Çukur: İnsan ailesini kaç paraya satar?

Çukur: İnsan ailesini kaç paraya satar?
Çukur neresidir? "Çukur'u İstanbul’da sanırlar ama bilmezler İstanbul Çukur’dadır.” Yücelte yücelte arşa çıkarılan Koçova mahallesinin hali ortadayken Yamaç Bey’imizin tek çaresi boyun eğmek, tapuları teslim edip, ipotek yaptırmak mıydı sahiden? Ee, hani çok büyüktü bu Çukur, bu Koçovalı’lar? Beyefendi hikayesine malzeme oluşturmak, sırf onun bu büyük Çukur’a sahip olabilmesi, tapuları eline alabilmesi için yaratılan bu gidişatı sevemiyorum. Daha doğrusu bu Beyefendi Baykal’a gitgide sinir olmaya başlıyorum. Dizi için güzel bir yol değil onun hikayesinin yolu. Belki ondan güzel hikâye çıkacak ama temeli güzel kuramadıkları için çıkamıyor gibi resmen. Kıymetli ‘Beyefendi’ çatışmasına bir hareket, onun bu nefreti için Koçovalı’lara ve Çukur’a karşı geçerli bir sebebini görene kadar geçen her bölüm için bende kan kaybetmeye devam edecekler bu da böyle biline…
 
Zaten görmeye heveslisi olmadığım Baykal Bey’in odak noktası olduğu bir bölümle karşı karşıyaydık. Neyse ki tek hevesli olmayan bizler değiliz. İnsanların sevdiklerine dokunacaksanız onların pis yüzlerini görmeye hazırlık olmalısınızdır. Beyefendi pis yüzünü Çukur’a dönmüştü ama ona gelene kadar Vartolu ve Selim’i maşa niyetiyle kullanırken hafiften kendi suyunu kaynatmaya başladı. Selim deli fişek, düşünmeden adamı çekip vurma kapasitesi olan biri. Vartolu hayatı ti'ye alsa da zeki ve kendine yapılan kötülüğü unutmayacak birisi. Maşa olan adamlar bunlar olunca Beyefendi’nin onlara karşı yaptıklarının sonuçlarını ne kadar düşündüğünü merak etmeden duramıyorum haliyle. Yine de planlar yapıp Yamaç’tan aldığı tapuları Sadettin’e göndermesine içten içe çok sevindim. Bana bir ihtimal babası ve Yamaç’la arasını düzeltip, tapuların güvende kalabilmesi için umut oldu.
 
Vartolu’nun Salih’e dönüşmesi için ihtiyacı olan tek şey sevgi. Yani Sadiş’i. Babası İdris de olur ama ona gelene kadar… Beyefendi, Sadettin’in en zayıf noktasını buldu. Bulmakla kalmadı çok daha kötüsünü yaptı, tehdit etti! Vartolu’ya yapılacak iş mi bu? Hadi onu geçtim, Sadettinciğim senin yaptığın iş mi? Nasıl Sadiş’e ben evliyim dersin? Başka yalan mı yok? Üzdün bizi Salih. Yine de bir hışımla Koçova malikanesine girip Sultan’la konuşmaya giderken kapıda Saadet’i gördüğü an herkesin içinden bir şeyler koparttıkları gerçeği var… Hangi tarafa üzüleceğimi şaştım! -Sultan’la ne konuşacağı veya neden konuşacağı ise ayrı bir soru işareti tabii- Vartolu’nun uğraşları biter mi? Bitmez, bitmesin de zaten. Hapisten çıktı çıkacak olan üvey babası Kasım’ı toplandık heyecanla bekliyoruz hepimiz. Yani gerçekten bekliyoruz çünkü oldukça gizemli bir hava yaratılan Kasım’ı kimin oynayacağı meçhul. Sadettin’in ondan intikam istemesi kadar doğal bir durum yok bence. İdris’ten daha çok kin beslemesi gereken biri hatta Kasım. Asıl sorunumuz Sultan-Paşa-Mihriban üçgeninde!
 
Ah Paşa! Sen İdris Baba’ya bu kadar büyük bir kötülüğü nasıl yapabildin? Hayretler içerisinde izliyorum gerçekten. Sultan kendisinden her şeyi bekleyebileceğimiz bir kadın zaten bunu inkar eden olamaz. Dizideki en kötü kalpli karakter bile derim hatta onun için. Kör kurşunlara kaza gidesin Sultan. Paşa’yı da pis işine alet ederek başta Sadettin’in hayatı olmak üzere kaç kişinin hayatıyla oynamış. İdris bunu öğrendiğinde bir şey yapamadan kalpten gidecek diye korkuyorum. Vartolu intikamı çok yanlış yerler de arıyor orası kesin. Bu gerçek ortaya çıkarsa işler büyük karışacak. Tez vakitte karışsın o halde!
 
İdris Baba’nın oğlunun peşinden koşması, onu bulmak için çabalaması çok güzel. Oğlun öldü dediklerinde de hiç tanımadığı bir çocuk için üzülüşüne ben daha çok üzüldüm. Hatta bunun için Paşa’ya bir kez daha öfkelendim. Neyse ki Kasım’dan gelen telefonla bölümün sonunu mutlu bitirdik. Yaptıkları yetmezmiş gibi bir de oğlunun yaşadığını sakladığı için Paşa’yı affetme gibi bir seçenek de kalmamış oldu böylelikle İdris için. Sen de üzdün Paşa…
 
İhanet huy gibi bir şey olmuş dememek için zor tutuyorum kendimi. Selim bunların başı. Ardından Paşa, Sultan hatta Karaca geliyor. Ve daha kim bilir kimleri göreceğiz? Bir insan ailesini kaç paraya satar? İntikam neyin intikamı? Kim kızdırdı sizi bu kadar? Tanıdık geldi mi tüm bu sorular? En az üç kez falan sormuşumdur bugüne kadar ‘bu neyin öfkesi, intikamı?’ diye. Bu hafta Yamaç da benim gibi sordu aklından baş şüphelilerimize. Her şeyiyle güvendiği Aliço’muza verdi bu kutsal görevi de. Selim, Emmi ve Paşa’yı tek tek izleyecek Aliço’nun zekasına laf edilemez ama o da insan ve hata yapabilir. Umarım bu hatayı Celasun’la görüşürken gördüğü Emmi’den şüphelendiğini söyleyerek yapmaz. Çünkü hikâyenin en masum adamlarından bir Emmi kaldı resmen. Onun da hiç uğruna başı yanarsa çok üzülürüm. Her şey çok normalmiş gibi ‘Münir’i buldum, abine bu kadar güvendiğin için sağ ol.’ mesajını yazabilen Selim gibi yüzsüz bir abisi varken Yamaç’ın işi de zor ne yapsın çocuk? Kimseye güvenemeyecek hainin abisi olduğunu öğrendikten sonra ona yanıyorum…
 
Avukat Nazım Bey’imize geçen hafta Yamaç seni çıtır çıtır yer derken çok ciddiydim. Büyük bir keyifle bu haftaki karşılaşmalarını bekliyordum o yüzden. Nazım’a mesafeli hissettiğimi ısınamadığımı söylemiştim daha önceden. Bu hafta aştım o duvarları hem de bayağı hızlı ve fazla aştım sanırım. Bir an da samimi bulmaya başladım Avukat’ımızı. Şöyle dolu dolu izlememiz gerekiyormuşsa demek ki. Tabii bunun en büyük sebebinin Ahmet Tansu Taşanlar’ın karizması olduğu çok açık. Nazım ve Sena arasındaki olayı ne kadar çözememişsem, Beyefendi ile arasındaki ilişkiyi de bir o kadar çözemedim gitti. Baykal Efendimiz de az psikopat değil… Baba diye hitap ettikten sonra bir dövmediği kaldı adamın Nazım’ı çünkü. ‘Yine mi baba-oğul dramı be!’ diye isyan edicektim ki söverim de severim de tarzında bir adam olduğunu gözlemledim Baykal Bey’in. -Yine de gram sevmiyorum orası ayrı- Neyse, Nazım ve Yamaç kapışmasına dönersek, bu ikiliyi karşı karşıya görmeyi sevdim. İkisinden iyi düşman olur gibi hissettim. Yamaç Bey’imizin yeri her zaman ayrı kalbimiz de ama Nazım Bey’i de daha çok izlesek hiç fena olmaz. Yine de Sena’ya yanaşmaması tavsiye edilir tabii, kendi sağlığı için, Yamaç’ın sağlığı için…
 
Son olarak bence bölümün olay karakteri olan Sena’ya gelelim. Sena’ya genel olarak tepkili bir kitle olduğunu görüyorum ve her birine karşı çıkarak ilk bölümden beri desteklediğim Sena’nın arkasında hala dimdik duruyorum. Yamaç’ı terk etme sebebinde de, edememe sebebinde de haklı. Her karşı karşıya geldiğinde tüm gerçekleri onun yüzüne vurabilen tek kişi olarak, Yamaç’ın onun değerini bilememesi kendi hatası. Yamaç’ın çevresinde, ailesinde onu Sena kadar düşünen kimse yok. Sena'nın bas bas bağırıp Yamaç’ın hiçbir şey duymaması da ayrı bir olay zaten. İşte bu yüzden destekliyorum Sena’yı çünkü sonuna kadar haklı. Kanamayanı görmüyor artık Yamaç.
 
Günün sonunda o sevmediği Çukur’u ve delicesine kızgın ama aşık olduğu adamı kurtarmak için pavyona girmeyi göze alan Sena oluyor ama. Gayet güzel işlenen ve oynanan bir karakter Sena, geçmişini de öğrenebilsek tam not alacak benden.
 
Yamaç’ın Selim’e gıcıklığı geçmek bilmiyor neyse ki, sağ olsun Selim de buna müsaade etmiyor zaten. Beyefendi’nin de peşine düşmesiyle bir an önce kim olduğunu öğrense de Beyefendi mevzusunu kapatsak dedirtiyor bana açıkçası. Beyefendi’nin peşine düşmeye başladığında gittiği ilk adamın Beyefendi’nin kendisi olması, karşına geçip yüzüne ‘Beyefendi diye bir adam varmış kim o?’ diye sorduğu sahne de ayrı komik, güzel olmuştu.
 
Bölüme eleştireceğim tek nokta bu hafta çok fazla eski sahnelerden oluşan flashback izletmeleri olacaktır. Gerçekten dizinin uzunluğu yetmiyormuş gibi bildiğimiz gördüğümüz şeyleri döndürüp izletmeleri hiç yakışmadı. Aksiyonlara hasret kaldık gibi, biraz hareket mi olsa artık?
 
Haftaya görüşmek üzere…
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER