Aslı’nın içinde bulunduğu durum terk
edilmişlikten ziyade, aslında ne yapacağını bilememekti. Onun dilinde tam da
Ebru’ya dediği gibi “Yok bir şey, üşüyorum!” Halbuki Aslı, en başından beri
verdiği savaşı hiç hasar görmeden atlatmıştı. İstemeyerek kontrolsüzce girdiği
cendereden yine istemeden, fakat bu sefer kontrollü bir şekilde kovulmuştu.
Esaret dediği o yerden kurtulmak istediği şeyle, Aslı’nın üşümesine sebep olan
şey tam da aynı değil miydi aslında?
O tehlikeden bu tehlikeye
koşarken, ona yabancı gelen kurşunların altında cebelleşirken ya da yangının
ortasında kalırken, artık kalbi çıplak kalmıştı. Üşüyorsun Aslı ve hiçbir yere
sığamıyorsun şimdi…
Aslı ne yapacağını bilmez
bir şekilde düştüğü boşlukta, Ebru’ya sığınmakta buldu çareyi. Sığınması
gereken en son liman olduğunu bilmeden ve çaresizce... Kaldı ki Savcı
Yiğit’le, hatta “Benim kardeşimin bu adamla ne işi var?” düşüncesiyle sorguladığı
Ferhat’la bile konuşarak kardeşini ne kadar iyi anladığını gösteren Cem kadar
bile anlayamıyordu Ebru, Aslı’yı…
Yaşadığı onca şeyden olsa
gerek Ferhat’ın hisleri de boşa değildi. Tam da Cüneyt’e dediği gibi Ebru’da da
hoşlanmadığı ve onu itici bulmasına sebep olan bir şeyler vardı Ferhat’ı
rahatsız eden. Biz Ferhat Aslan’ı biraz tanıdıysak, çalışma odasına girdiğinde
parfümünden Ebru’yu tanıyan Ferhat, Şahin’in evine gittiğinde de o kokuyu
almıştır... Bize açık etmese de kendi kafasında kurup seyrettiği bir senaryosu
muhakkak ki vardır. Bunu da ilerleyen bölümlerde seyredeceğimize inanıyorum.
Zira bana göre Ferhat Aslan Zekası diye bir şey var ve o hiçbir detayı atlamaz,
pusuda zamanının gelmesini bekler…
"Ben ondan kaçtığımı
sanıyordum ama meğer ona koşuyormuşum. O da beni kovaladığını sanıyordu ama
meğer kaçıyormuş benden. Hırkan var mı? Verir misin? Üşüyorum…’’
Hangimizin içine işlemedi
Aslı’nın bu sözleri? O her "üşüyorum" dediğinde, ben sarıldım
battaniyeye. Aslı her ağladığında ya da ağlamamak için kendini kastığında ben
biraz daha sindim koltuğun köşesine. Sanki hissettim Ferhat’ın acıdan
burnunun sızlayışını...
Aslı bir anlık gafletle
yazdığı mesajı yine bir anlık korkuyla Ferhat’a yolladığında, o da biliyordu
WhatsApp'ta yolladığın mesajı karşıdan da silebileceğini ama onun derdi mesajı
göndermesi değildi; onun derdi Ferhat’ın bütün hayatını tek bir mesajla yerle
bir edebileceğiydi. Tıpkı hayal ettiğinde Ferhat’ın da dediği gibi, “Ben sana
demedim mi Aslı? O iyiliğin altındaki bencilliği gör demedim mi? Sen bana
iyilik mi yaptın şimdi? Ben yüzüne bile bakmaya kıyamadığım Gülsüm’ü, o ısınsın
diye kendimi yaktığım kardeşimi aldın elimden. Bir doğru kaç yanlışı götürdü
bak...” Kaldı ki, benim tanıdığım Ferhat Aslan gerçeği öğrenseydi Aslı’ya olan
tepkisi bu olmazdı. Ve gerçekleri öğrendiğinde her şeye rağmen inanıp güvendiği
Aslı’ya tepkisinin çok ağır olacağını düşünüyorum...
