Bazı masallar vardır ki kalbinizi güm güm gümletir. Öyle bir
kurgulanmıştır ki izlemelere doyamazsınız. Her bir bölümü hevesle beklersiniz!
Günler geçmek bilmez. Hani içinde aşk olan masallardan bahsediyorum. Her
hâlükârda sever hale geldiğimiz o unutulmayacak, kalplerimizde hep yazılı
kalacak vazgeçemediğimiz masallardan. Konu sevgi, aşk, ihtiras olunca vazgeçmek
ne mümkün. Masallar bir sevdadır. Erişilmek istenilen, hayali kurulan,
hissedilmeye doyulamayan, yürekle tadılan, havada uçulan, gözler de yaşanılan,
ben halinden biz olma haline geçiştir. İşte böyle bir masalın ortağı olmuş
bulursunuz kendinizi. Masalı (senaryoyu) yazan bir senarist kadar izleyici de
sahiplenir o masalı, korur, kollar, destekler, benimser ve bir zaman gelir o
masal artık sadece yazanın değildir, seyircinin oluvermiştir!
Seversiniz, öyle bir seversiniz ki o masalı, hem de çok! Her
şeye ve herkese rağmen sevebilmek zaten yürek işidir. Masalınızda hatalar da
eksikler de olsa görmezden gelerek, sineye çekerek seversiniz! Çünkü insan
masallara alışır ve bağlanır. Bu yüzden yarım kalsa da sahneler, her yarım
kalmışlığı kafanızda tamamlar hale
gelirsiniz. Mutlusunuzdur. Çünkü sevdiğiniz karakterlerin içinde olduğu bir
dünya, bir masal sunuluyordur ve siz bununla yetinmeye çalışırsınız! Tüm
özverinizle tutunursunuz masalınıza. Aklınız kabullenmese de anlamsız sahneleri
ama kalbiniz kolayca kabullenir. Bitmesin diye diziniz her dala tutunursunuz!
Çünkü seyirci sevdi mi tam sever!
Ama işte nereye kadar? Gün gelir o aşkı tasvir etmeye
doyamayan kelimeleriniz dona kalır! Yazmak istersiniz ama kelimeler
kaleminizden dökülmek istemez. Bir olmamışlık hissi kara bulut gibi yayılır
yazınızın üstüne. Üzülürsünüz! İşte böyle bir ruh hali içinde kelimelerimi
dikkatli seçmeye çalıştığım bir yazıyı yazmaya zorluyorum kendimi bu hafta.
Nereden başlasam neler yazsam bilemiyorum!
Madem bu masal güzel’in çirkin’e, Ferhat’ın Aslı’ya,
siyah’ın beyaz’a aşkını anlattı haftalardır. O zaman kendimi fazla zorlamama da
gerek yok diyorum kendi kendime! Çünkü bize “aşkın en güzel tonu griymiş”
dedirttiren o aşkı sevmedik mi? Kendini bataklık sanan adamın da sevebilme
ihtimaline vurulmadık m? Bir kadının, atan kalbi durmasın diye, hayatta
kalabilmek için, yaşamak için boyun eğişine; ama aslında o boyun eğişin nasıl
bir baş kaldırış olduğunu izlemedik mi? Çirkinlerin de sevilip, sarmalanıp,
aşık olunup, mutlu mesut yaşama ihtimaline hayran kalmadık mı? Güzel’in
karanlıkta bir yıldız, dalgalı deniz de bir fener, bataklıkta bir lotus gibi
var olma çabasını beğenmedik mi? Bir kadının, yolunu kaybetmiş ve geçmişte bir
yerlerde saplanıp kalmış bir adama nasıl umut olduğuna tutulmadık mı? İnsanlar
değişir. Karanlık bir kalbi; sevgi, güven ve merhametle hem de hiç bıkmadan,
usanmadan sularsanız, bir aşk filizlenir! Aşk, meyve vermeye başlar.
