Bu dizi beni şaşırtmaktan hiç vazgeçmiyor. Kimi zaman bu şaşkınlıktan memnunum, kimi zaman da farklı gelişen olayların arkasında zekice bir kurgu değil de “yaptık, oldu”culuk görünce tadım kaçıyor. Ona sonuna kadar inanmaya hazır insanların kalbini biraz yaralamıştı geçen bölüm sonunda Ferhat, ama üzerine düşünüldüğünde yine de anlaşılabilir yanları vardı, en azından benim için. O apar topar tutuklanma sahnesinin bir yere bağlanacağına çok emindim mesela. Ama bu bölümde ne yazık ki tuttuğumda elimde kalan çok şey vardı.
Çünkü 1995 yılında Paşakapısı’nda yatmış bir adamın izini, bir sebepten içeri girdiğinde tesadüfen o hapishaneye giderek ve hatta daha büyük bir tesadüfle, aradığı adamın koğuş arkadaşıyla aynı yere düşerek çözeceğine inanmak istemiyorum Ferhat’ın. Ortada zekice kurgulanmış bir plan olsun, Ferhat bu konuda birilerinden yardım alsın istemiştim. Olmadı. O kadar mutsuz ve o kadar rahatsızım ki bu hapishaneye girme olayından...
Anlıyorum, yeni bir karakterle tanıştırılmamız gerekiyordu. Anlıyorum, Ferhat’ın Aslı’nın tehlikede olma ihtimaliyle bile dünyayı yakacağını görmemiz isteniyordu. Anlıyorum, parmaklıklar ardındayken Aslı’ya bir kere daha yenilmesi gerekiyordu. Hikâyenin zaten gönüllü takipçisi olduğum için bunların hiçbirine zaten itirazım olamaz. Kabullenmekte zorlandığım şey, olması gerekenlerin akışa yedirilme biçimi. Nasıl bir kelebek etkisiymiş ki Cüneyt’in yaptığı plan, Ferhat’ı Şahin'in kızına ulaştırdı? Varsayalım ki, öğrenilmesi gereken gerçekler yoktu ortada, Ferhat yine de “içerisi dışarıdan daha iyi” deyip tıpış tıpış hapishaneye mi gidecekti? Tutuklanmasından salıverilmesine kadar hapishane sahneleri çok üzgünüm ki fiyaskoydu. Çok daha sağlam bir şekilde bağlanabilirdi. Ferhat zekice planlar yapabildiğini bildiğimiz uyanık, kurnaz bir adamdı. Bu kadar üstüne düştüğü bir konuda bu amatörce, plansız programsız hareketleri neye yoracağımı bilemedim. İstedim ki arkasından düşünülmüş bir şeyler çıksın, ama koca bir mantık hatası çıktı.
Diğer bir gereksiz aksiyon da Yiğit’in Ebru’yu vurmasıydı tabii. O kısım da her şeyiyle çok kötüydü. Kötü dublajlar ve asla yakalanamayan senkron, Ebru’nun histerik tavırlarıyla birleşince bir süre ne izlediğimi sorgulamama sebep oldu. Otel kibritini Aslı’nın eliyle koymuş gibi bulması, Savcı’nın tehlikeli olduğunu düşündüğü bir yere yalnız gitmesi, Cem’in sorguda dünya üzerindeki tek doktor Ebru’ymuş gibi doktor lafını duyduğunda verdiği saçma sapan tepki… Gerçekten yazdıkça canımı sıkan bir sürü şey. Yalnız Yiğit’in yaptığından dolayı bir an bile üzüntü duymamasını hiç anlamadım. Nefsi müdafaa da olsa birini öldürdü ve daha kötüsü onu öldürmeyi seçti, ama bunun ağırlığını bir an bile hissetmedi. Bunu da yazdım aklımın kenarına.
O kısmın tek işe yarar ve mantıklı yanı Ebru’nun söyledikleriydi. Bunu söylediğime inanamasam da haklıydı hem de sonuna kadar. Aslı’nın “hayır o katil değil” temalı konuşmasına sözlerim bitti maalesef, o kadar içime dokundu. Yanılıyorsun Aslı’cım, Ferhat katil. Defalarca onun arkasında bıraktığı cesetleri gördün sen. Aslı kendini onun katil olmadığına ikna etmeyi gerçekten deneyecek mi bilmiyorum, ama ben izlerken çok üzüldüm. Âşık olunca aklını tavan arasına saklayan bir kadın olacağına inanmak istemiyorum. Hayata pembe gözlüklerin ardından bakamayacağı kadar çok şey geldi başına, olanı olduğu gibi değerlendirme gücünün de geldiğini umuyordum. Ferhat’ı bir şekilde sevmenin yolunu bulmak zorunda ama o yol inkardan geçiyorsa sağlam olmayacağı çok açık.

Çok aşığım, hiç mantıklı düşünemiyorum bakışı…
Bu inkâr meselesi ne kadar yanlışsa, Ferhat’la birlikte olmaları hakkında konuşması da o kadar doğru benim açımdan. Aslı kendini çok yukarılarda konumlandıran ve yaşadıklarını kutsallaştıran bir kadın değil. İlişkilerinde bir aitlik-sahiplik dinamiğine inanmıyor, bunu da daha ilk öpücükte söyledi Ferhat’a. Sahibim olamayacaksın derken ciddiydi ve birlikteliklerinden sonra da Ferhat’ın kadını olması değil Aslı olarak kalması gerekliydi. O an birbirlerini istediler, üstelik Ferhat da hislerini kabullendi ve yaşandı. Sonrasında, neden onu öperken ağlayan adamı göremediğini sorması, gerçekten sevilip sevilmediğini anlamaya çalışması çok doğru ve çok doğaldı.
Burada sorun Ferhat’ın yaşananları bir teslimiyete dönüştürmesiydi bence. Aslıyla olmasını duygularına yenilmek olarak gördüğünü düşünüyordum geçen bölüm, bu bölümde de bu hissim kuvvetlendi. O yüzden Aslı’yı duvar gibi soğukluğuyla kendinden uzaklaştırması bana hiç anlamsız ya da gereksiz gelmedi. Haftalardır gördüğümüz bildiğimiz inandığımız Ferhat tam olarak böyle yapmalıydı ve yaptı. Ferhat beni hayal kırıklığına uğratmayan tek karakter diyebilirim hatta. Oysa ben Aslı’ya da çok güveniyordum. Onun o dik başlılığına, bildiğini sakınmadan herkesin yüzüne söyleme cesaretine…
Aslında Ferhat dışındaki herkese karşı hala öyle, geçen bölüm Yeter’e bu bölüm Namık’a gözünü bile kırpmadan meydan okudu. Aynı şekilde Cem’e ve diğerlerine karşı Ferhat’ın suçsuz olduğunu da sonuna kadar savundu, kanıtlamak için uğraştı. Üstelik Ferhat’ın değiştiği konusunda tamamen haksız da değil; kalbi gerçekten değişti ve birini sevebileceğini gösterdi. Ama karanlığı? Rengine bir damla beyaz sıçrattı diye, karanlığının kaybolduğuna nasıl inanabilir? Bu “hayır, o katil değil” mızmızlanmasını asla içime sindiremedim. Aslı’yı kollarından tutup bir sarsmak istiyorum.
Oysa bölüm ne kadar güzel başlamıştı. Nihayet Namık’tan zekâ içeren hareketler gördük ve ucuz manipülasyonlara gelmeyeceğine ikna oldum. Bölümlerdir içinde herhangi bir babalık hissi taşıyıp taşımadığını anlayamasam da Ferhat’ı bir şekilde korumak istemesi güzel hareketti. Karşı karşıya gelmeleri kaçınılmaz zaten bunu Ferhat’ın bölüm boyunca savurduğu tehditlerden anladık ama Namık’ın ne kadar ileri gidebileceğini Ferhat’la ilgili hisleri belirleyecek.
Yiğit’in daha görünür olmasından çok memnunum, ama onun üzerinden yaratılan dram için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Ebru’yu öldürmesini ve bunun üzerinden Ferhat’ın Aslı’yı suçlaması dev bir hayal kırıklığıydı. Ferhat’cım sen değil miydin Yiğit’i her gördüğünde "sana emanet" diyen, sanki emanet edilmeye ihtiyacı olan bir acizmiş gibi? Sırf sana ve içgüdülerine değil, dost bildiği birine güvendi diye böyle dram yaratmak bir tık fazla geldi bana. Yiğit'le ilişkilerinin mesafe kat etmesi çok güzel tabii, hep böyle devam etsinler hiç itirazım yok da, Yiğit’in başı gerçek bir belada bile değilken Namık’tan avukat için yardım istemesi mesela son derece gereksizdi. Hele konu bu avukat ihtiyacından, cezaevinin önünde bir saniye gördüğümüz cevval avukat Ayhan’a falan bağlanırsa keyfimiz kaçar, peşinen söylüyorum.

Gideyim de Aslı’ya dünyayı dar edeyim bakışı..
Yazdıkça fark ediyorum, Aslı’nın sürekli birileri tarafından namlunun ucundan kurtarılması da bir hayli can sıkıcı olmaya başladı. Tabii ki sıradan ya da normal olan hiçbir şeyin seyirlik bir zevki yok kurgusal dünyada ama bir şeyi ne kadar sık görürsek de etkisi o kadar azalıyor. Kızın başı gerçek bir kötüyle derde girse, onu bu sefer kim kurtaracak diye düşünmenin heyecanı bile kalmayacak.
Bu bölüm en çok diyalogları sevdim. Nezarethanedeki ve bölüm sonundaki Aslı-Ferhat diyalogları tam olması gerektiği gibiydi. Ferhat için Aslıyla birlikte olmanın ödül değil ceza olduğunu düşünüyordum hala da aynı fikirdeyim ama Aslı’nın “bana bir daha asla dokunma” diyerek çizdiği sınır da çok kıymetli. Bir de konuşurken gözlerine bakmaması. Bunu Ferhat’ı sırf birlikteliklerine yeterince duygusal yaklaşmadığı, onun beklediği anlamları yüklemediği için yaptığını biliyorum ve kendi aşkını sorguladığı için yapmasını bin kere tercih ederdim ama bir durup kendine bakması için hala geç değil. Aynı dokunmama sınırı Ferhat tarafından da konulmuştu ama anlaşmalar bozuldu bir kere, bu yenisi de bozulana kadar biraz roller değişecek galiba.
Suna’nın evi konağın kaotik ortamından sonra nefes aldırdı bana, keşke hep orda yaşasalar! Yine bin tane cephe kapandı, bin bir tane açıldı Emirhan'larda. Handan’ın radarından kaçamayan hatta kaçmaya bile uğraşmayan Gülsüm ve Abidin’in “öyle bir şey yok” temalı konuşmasıyla hepimiz “öyle bir şey”in olduğuna ikna olduk sanırım artık. Bunu da aldık kabul ettik, neticede her şeyi değiştirecek sihirli çubuk biz izleyicinin elinde değil. Ama olsaydı, konakta en çok İdil’i değiştirmek isterdim. Vildan’ın git-gelli ve zavallı hali bende hiçbir acıma duygusu uyandırmıyor ama koskoca İdil’in evin kapalı havuzuyla uğraşması içimi parçalıyor. Handan’ın çevirdiği entrikaları öğrenip, kadını basın karşısında mum eden İdil, şu anda sıradan, entrikacı kötü gelinler gibi etrafa yapmacık gülücükler fırlatıp yemek masasında ona buna laf sokuyor, üzülüyorum.
Türlü acayipliğin içinde, bir de Ferhat’ı namlunun ucunda bıraktık bölüm sonu. Aslı bu sefer kurtarılan değil kurtaranı olur mu Ferhat’ın bilmiyorum, adresi bir tek o gördü sonuçta. Ya da belki bunlara hiç gerek kalmaz, Ferhat mektubu okumama testini geçtiği için elini kolunu sallayarak çıkar ordan. Ama Ayhan’ı görmek istediğim yer bir üçgenin köşesi asla değil, onu biliyorum. Yanlış anlaşılmak istemem, Ferhat’ın Ayhan’a bir kadın gözüyle bile bakmayacağını düşünüyorum ama başlarına birtakım yanlış anlaşılmalar gelir ve Aslı’nın gözleri şüpheyle bulutlanırsa büyü bozulur ve geri dönüşü olmaz diye korkuyorum. Azad ve Ayhan’ın Ferhat’ın müttefiki olması şu an için en akla yatkın görünen ihtimal. Bakalım özellikle Ayhan’dan merak uyandıracak bir öykü çıkacak mı yoksa neden geldiği ya da neden gittiği anlaşılamayan kötülerden biri mi olacak, izleyip göreceğiz.
Bir diziyi izledikçe sanıyoruz ki ekranda gördüğümüz her şey tam da hayal ettiğimiz gibi olacak. Bazen hayallerimizi bile bir kenara attıracak güzel sürprizler çıkıyor karşımıza, çocuk gibi sevinip kahramanların hepsine daha sıkı sarılıyoruz. Bazen de tam tersi, kötü bir şaka olmasını dilediğimiz şeyler izliyoruz, o zaman da izlediğimize küsüyoruz. Ben bu inişini çıkışını kestiremediğim yolculuğu seviyorum ama bu bölüm beni biraz küstürdü, yoldaki tümseklere biraz sıkıldı içim. Mantıksal kopukluklar hevesimi kırdı ama Aslı’yla Ferhat’ın henüz başlayamadıkları hikâyelerinin koşulsuz takipçisiyim. Acısıyla içimizi yakan, mutluluğuyla gözlerimizi güldüren bölümler izlemek dileğiyle, okuduğunuz için minnettarım.
Çok sevgiler!
Dipnot: *Şiir; Mutlu Aşk Yoktur, Louis Aragon, Çeviri; Cemal Süreya