Ferhat, Aslı’yı kendinden
göderdiğini düşünürken o arada gidip biraz daha adam öldürüp kendisine “karanlık”
olduğunu ispat etmeye çalıştı. Yüreğini parça parça eden sevdadan vazgeçtiğine
değmesi lazımdı. Çirkin olmalıydı, kötü olmalıydı… Mesajın okuduğu kadarı
yetmişti Ferhat’a; telefonun şarjı bitmeseydi devam edermiydi okumaya
bilemiyorum. Belki de okumazdı pişman olmaktan korktuğu için. Çünkü Aslı, üstü
kapalı bile olsa Ferhat’ın anlayabileceği dilden onun karanlığına düştüğünü
dile getirmişti. Güzel kız canavara aşık olmuştu artık ve iş işten çoktan
geçmişti.
Ferhat, banyoda suya kafasını
gömdükten sonra aynaya baktığında benim aklıma Cemal Süreyya’nın;
"Sen; Aklım ve kalbim
arasında kaldığım en güzel çaresizliğimsin’’ cümleleri geliyor…
Cem’in Ferhat’a rağmen
kardeşi için Ferhat’la konuşması kadar güzel bir davranış yoktur benim
nazarımda. Onu bu kadar anlarken de arkada gözü yaşlı bir Aslı bırakıp Ferhat’ı
hapse nasıl postalayacaksın acaba, düşünmüyor değilim Cem Komiser. Hani bana
göre Ferhat deyimi ile sıkıntı yok da sen bunu bir düşün derim ben sana.
Detayları es geçmeyelim;
Aslı’nın gitmeyip Ebru’da kaldığını öğrenen Ferhat’ın şaşkınlığı mesela,
gözlüğünü çıkarsaydın da net bir görebilseydik Ferhat Bey. Gayet iyi biliyor
olman lazımdı Aslı’nın hiçbir yere gitmeyeceğini. Gelelim, Aslı’nın Ebru’da
olduğunu öğrendiğinde koşa koşa oraya giden Ferhat’a ve Ferhat’ın sesini
duyduğunda “Geldi!” diyerek çocuk gibi sevinen Aslı’ya... O an içimde yaşadığım
duyguyu anlatamam size. İçim kıpır kıpır replikleri bekliyorum deli gibi.
Aslı anneciiim neden gidip bornozunu çıkarttın ki? Adamı daha hiç tanımazken,
ilk bölümlerde duştan çıkıp üzerinde sarılı havlu ile adama çemkiren sen
değimmişsin gibi! Ne olacaktı seni bornozla görseydi! Çok üzüldüm bilesin…
“Aç kapıyı Aslı.”
“Müsait değilim ne işin var
burada!” (Külahıma anlat sen onu Aslı! Ferhat’ın gelmesi ile hırkalarla
ısınamayan kalbin bornozun içinde ısındı be sen kime masal anlatıyorsun?)
“Kırdırtmak mı istiyorsun
bana kapıyı?”
Tam da Aslı gibi o an ben de
“Kırar!” dedim, vallahi de kırar, billahi de kırar Ferhat bu. Aslı jet hızı ile
giyinirken dışarıdaki tonton dedeyle nine arasındaki sohbette, beni benden
alan ise Ferhat’ın “O benim karım.” demesiydi.
Namık’a gidip “Bitti, doktor
gitti.” dediği halde yüzüğünü parmağından çıkartamadığı karısıydı. Aslı, sen
bana git demedin mi derken, kalbinin bir köşesinde Ferhat’ın şimdi de seni
götürüyorum demesini bekledi belki. Dili "git buradan" derken, içi "sakın gitme
üşürüm, düşerim" diyordu. Ve Ferhat arkasına bile bakmadan dönüp gitti. Gidenin sadece bedeni
olduğunu bilerek…
Gecesinde Ferhat kendini meyhaneye
attığı yerde, Aslı sığamadığı koca evden kendini dışarıya atmayı başarmıştı can
havliyle. İkisi de birbirine o kadar uzak ama bir o kadar da yakındı halbuki.
