artan dijital platformların sunduğu opsiyonlar, gündüz kuşağının eski hakimi olan pembe dizileri unutturmuşken Ingobernable’nin çizdiği model oldukça ilginç. Dizinin tıpkı aksak ritmine rağmen bir şekilde izleyicileri için sürükleyiciliğini koruyan pembe diziler gibi garip bir etkisi var. Yine dijitalleşmenin yarattığı rekabet ortamı içinde beklentileri yükselen izleyicilerin beklentilerine hitap etme ve türün klasik takipçisi olmayanları ekrana çekmek için özel bir çaba harcanmış. Bu çaba tıpkı birinci sezonda olduğu gibi ikinci sezonda da bazı zayıf noktaları kapatabiliyor.
 
Dizinin üçüncü ve hatta dördüncü sezona devam etmesi hâlinde iki olasılık var. Hâlihazırda gösterilen özen hikayenin uzaması ile var olan aksaklıkların üstünü örtemeyebilir. Ya da dizinin bitme noktası kesinleşince aynı aksakları telafi edebilecek nitelikte sürükleyici ve inandırıcı bir sezon daha gelebilir. Her iki durumda da hem çocukluk günlerinin pembe dizileri hem de az bölümlü sezonlarının hatırına Ingobernable Ranini’nin de dediği gibi “her türlü” izlenir.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER