İyikiler de yaşar hatıralar. İyikilerle can bulur yaşam. Göz
yaşınızı silen parmaklara iyi ki dersiniz. Düştüğünüz de sizi kaldıran ele iyi
ki dersiniz. Mutsuzluğunuzu gözlerinizden silebilenlere, haykırışlarınızı
kahkahalara döndürebilenlere, yalnızlığınızdan sizi çekip kurtaranlara,
lokmasını, hayallerini sizinle paylaşanlara hep iyi ki dersiniz. Kalbinizi
attıran sevgiye iyi ki dersiniz. Nefes almanın zevki de iyikilerle anlam
kazanır. Bir sarılma, bir buse, ilk aşk, ilk buluşma hep iyikilerimizdir.
Çocuğumuzun kalp atışı, ilk tekmesi, ilk kelimesi hep iyikilerimizdir. İyi ve
güzel hatıralar yazmak kolay mıdır? Çabalamadan, uğraşmadan, ödün vermeden,
istemeden, biriktirilebilir mi o hatıralar? Çok sevmek yeter mi hatıralar için.
Güven olmadan, sadakat olmadan yaşar mı aşk o hatıralar da? Peki kötü hatıralar
neler kazandırır? Kıymet bilmeyi o kötü hatıralar olmasa nasıl öğreniriz, nasıl
ders alırız, nasıl düzeltiriz yanlışlarımızı? Hayat yolu hep dümdüz mü gider?
Hayatı hayat yapan zaten inişleri, çıkışları, virajları değil midir? Karanlığın
ardından aydınlık gelmese nasıl değerini bilirdik güneşin? Gündüzün arkasından
gece gelmese nasıl tanışırdık yıldızlarla ve ay’la...
Ferhat iyikisiz bir hayatın tam ortasındaydı. Küçücük yaşta
iyi ki diyebileceği her şey elinden alınmıştı. En başta babasını kaybederek
verdi hayat sınavını. Annesinin desteğine en ihtiyacı olduğunda o anne elini
çekiverdi Ferhat’dan. Bir an da Ferhat Namık’ın küçük tetikçisi oluverdi.
Özgürlüğünü, çocukluğunu, yıllarını kaybetti. Büyüdü, büyümek zorunda bırakıldığı
için. Hayallerinden vazgeçti, çünkü hepsi yıkıldığı için. Kardeşleri daha iyi
yaşasın diye... Ferhat okuyamadı, şansı olmadı! Ama kardeşlerini de okutmayı
ihmal etmedi. Kendisini koruyamayan annesine inat, o tüm sevdiklerini
koruyabilmek için çabaladı. Kendisinin biriktiremediği iyikileri sırf
kardeşleri biriktirsin diye uğraştı. Bedelini karanlık tarafa geçerek de vermek
zorunda kaldı.
Beklentisiz, mutsuz bir hayatın parçasıydı Ferhat.
Yalnızlığında boğulurken, kaybettiği hayallerinin yerine yenilerini yazıcak,
kötü hatıralarını silmeye gönüllü o kadınla karşılaştı. Ferhat yeniden
başlayabilmeyi, içinde babasından kalan o son beyazı papatya tarlasına
çeviricek o güzel kadın sayesinde, karanlıktan kurtulabilme şansına inanmak
istedi. Ama karanlığın bataklığa gebe olduğunu unuttu. Daha doğrusu unutmak
istedi. Ama bataklık bu kendini unutturur mu? Maalesef bir kere bileklerinize
kadar bataklığa battıysanız, çıkmaya çalıştıkça yavaş yavaş çeker sizi içine.
Kurtulmak da, hele ki yardımsız kurtulmak imkansızdır. Böyle bir kaybolmuşluğun
içinde çırpınırken çıka gelmişti Aslı! Sadece sevdi, uçsuz bucaksız sevdi, aşk
ateşine düşerek sevdi, ve bataklığa meydan okuyarak sevdi. “Sevgi her şeyin
çaresidir!” dedi. Ferhat’ı bataklığın elinden çekti, kurtardı. Hem de usul
usul, Ferhat kurtarıldığını bile fark edemedi. Aslı vazgeçmedi. Hep yol
gösterdi, hep doğruya, iyiye çekmeye çalıştı. Pes ettiği anlar olmadı mı? Oldu!
Nefeslendi! Tekrar aynı güçle sarmalamaya çalıştı Ferhat’ı. Sürekli hatırlattı
hayatta nelerin önemli olduğunu. “Bizi bırakma!” dedi. Ferhat’ın elini karnına
koydu ve yaşayacakları, biriktirecekleri iyikileri ona bir kez daha söyledi,
hissettirdi. Bebeklerini, onun koşmasını, konuşmasını Ferhat’a nasıl
ihtiyaçları olacaklarını hep anlattı. Hissettirmek, kalbe ve akla giden yolda
en güzel adımdır.
