Mevzunun bir çukur kadar derinleştiği, acı verdiği ve bol duygu
yüklediği bir bölümü geride bıraktık. İzlediğim en güzel bölümdü diyemem fakat
görmeyi en çok istediğimiz olayların yaşandığı bir bölümdü. Asıl eğlence bundan
sonra başlar. Yazanın, oynayanın, ağlayanın ve ağlatanın emeklerine sağlık…
Bu bölüme 10 üzerinden 10 versem sebebi sadece Beyefendi ve
Selim’i nerdeyse hiç görmemiş olmamız olurdu. Hatta Selim’i artık boş verdim de
Beyefendi’ye tam ‘Ya zaten işler karışıyor sen de bir otur oturduğun yerde!’
dediğim sıralarda Kral Sadettin’in Beyefendi şahsına karşı ağzına geleni hiç
çekinmeden söylediği, son zamanların en güzel sövme sahnesini izledikten sonra
kendisine hangi övgüyü, tezahüratı etsem az kalır gibi hissediyorum. Haftalarca
içimde biriktirdiğim nefreti benim yerime Beyefendi’ye karşı kusmuş gibi
hissettim resmen. Kimse kusura bakmasın ama Sadettin reise küfür çok yakışıyor.
Ağzına sağlık!
En başında da dediğim gibi bu hafta mevzumuz derin. Bilinmeyen
kardeş, baba konuları söz konusu olunca ilk akla gelen isim Aras Bulut Bey yine
Yamaç karakteriyle bizlerin içini deşmeye yemin ederken bu sefer yanına Erkan
Kolçak Köstendil’i alarak yaralarımızı iki katına çıkartmaları işi daha da
güzelleştirir oldu. İzlediğimiz her olayın ucunun bu ikiliye çıkması haliyle bu
yazının gündemini oluştursa da ondan önce değinmek istediğim başka mevzular
da var.
Beyefendi’nin hayatının küfürlerini yemeden hemen önce dediği bir
lafa takıldım kaldım. ‘Bu ülkede benim telefonumu meşgule atacak sadece bir
kişi var.’ demesini bir mesaj olarak mı algılasak bilemedim. Kendisinin üstünde
biri mi var acaba onu yöneten? Lütfen öyle olsun değilse de.
Bir diğer kafama takılan, ‘acaba olabilir mi?’ dedirten nokta ise
Aliço’nun gazeteci kızımız Hale’nin geçmişini kitap gibi okurken babasının
İzmirli olduğunu söylemesi oldu. Bizim canımız gelinimiz Sena’mız da
İzmirli'ydi. Fazla zorlama olacak muhtemelen ama hemşeri olan herkes arasında
hiç düşünmeden bağ kurabiliriz bence bu dizide…
Karaca’ya gelecek olursak, çok kötü bir duruma düşmüş olsa da
üzüldüğümü söyleyemiyorum kendisi için. Sevilmek istiyor, sevgi istiyor ama
bunu zorla gerçekleştirme şekli çok sinsice ve kötü. Kendi kazdığı çukura
düşmek oldu onunkisi. Mete ve Akşın ikilisinin iş birliği de biraz değişik
geldi bana. Mete, Celasun, Akşın üçgeninde ne olup bitiyor bir türlü
kavrayamıyorum. Celasun’un durumunu da netleştirmenin vakti geldi gibi zaten.
İntikam mı istiyor? Vartolu ağasıyla ne yapmayı planlıyor? Çocuğu bir
türlü aktif olarak göremedik hala o yüzden hakkında ne düşüneceğimi
kestiremiyorum.
Kasım için yaratılan kaosu, adeta köşe kapmaca gibi olan ‘Kasım
kapmaca’ sahnelerini sıkılmadan izledim. Eş zamanlı olarak hastane önünde
Kasım’ı almak için bekleyen Sadettin ve İdris’in sahneleri çok iyi olmuştu.
Tabii sonucun hüsran olması ve hastane kapısından elleri boş geri dönmeleri de
Yamaç Bey’imizin zekasını gösterdi bizlere bir kez daha. O zekâ keşke
Beyefendi’nin Baykal olduğunu anlaması konusunda da hızlı davransa artık…
Gelelim asıl mevzulara… Bol mevzulu dizileri sevmeyen olabilir
mi? Bu bölüme damgasını vuran bir söz duyduk: Mevzu bize dededen miras.
Doğrudur fakat elimizdeki çerçeveye bakarsak buradaki mevzular biraz babadan
miras gibi görünüyor. İdris Baba! Bir tarafta en sevilen, en güvenilen evlat
Yamaç. Diğer tarafta nefretle baktığı, Kahraman’ın katili Salih. Ortada
öldürülen bir kardeş olmasaydı her şey çok daha kolay olabilirdi. Böylece olayı
sadece bir baba-oğul ilişkisi olarak ele alabilirdik. Fakat bir hata kaç
kişinin hayatını karartabilir bunu en iyi Çukur'da görüyoruz. Paşa ve Sultan.
Paşa’nın geçmişte yaptığının bedelini ödemesine çok az kaldı. Sultan ise çoktan
ödedi bile, oğlu Kahraman’la. Küçücük hayatıyla oynanmış masum bir çocuğun
büyüyüp intikam almak istemesini doğal karşılıyorum bu yüzden. Onu bu hikâyenin
kötüsü olarak göremiyorum. Olsa olsa kurbanı olur diyorum hatta içten içe
destekliyorum.
Salih hep babasını suçlu bildi, ona karşı bilendi ve o acıyla
büyüdü. İç yüzünü hala net olarak bilmediğimizi düşündüğüm -ya da düşünmek
istediğim- bir sebepten ağabeyi Kahraman’ı öldürdü. -Belki de bir ihtimal o
öldürtmedi- Ama evet, her insan gibi o da hata yaptı. Sevdiğini gözünden
tanıyan Sadiş’inin de dediği gibi belki de affedilme ihtimalini öldürdü. Salih
ve Saadet sahnesini izleyince aşklarına ayrı yaşadıklarına ayrı yas tutasım
geliyor. Kaçış yolu mu? Çıkış kapısı mı ne denir bilemem ama Salih’in affediliş
hikayesine acil bir çözüm bulunması şart. Maksat kardeşi Yamaç ve babasıyla
arası düzelsin yoksa benim için fark etmez. Biz onu böyle sevdik bile. Mesela
kalkıp ‘Güzel kardeşim, sen hainlik yapmaya utanmıyor musun?’ diyerek Selim’i
çekip vursa öldürse ağzımı bile açmam!
Kardeşlik mevzusu demişken, henüz bölümün başında Sadettin’in
Yamaç’a devamlı ‘kardeşim’ demesini aşırı tatlı bulan bir ben değilimdir
herhalde? İki kardeşin sempatikliğini düşünürken ortak yönlerini listelemeye
başlamıştım ki, Kasım’ın peşindeyken geçirdikleri araba kazasından sonra
Sadettin’in inip adamı dövmeye başlamasıyla en büyük benzerliklerini yakaladım.
Öfke kontrol sorunu! Nasıl mizah konularında birbirlerini tamamlıyorlarsa
kesinlikle öfke kontrolünde de yarışacak derecede benziyorlar. Kardeş, kardeşe
muhtaçtır. Geçen haftaki yazımda dediğim gibi, bir olmazlarsa hiç olacaklar.
Hazır Sadettin, Beyefendi kişisine dümdüz söylenmiş, tapuları da babasına iade
etmişken taraf değiştirmemesi için hiçbir neden yok değil mi?
Yamaç’ın bölüm boyunca çınlamaları ve titremeleriyle yavaş yavaş
modunu yükseltmeleri değişik bir atmosfer oluşturmuştu bölüm içinde. Her
titremeyle Yamaç’a sağdan sağdan geliyorlar hissini aldım açıkçası. Gerçeği
öğrendiğinde önce yıkılan sonra da ortalığı yıkacak olan bir Yamaç görmeye
hazırladılar gibi bizleri biraz. Aras Bulut’un oyunculuğuyla bir duyguyu hissetmemek
zaten mümkün değil. Sayesinde Yamaç’ın hep arkasında oldum ama ağabey gerçeğini
öğrendiğinde aşırı tepki verip, kabullenmeme gibi olumsuz bir yola girerse
Sadettin karşısında beni kaybedebilir.
Olmasını çok istediğim bir yola doğru saptık senaryoda, bundan
sonrası hikâyenin ikinci yarısı… Şimdi ise tek umudum İdris’e de aradaki süreyi
fazla açmadan bir an önce gerçekleri anlatmaları olacak. Kardeşi kardeşe
kırdırmayan, sevenleri kavuşturan bir gidişat görmemiz dileğiyle…
Haftaya görüşmek üzere.