Şahsiyet: Bana Agah'ı anlat...

Şahsiyet: Bana Agah'ı anlat...
Televizyonda 120, 140 hatta 150 dakika bölüm yazan, çeken, oynayan içerik üreticileri varken ve onların işlerini acımadan eleştirirken, dijital mecraya 60 dakika iş yazıp, çeken, oynayan arkadaşlarımızın üretimlerini zengin prodüksiyon ve yüksek çekim kalitesi bazında değerlendirip, sırtlarını sıvazlamayacağımın bilinmesini önden arz ederim. Zira ülkemizdeki dijital üretimlere mazruf bağlamında bakınca hala ciddiye alabileceğim bir farklılık göremiyor, neşe dolamıyorum. Elbette içerik üreticisinin dijital mecraya çıkmasını "Bunu Ayşe Teyze de izleyecek", "Ama panel bu şekerim", "Rtük var" ve benzeri sıkıntılar olmadan, düşük zekalı dramacılardan -hiçbiri öze ait olmayan ıvır zıvır- revizyon almadan; içinden geçenleri, hayallerini ve dahi derdini anlatabilmesi imkanını yaratması açısından çok kıymetli buluyorum. Ama bir adım ileri gidiyor muyuz dersen, işte buna net bir cevap veremem. Çok şükür şimdilik (o da şimdilik) sansürsüz üretiyoruz; "Ayşe Teyze izlemez ama" denilen hikayeleri seyirciye ulaştırıyoruz. Bu cepte. 

Gelelim Şahsiyet'e.. Bi Ay Yapım prodüksiyonu olan Şahsiyet'in senaryosu ebebiyat dünyasının yenilikçi, kendine has tavrı ve ruhu olan yazarlarından birine, Hakan Günday'a ait. Hakan Günday'ın televizyon içeriği üretimine niyet etmesi bile ciddi bir kazanımdır, bu da cepte. Zihnine, kalbine, sabrına bereket! Ancak Günday, benzersiz yeteneğini televizyon senaryosuna çevirirken romancı alışkanlıklarını rafa kaldıramamış. Bu da hayli sıkıntıya sebep olmuş. Nevra'nın olmamışlığı gibi karakter bazlı sorunlardan bahsetmeyeceğim. Bunu ilk üç bölümü izleyen herkes görmüştür. Hızla boyutlandırılır, gerekçelendirilir, ayılır, yayılır; tipleme olmaktan çıkar, karakter de olur. Sıkıntı yok. Diyalogların slogan bazlı yapısına, aforizma tadında repliklerin acemi ağızlarda "ohey ama ya!" dedirtmesine de uzun uzun girmeyeceğim. Hatta "Agah, o mesaj bandını elleri arkadan bağlı adamın eline tutuştursaydı da parmak izini alırdı neden o mum dökmeler" de demeyeceğim. Zira daha temel bir sıkıntım var. İzah edeyim. Senaryo, dünyada örneğini gördüğümüz polisiye temalı dizilerin aksine, söylememesi gereken her şeyi söylüyor ama söylenmesi gerekenleri bir türlü söylemiyor. Agah'ın alıkoyduğu adamın başına çöküp bütün niyetini anlatması polisiye seyircisine çırak muamelesi yapmaktan başka bir şey değildir bence. Türün meftunu olsam çok alınırdım bu açıklamalı sahneye.. Oysa iyi bir polisiye sever, Agah o adamı tek kurşunla öldürmeyip itiş kakış evden içeri girdiğinde, ortalama polisiye sever ise evde zincire vurulmuş halde gördüğünde konuyu zaten anladı. Gereksiz kaygular bunlar...

Senaryonun bu hali türe dair daha ciddi bir eksiği gündeme getiriyor. İlk bölümdeki Cold Open'dan anladığımız kadarıyla Agâh, hastalığını öğrendiğinde yıllar önce kalkışıp kalkışıp beceremediği işi bitirmek için cesaret buldu. Peki Ağah neden katil olma raddesine geldi? Gerekçesi ne? Kimden ve neden intikam almak için yanıp tutuşuyor? Bu kilit sorunun cevabını ne zaman öğreneceğiz? Bölüm boyunca büyük tiradlar izledik de makul bir cevap alamadık. Oysa bir hikayenin yolculuğu "katil"in gözünden anlatılıyorsa ve siz seyirciye bir "kötü kahraman" satacaksanız karakterin motivasyonunu hemen ama hemen seyirciye anlatmak onu koşulsuz ikna etmek zorundasınız. Türün iyi denilen örneklerinde de seyirci olarak ilk öğreneceğiniz bilgi bu olmuştur; ikinci bölüme bile kalmaz. Net, lafı dolandırmadan, şık tiradlar atmadan hem de.. Bakınız: Dexter, Breaking Bad.. Bu konu zamana bırakılamaz. Neden seveceğim ya da haklı bulacağım Agâh'ı ki peşine düşeyim? Haluk Bilginer silahla karaoke yaptı diye mi? Agâh Alzheimer hastası tontiş bir ihtiyar diye mi? Hal böyle olunca sahneler şık, replikler afili de olsa, yetmezmiş gibi akışı çapraz kurguyla bezeyip seyirci olarak zekama da meydan okuyorsan, keşke elim böyle boşta kalmasaydı diyorum. Neyse ki Feza Çaldıran'ın mükemmel görüntüleri ve Sertaç Özgümüş,-Güntaç Özdemir ikilisinin şahane müzikleri var, yani ortam güzel de televizyonu kapatıp gitmek istemiyor insan. 

Laf buraya gelmişken belirteyim. Hani insanın bazı arkadaşları vardır; tek kalemde 100 bin lira harcar ama çöp eder. "Allah para vermiş de yeme zevki, gusto vermemiş" deriz arkasından konuşurken. Bazı arkadaşlarının da parası var mı, yok mu bir türlü bilemezsin. Zengin mi, çulsuz mu hiç anlamazsın. 100 lirayı, 100 bin liraymış gibi harcar. Çuval da giyse yakışır misal onlara.. İşte Şahsiyet, prodüksiyon ve çekim kalitesi anlamında tam da böyle bir iş olmuş. Bir kalemde milyon dolar harcansa gerçekleşemeyecek bir "kalite" akıyor bölümlerce. Bu hisse kapılıyor olmamızda da ilk televizyon serisini yöneten Onur Saylak'ın payı büyük. Ellerine sağlık. Yolu bereketli olsun! Daha'nın ardından senaryo ve oyuncu seçimindeki zaaflara rağmen Şahsiyet'te kurduğu dünyayı satın aldım. Lakin "resim" hevesini de acilen dindirirse tadından yenmeyecek kadar mükemmel bir yönetmen olacak nazarımda. Resim, hikayeye hizmet etmiyorsa gösteriş yapıyormuş gibi algılanmaktan öteye gitmiyor. 

Özetle; Şahsiyet'e Onur Saylak'ın kariyeri bağlamında baktığımda oldukça başarılı ve iyi niyetli bir adım olarak notluyorum. Hızla eksiklerini tamamlayacağından, konvansiyonelden gelen defans ve reflekslerini tahliye edeceğinden de kuşkum yok. Dijital mecraya içerik üretmek ancak konvasiyonel kaygı ve kösteklerden tam olarak kurtulduğumuzda keyifli olacak. Emeği geçen herkesin gönlüne bereket. Şahsiyet'i izleyiniz, izletiniz..





BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER