Çok büyük bir sırra ortak olmak insanın omuzlarına yüklenecek en
ağır yüktür. Bu çoğu zaman başkasının veya kendisinin hayatıyla alakalı
olabilir hiç fark etmez. Az kişinin bildiği bir gerçeği öğrenip paylaşamamak bu
ağırlığı sadece arttırır. Önemli olan öğrenilen şeyin ortaya çıkaracağı acı
sonuçlarıyla yüzleşebilmektir. Sonra da üstesinden gelebilmektir. Bu süreçte
yalnız değilse ne mutlu o kişiye, ama eğer öyleyse vay haline…
Yamaç hayatının en karmaşık olduğu zamanda, güçlü durması ve
Çukur’u koruması gerektiği konumdayken ortak oldu onu yıkan bu büyük sırra. Bir
ağabeyi daha olduğuna normalde çok sevinebilecekken, ağabeyinin bir diğer
ağabeyini öldürdüğü gerçeğiyle yüzleşti her şeyden önce. Bu bölümü tamamen
Yamaç’la empati yaparak geçirdim. Yerinde olsam Vartolu Sadettin’in Salih
olduğunu ve benim ağabeyim olduğunu öğrendiğim an çeker giderdim. İstanbul’a
karşı içimi dışarı atarcasına haykırmazdım en azından. Tabii kontrol sorunu
olan daha önce de bu yüzünü gördüğümüz Yamaç’tan görmeyi normal karşıladığım
bir sahneydi. Sonra Sena’nın kapısında yüzüne çarpan gerçeklerle iyice dışa
vuruşunu izlerken biraz aşırı olduğunu düşünsem de Yamaç gibi bir karakteri
izlediğimi hatırlayıp yine normal karşıladım. En azından tek başına yüzleşmedi
tüm gerçeklerle, Saadet gibi…
Yamaç ailesini sonu olmayan koca bir çukur gibi gördüğünden,
babasını sevme konusunda zorluklar yaşamış bir adam olduğundan Vartolu’nun
kimliğini öğrenen ilk kişi olması üzücü tabii. ‘İdris zamanında bir haltlar
yemiş, Vartolu gibi büyük bir sorun ortaya çıkmış ve hata yapılmış, takma
kafana herkes kendinden sorumludur Yamaç’cığım.' demeyi istesem de aklıma Paşa
ve Sultan geliyor ve ben de sakinliğimi kaybediyorum. Herkes cezasını çekmeli,
o cezayı da Salih vermeli. Genel olarak Yamaç’ın bu durumla yüzleşmesinin güzel
anlatıldığını düşünüyorum. Sırada kabullenişini ve harekete geçişini görme
vakti…
Salih hayatı bir kadının sözü ve bir adamın kararı ile mahvolmuş
bir çocuk. Bu yüzden kendine duvarlar örmüş yıllarca, adını da Vartolu Sadettin
koymuş. Duvarın boyalı yüzü ise onun afilli sözleri, şivesi ve kestiği
raconlar. Biz buna inanır mıyız? Hayır. Adamlarının hayatı karşısında
Sadettin’den Salih’e dönüşürken izlediğimiz sahne de her şeyi açıkça
görebiliriz aslında. Korumak için kötü olmak ya da öyleymiş gibi davranmak.
Yine de her şeye rağmen intikamını almaya kararlı olduğu ve bu yolda kötü
şeyler yapmayı göze alabildiği için ben hala onu suçlayamıyorum. Paşa’yı
öldürse bile bu duruma karşı çıkar mıydım? Bilemiyorum… Öldü dediği küçük
Salih’i de Sadettin’in içindeki vicdanı da gördüğümden onun ne Paşa’yı ne
Kasım’ı öldüreceğini düşünmüyorum.
Herkesin vicdanı vardır. Bazıları zamanla kendi kendine vicdanını
yok eder belki, bazıları ise sadece kullanmaz. Mesela Sultan, 30 yıl önce bir
bebeğin kaderiyle oynamış ama vicdanını yok edememiş. Diğer yandan en küçük
oğlu Yamaç’ı çok vicdanlı bir çocuk olarak yetiştirebilmiş neyse ki. Babasından
tokatları yemesine rağmen annesinin dizinde ağlama sebebi sokağın ortasında Mihriban
türküsünü dinletip, adeta Vartolu'nun gözüne sokarcasına uğraştığı zamanları
hatırlamasıydı bence. Annesi öldürülen ağabeyinin yanında eğlenerek annesinin
adına ait şarkıyı çalması ona hiç yakışmayan bir hareketti çünkü. ’Kapat
şunu Muhittin abi!’ O sahne bizim bile içimize işledi bunu hatırlayan Yamaç
ağlamasın da, Salih ağlamasın da kim ağlasın? O sahnenin tek ironik yanı
Yamaç’ın bu üzüntüyü Sultan’ın dizlerinde yaşıyor olmasıydı. Öz oğlunun
katilini elleriyle yaratan Sultan’ın…
İlk bölümlerde nasıl adam bunlar diyerek favorilerime aldığım
karakterlerden biriydi Paşa. Ah Paşa! 30 yıllık yalanı duyan Metin’in bile
içine oturdu, rakı bardağını dikti kafaya, İdris ne yapsın? Paşa’nın Çukur’dan
sürülmesi en yerinde karardı belki, her ne kadar gerçekleşmeyecek olsa da.
Emmi’nin bir umut kal der diye İdris’e ‘Paşa yoksa ben de yokum.’ demesi de
güzel hareketti ama biraz boşa gibi oldu. Sonunda Emmi de gidiyordu az daha.
Yamaç ile İdris’in arasındaki bu gerginlik bir süre daha artarak çoğalacak gibi
hissediyorum. Özellikle son sahneden sonra… Kahveye getirip konuşturduğu
Paşa’nın söylediklerini ise Emmi gibi ağzım açık, İdris gibi sinirli ve saçma
bularak dinledim. ‘Sen Sultan’sız İdris olabilir miydin?’ ne demek? O koskoca İdris
Koçovalı Sultan’sız İdris olamıyorsa zaten bir hiç olsun daha iyi… Paşa’nın
savunması onun için koyduğum son nokta oldu. Kusura bakmayın benim için de Paşa
bitmiştir.
Delirmeden Çukur’dan çıkmak nasıl olacak? Bu soruyu Yamaç sorsa
da bir de Vartolu’dan duymayı çok isterim. Çünkü bu ikisi içinde büyük bir
problem. Çukur insanın üzerinde geçmişin izlerini olduğu gibi bırakıp, geleceğe
dair de büyük bir muamma oluşturuyor. Delirme potansiyeli olan iki kardeşin
akıbeti ise ne olur tahmin edemiyorum. Tek görebildiğim ortada bulunan iki iyi
insan. Evet, öldürmeye niyetli olduğu Kasım’ı tehdit ederken ona sarılan oğluna
bile içi acıyan, üzülen Sadettin de iyi! Gönlünün efendisi Kasım’ı sırf o
Beyefendi şahısı için öldürürse büyük isyan ederim demedi demeyiniz. Bu arada
fragmanda da duyduğumuz ‘Geldi gönlümün efendisi!’ diye seslendiği kişinin
Kasım olmasıyla beni yıktılar resmen. İdris’e dediğini düşünüp sevinmiştim
nedense, ters köşe oldum.
Olayların ve karmaşanın arasında Ayşe’nin Selim’den boşanma
kararı aldığını duyduğumuzda anca hatırladım Selim’i. Sahi ‘Nerede gönlümün
efendisi Selim?’ derken gördük nur yüzünü uzun bir aradan sonra. Asla rahat
duramayan, devamlı bir işle uğraşmak zorunda olup Beyefendi’nin eline koz
vermeye devam eden Selim’i biraz daha görmeseydik varlığını unutacaktık
aslında. Bence mahsuru yok…
Bölümün en güzel yanı sanırım gerçek Celasun’u artık görmüş
olmamızdı. Önce Sadettin’in arkasından ettiği küfürle aydınlandık sonra
önümüzdeki hafta izleyeceğimiz sahneyle açığa kavuşturduk neyi amaçladığını.
Üstüne Sadettin’in Çukur dövmesini görmesi de tuz biberi oldu. Fakat asıl soru
işareti haftaya Sadettin, Yamaç’ın bağlı olduğu iplerden nasıl kurtulduğunu
düşünürse Celasun’dan şüphelenecek mi? Göreceğiz.
İlginç bir bölüme ilginç bir son olmuştu bence bu hafta. Gelelim
izlerken aklımı sakin tutmaya çalıştığım konulara. Dizinin her hafta hayatımıza
kattığı, çoğunlukla bilmediğimiz birçok şarkısı oldu bugüne kadar ama bu bölüm
şarkı olayını biraz abartılmış gördük. Çok şarkı var anlamında değil tabii, çok
yüksek sesli şarkıların bulunduğu bol sahne izledik. Ses ayarlarıyla oynamaktan
sıkıntı geldi. Hatta bölümü bir gün sonra bilgisayardan izleyebildiğim için
çoğu yerleri hızlı geçtim ses gürültüsü yüzünden. Şarkılar harika ama
kulaklıkla izlesem aklımdan geçen düşüncelerimi duyamayacak kadar yüksek ses
vardı. Bir diğer konu ise Yamaç’ın Sadettin’in evinde önüne geleni muhteşem
ötesi dövüş yeteneğiyle ezip geçmesiydi. Tamam Yamaç’ımız güçlüdür, aksiyon
sahneleri de özellikle benim en sevdiğim kısımlardır ama bir açıp izleyin böyle
bir dünya olamaz. O sahne gerçekten abartıydı, aşırısı da inandırıcılığını
yitiriyor maalesef…
Vartolu, Paşa ve Emmi’yi kaldırıp dövdüğü esnada Çukur bunu
öğrendiğinde bir kişinin de çıkıp bu Vartolu’nun derdi ne dememesi ile Yamaç’ın
Sadettin’in evine gidip Kasım’ı öldürmemesi için ‘Yapma, savaş çıkar.’
dediğinde Vartolu’nun ‘Bu rocknrollcu kardeşim acaba neden Kasım’ı savaş
çıkaracak kadar önemsiyor?’ diye kendine sormaması aynı saçma ve komik bir
durum bence. Bu durumlar umarım haftaya önce Sadettin’e sonra İdris’e dank
ederek bir şeyleri anlamalarına sebep olur umarım. Onlar anlaya kadar Yamaç da
söyleyebilir tabii daha güzel olur hatta… Sadettin’in silahların çekildiği
esnada yine babasına karşı attığı o bakışları sadece bizim anlayabilmemiz çok
üzücü. Yamaç’a içini dökse eminim ki Yamaç da onu anlayacaktır. Daha anlamadan
dinlemeden babasının önüne değil de ağabeyinin önüne silahların arasına dalıp
siper alması da benzeri durumun habercisi gibiydi zaten. Bu olay yüzünden de
İdris’ten ayrı bir tokat gelirse hiç şaşırmam. Onu da haftaya göreceğiz!
Görüşmek üzere…