Yaralara dokunan, kırılan parçaları toplayan, yürekleri
iyileştiren masallar çok sevilmez mi? İşte bizler de birbirini kovalayan
bölümlerin her bir tanesini özene bezene çok sevmedik mi? Sevdik! O zaman
masalımızı olmadık bir karakterle bunaltmak neden? Masalımıza yakışmayacak
mantıksız ve uygunsuz bir öz kuzen (Ferhat ve Vildan bilmemelerine rağmen)
ilişkisine değinmek neden? Bu zamana kadar ilmek ilmek işlenmeye çalışılan
masalımız da, kuzenine yan gözle bile bakmayacak Ferhat karakterini, sarhoşken
ne yaptığını bilmeyen abuk sabuk bir Cüneyt karakterine dönüştürmek niye? Amaç
diziyi birkaç hafta içinde final rotasına solmaksa eğer, doğru yoldalar! Neden
hep kötüler kazanır, saklanan DNA’lar bile neden hep kötülerin eline geçer?
Neden kötüler hep amaçlarına ulaşır? Fazla klişe, fazla yeknesak değil mi?
İzleyicinin sabrına da saygı duymak gerek. Görmemezlikten gelmeleri
görmedikleri anlamına gelmiyor. Neyse sevmek demiştim!
Evet sevmek; “Her şey ve herkes sevdiğine benzesin, sana
benzesin!” diyebilmektir. Hani bazen bir cümle sizi bu diyarlardan alıp, başka
diyarlara getirir ve siz o diyarda olmaktan çok mutlu olursunuz ya! Ben de
Aslı’nın kurduğu cümlenin güzelliğinde kaybettim kendimi bu hafta. Seviyor hem
de öyle güzel seviyor ki Ferhat’ı. Çirkin de olsa, karanlık da olsa; görünene
değil, sevdiğinin içine bakarak, derinlerde bir yerlerde saklı o güzel kalbin
varlığından emin bir şekilde “çocuğumuz sana benzesin” diyerek seviyor!
Aldıkları her nefeste birbirlerini daha da tanıyarak, daha da sahiplenerek,
birbirlerine benzeyerek seviyorlar!
Yeni bir başlangıca korkmadan adım atmak isteyen bir
Ferhat’ı da görmek varmış masalımızda! Hem de “Lütfen!” ile başlayan cümlelerle
konuşabilen, kadere inanan bir Ferhat... En iyisinin, en vicdanlısının, en
güzelinin kendisini bulabileceğini hiç düşünmemiş, kendini ona layık bir türlü
görememiş! O inatçı kadının vazgeçmemesinden dolayı o kadar mutlu bir Ferhat
var ki karşımızda, yerinde duramıyor. Doğacak bebeğine ve sevdiği kadına aşkını,
ömrünü, hayatını sunuyor! Silahından da sevdikleri için vazgeçiyor! En sonunda
konuşabildiği için, anlatabildiği için mutlu bir adama dönüşen Ferhat’ı izlemek
keyifliydi!
Keşke diye başlayan cümleler kurmayı sevmem. Keşke diyorum
şimdi. Keşke! Hep yıkılmış, darbeler almış, yaralanmış, düşmüş, bataklığa
bulaşmış, hayal kurmamış, masallara inanmamış o adamın iyileşmek için nasıl
çabaladığını, görmemek mümkün mü? Yeni bir hayata başlama ümidiyle Aslı’ya,
bebeklerine sevgisini itiraf eden o adama, kuzenden olma çocuk yükünü bari
vermeseydiniz. Umarım fragman yapıcı ve onarıcı olur.
Mutluluk ve sağlıkla kalın!
Not:
*Azad baba ani bir şekilde girdi dizimize ve ani bir şekilde
ayrıldı! Oldu mu? Olmadı!
*Jülide karakteri oldu mu? Olmadı!
*Vildan ve Ferhat ilişkisi bir gecelikte olsa oldu mu?
Olmadı!
*Suna’nın kurduğu cümleler oldu mu? Olmadı!
*Maalesef olmamışlık rüzgarına kapıldım ben bu hafta.