Ferhat işte, ne hissederse hissetsin. Necdet babasına
duyduğu sevgi ve saygı tükenmeyecek kadar büyük. Onun yolundan gidemediği için
hep kendini suçlamış. Bir de yanında çalıştığı, dayı dediği adam babasının ölüm
emrini vermiş. Ferhat’ın bunu sindirmesi cezasız bırakması imkansız. Etrafa
saldırmaması imkansız. Hesap sormaması, plan kurmaması imkansız. Her ne kadar
doğacak yavrusuna, eşine sonsuz bir sevgiyle de bağlı olsa, Namık sadece
babasını değil, Ferhat’ın yıllarınıda öldürmüş ve çalmış.
Ferhat yana yakıla Namık’ı ararken Gülsüm’ün isyanıyla kaşı
karşıya kaldı. Ama ne isyan, yılların isyanı, kanatan cinsten, acımasızca ve
düşüncesiz türden olanından. Yıllardır birikmiş, birikmiş. Korkudan hiç
söyleyememiş duygularını Gülsüm. Şimdi söylüyor “Her şey senin yüzünden, sen
anlamadın, nasıl bizi bu ev de yaşattın!” diyor. Ne kadar kolay değil mi her
şey kötüye gidince birisini suçlamak, üzmek, saldırmak. Sen niye anlamadın
Cüneyt’in bir mikrop olduğunu ilk bakışta? Sen niye kendini teslim ettin hemen,
nasıl inandın öyle bir mikroba? Keşke yargısız insaf yapmasaydın! Belki sen
görmedin ama o ağabey saçını dokunmadan gözleriyle sevdi seni... Kaçırıldın
yaralı yatağından kalktı kurtardı seni. Siz o ev de annen ile huzurla yaşayın
diye gençliğini karanlığa teslim etti. Çok bağırdın Gülsüm! Keşke onun yerine
ağabeyine sarılıp destek olsaydın ‘bulacağız o katili değil mi?’ deseydin.
Sonuçta bu ağabey sizin için eliniz kolunuz çizilmesin, yük taşımayın diye bile
kendinden vazgeçmiş zamanında. Ferhat’ın Gülsüm’ü dinlerken gözlerinden süzülen
yaşlar nasıl yaralandığının göstergesiydi.
Bu hafta ki bölüm hızlı çekim, kesilmiş sahneler,
bağlantısız sahneler ve montaj kurbanı olmuş! Ferhat’ın Gülsüm’den özür dileme
sahnesini bile bu kırpılmalar yüzünden göremedik. En son sahneye nasıl geldik,
anlayamadım. “Rüya sanırım dedim ve bekledim durdum.” Rüya değilmiş. Herkes
mutlu, Ferhat doğru yolu bulmuş, bebeğini ve Aslı’yı seçmiş ve iyikilerine
sahip çıkmaya karar vermişti anlaşılan. Babası gibi baba olmaya gönüllü birisi
gibi yenilenmiş olarak çıktı karşımıza. Handan Vildan ve Özge zaten
postalanmıştı. Madem bu kadar çabuk postalanacaklardı, ne gerek vardı kuzenden
olma çocuk konusuna. Elimizde postalanacak listesinde Jülide ve Cüneyt kaldı.
Haftalardır beklediğimiz Ferhat ve Namık karşılaşması
izlenmeye değerdi! Ferhat en sonunda öz babasının Namık olduğunu öğrendi ve
şoka girdi. Sindiremedi... Kabul edemedi... Yıkıldı... Şaşırdı... En kötüsü de Ferhat
Necdet babasını bir kez daha yeniden kaybetti. Ferhat’ın kalbi bu ayrılığa
yıllardır alışamamışken o acıyı tekrar yaşamak zorunda kaldı! Hem de eli kolu
bağlı çaresizce. Aydınlık yolu seçemeyişine belki de en baştan isyan ediyordu.
Ferhat hayatının en büyük yarasını tam da şimdi almıştı. Patlayan silah sesi de
Ferhat’ın Necdet babasının yolunu seçtiğini ve bir daha kendi hayatını Namık
için harcamadığının göstergesiydi diye düşünüyorum öyle olduğuna inanıyorum!
Aylardır zevkle ‘siyah beyaz aşk’ izledik! Emeği geçen
herkesin ellerine sağlık. Bitiyormuş, final yapıyorlarmış, gitme vakitleri
gelmiş. İki bölüm sonra karanlığın aydınlığa aşkını, çirkin ve güzel’in
sevdasını, siyah’ın beyaz ile uyumunu bir daha izleyemeyecekmişiz. Saat dokuz
olduğunda dizimiz başlamayacakmış. Hayatlarımızdan bir Aslı ve bir Ferhat
geçti. Bir de Abidin ve Dilsiz geçti. Onları unutmayacağız. Elveda tüm yaşanmış
bölümlere. Bitmesin dedik, sevdik dedik, olmaz dedik! Anlamadılar!
Sevgiyle ve mutlulukla kalın!