Karşılıklı aşk acısı ancak bu kadar güzel çekilebilirdi. Acının güzeli olur mu
demeyin sakın! Eğer öyle olmasaydı ta birinci bölümde Aslı’ın ağzından “Aşk
imkansızlığın resmidir. Kavuşamadıkça alevlenen, değişmedikçe can yakan,
kopamadıkça hükmeden ve vazgeçilmezin şarkısıdır. Esaretin tatlı bir rüya
sanıldığı tek yer aşktır...” cümlelerini duymazdık…
Gözünü bile kırpmadan Ustura
ile sabahlayan Ferhat’ın -giden- ayakları ertesi gün tekrar onu Aslı’nın yanına
getirdi. Güvende olmadığını bildiği için mi yoksa kalbi onu istediği için mi
ona siz karar verin ben orada kalakaldım çokça da meraktayım açıkçası… Ferhat
ilk defa kendisi yanında değilken Aslı’ya bir şey olma korkusu ile karşı
karşıya geldi. Her ne kadar Aslı Ferhat’ın kendisine bir şey olmadan
kurtaracağına emin olsa da. Öyle ki kim peşimizdeki sorusuna gayet emin bir
şekilde “Birazdan tanıtır o sana kendini.” diyebiliyordu.
Çaresizlik Ferhat’ı da
Aslı’yı da ormanda yakaladı. Kafasına dayalı silahla Aslı, Ferhat’ı beklerken
bir an olsun bile Ferhat’ın yetişememe olasılığını düşündü mü bilmiyorum ama
Ferhat ormanın ortasında bir deli gibi dönerken patlattığı silahtaki, ya
yetişemezsem korkusuydu. Öyle ki Ferhat silah çektiyse önü sonu patlardı ama
onu durduran Aslı’nın korkusuydu. Hepinizin içi erimedi mi o sarılma
sahnesinde? Feryat figan koltuktan düşmüş olabilirim ve çok rahat bir şekilde,
sarılacaksanız Ferhat Aslan gibi sarılacaksınız diyebilirim... İlk bölümde
Ferhat tarafından kafasına silah dayanan Aslı şimdi Ferhat tarafından
kurtarılıyordu. Dengesini kaybedip sendelendiğinde de yine tutan Ferhat
oluyordu. Ve ardından Aslı’nın sorgusuz sualsiz gözlerinin içindeki o ince
tebessümle Ferhat’ın arabasına binişi... İşte tam da burada Aslı’nın ilk
bölümdeki konuşması geliyor aklıma;
“Kader yeter ki kararını
vermiş olsun, hayat sizi selde bir kum tanesi gibi sürükler, hayatın zamanı
durur, aşkın zamanı başlar her aşkında kendi kaderi vardır kimi doğar büyür
ölür kimi sevdaya dönüşür.”
Bölümün en güzel replikleriydi
bence arabada ki konuşma:
“Niye bu kadar geciktin?”
“Trafik vardı.”
İşte artık senin için bu
kadar normaldi yaşadıkların Aslı. Hoşgeldin senin deyiminle Ferhat’ın
bataklığına… Aslı’nın hissettiği Ferhat yokken İstanbul’un kalabalığında
yapayalnız kalışı, Ferhat’ın ise tam aksine Aslı yokken İstanbul’un ona bomboş
gelmesiydi. İşte aynı zamanda bu kadar da tezattı canım çiftim ama bir o kadar
güzel bir o kadar tutkulu. Aslında ikisi de birbirini tamamlıyordu. Ferhat
Aslı’ya tam da yazdığı mesajda da bahsettiği gibi ölümün kıyısında dolaşarak
hayatta kalmayı; Aslı ise Ferhat’a yeniden sevebilmeyi öğretecekti. Kolay
gelsin Doktor Aslı bu iş zor olan bir ameliyatı başarılı bir şekilde
sonlandırmaya benzemiyor. Tıpta her şeye çare varda kalp kırıklıklarına, ölüp
giden çocukluğa, kirlenmiş hayatlara çare yok. Senin Ferhat’ın içindeki çocuğa
yeniden can vermen çok kolay olmayacak…
Son sahnede ruhumu
bıraktığımı söyleyebilirim, her detayı ayrı bir özel her repliği bana göre en
bir naif olan Aslı’nın değil Ferhat’ın teslimiyet bayrağını çektiği son
sahne...
“Sen beni neden bir başıma
bıraktın Ferhat?”
Ben olsaydım, “Senin de
istediğin bu değil miydi Doktor?” derdim. Ama Ferhat’ın dili “Öyle olması
gerekiyordu.” derken, gözleri “Ben seni hiç bırakmadım.” diye haykırıyordu;
Aslı’nın duyamayacağı bir şekilde. Tıpkı Aslı’nın gözlerinin “Beni bir daha
sakın bırakma!” diye bağırdığı gibi…
“Peki niye sonra tekrar
peşimden geldin? Niye kurtardın beni? Niye ellerinle getirip buraya tıktın beni
yine? Ne istiyorsun benden?”
Ferhat, Aslı’nın sorularının
karşısında ona akıp giderken ben de fonda Carlos ve Yaren’den “Sen bana aklımla
başım arasındaki mesafe kadar yakınsın, sen bana aklımla başım arasındaki
mesafe kadar da uzaksın. Sen bana haramsın tövbe tutmaz iflah olmazsın
sen asla, sen benim kanayan yaramsın kabuk bağlamazsın kanarsın...” çalıyordu
ki Ferhat’ın dudakları Aslı’yı buldu.
Hiç beklenmedik bir şeydi
belki bu Aslı için hatta belki de Ferhat için. Aslı durup “Sana dedim ki bir
daha sevmediğin bir kadını öpme...” derken, Ferhat’ın yüzünde aradı cevabını.
‘’Yapmayacaktın bir daha.’’ dediği noktada birbirlerine karışmaya doğru yol aldı
Aslı ile Ferhat.
Siyah ve Beyaz birbirine
karıştı “gri” oldu artık. Ferhat kalbine yenildi Aslı karanlığa karıştı. İkisi
de çok iyi biliyordu; tamamen siyah ya da tamamen beyaz olamazlardı. Aralarında
hep gri hakim olacaktı. Gündüz ve gece hakim olmayacaktı hiçbir zaman
hayatlarında ya gün doğumu karşılayacaktı onları ya gün batımı ama ne olursa
olsun vazgeçmeyecekti ikisi de.
Ferhat bunu Aslı’yı öperken
bile akıttığı gözyaşından belli etmişti…
Aslı’nın Ferhat’a sorduğu
“Ne hissediyorsun?” sorusuna internette gezinirken denk geldiğim şu şiirle
cevap vermek istiyorum izninizle:
Kafam biraz karışık bakma
bana, geçmişim yorgun, geleceğim muamma.
İstemiyorum güzel sözler,
ardında neleri getirir hayaller bilinmez, masallar ve sen.
Sen en beklenmedik zamanda
geldin karanlık sularıma.
Ruhunun asılı kaldığı,
bedeninin alev alev aldığı yerdir gözlerim.
(kaynak;itiraf et Manisa)
Seyreden herkesin ilk önce
eleştirdiği sonra düşününce anlamaya çalıştığı yerdir Ferhat’ın Aslı’ya sırtını
dönüp yatması. Ferhat yüreğinin akıp gittiği yerde Aslı’yı kendi bataklığına
çektiğini düşünüyordu. İki gün önce hayatından tamamen çıkarmaya çalıştığı
Aslı’yı artık tamamen hayatına aldığını düşünüyordu. Onu artık kendinden bile
nasıl koruyabileceğini düşünüyordu.
Kısacası Aslı artık beyaz
değildi ve karanlığa karışmıştı…