İnsan sevdikçe iyileşiyor der Turgut
Uyar. Leyla Erbil ise sevilmenin insanı
iyi edeceğini savunur. Bu iki sözcenin toplamı bizi sevmek ve sevilmeye
götürür. Bir insanın toplamı da bundan ibaret değil midir zaten? Sevmek ve sevilmek.
Yavuz da sevildikçe iyileşti, sevdikçe güzelleşti... O Bahar’a aşkla baktıkça, onun
için parlayan gözbebeklerini gördükçe güzelleşti benim için Yavuz. Sevdikçe, nefes
alıp veren herhangi biri olmaktan çıktı. Yaşayan bir insan oluverdi.

‘Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum. Tuttukça güçleniyorum kalabalık
oluyorum... Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin. Seni
aldım bana ayırdım…’ Turgut Uyar
Yavuz’un Bahar’da ne bulduğunu
araştırdı kimseler uzunca bir zaman. Sevenleri biliyordu, ancak onlar da bir
itiraf bekledi. Çok uzun bir süre sustuktan sonra konuştu Yavuz: ‘Beni etkileyen güzelliğin değil. Bu
inatçılığın, bu pes etmeyişin, bu asla vazgeçmeyişin. Bi’ kadını ne güzel yapar
dersen, işte bunlar’ diyerek betimledi ondaki Bahar’ı.
Her zaman Yavuz’un ne kadar iyi
bir asker olduğunu okuduk, izledik. Oysa Bahar’ın idealleri uğruna
vazgeçtikleri hiç takdir görmedi. Bahar, yaşadığı şehirle birlikte ailesini,
arkadaşlarını, sevdiklerini, alışkanlıklarını, konforlu yaşamı bir günde elinin
tersiyle itip Karabayır’a yerleşti. Kulağa hoş geliyor. Ancak kaçımız cesaret
edebilir bu kadarına? Kaçımız vazgeçebilir alışkanlıklarından? Hem de hiçbir
mecburiyetimiz olmadan, gönüllü olarak! Herkesin, belki hepimizin dikkatinden
kaçmıştı bu detaylar; Yavuz hariç. Bir bir kazımış aklına Bahar'la ilgili her
detayı. Gözlerini, dudaklarını ezberlemiş. Defalarca hayalini kurmuş o yüzün. Susarak
sevmiş yani.
Bir şeyi daha unutmamış, epey de
içerleyip egosunu sarsmış hatta bu durum. Bahar’ın öfkeyle söylediği ‘kötü öpüşüyorsun!’ sözü. İtirafla gelen
öpücüğün ardından -nasıl içerlediyse- ilk önce zedelenmiş egosunu tamir etmek
istedi bu yüzden ‘şaşkınlığına bakacak
olursak o kadar da kötü öpüşmüyormuşum’ diyerek.
Sonrası çorap söküğü gibi geldi.
Aşkta hiçbir şeyi sırasıyla yaşayamamalarına dikkat çekmiştim önceki yazımda.
Bu durum çiftin kendisinin (yani senaristin) dikkatinden de kaçmamış olacak ki
bir süredir tüm bu eksikler tamamlıyorlar. Elele tutuşuyorlar, birlikte yemek
yiyorlar, bolca sarılıyorlar, birlikte uyuyorlar. Birbirleriyle
tamamlanıyorlar. Bu süreçte acıların da üzerine yine, her zamanki gibi birlikte
gidiyorlar. Bahar’ın babasının ölümüyle nasıl birlikte başa çıktılarsa,
Yavuz’un trajik geçmişiyle de öyle çıkıyorlar. Henüz pratik anlamda evlilik aşamasına
ulaşamasalar da ilk günden beri her ‘iyi ve kötü’ günü birlikle karşılıyorlar.

Ve ne yazık ki acı ve gözyaşı
eksik olmuyor hayatlarından. Birbirlerini buldukları andan itibaren kaderleri
birbirinin içine her adımda daha fazla karıştı. Onlar birbirine yaklaştıkça
kaderleri daha çok iç içe girdi. Ölümlerin gölgesi düştü üzerlerine. O gölgeler
birbirine karıştı olaylar gelişip, geçmişin defterleri açıldıkça. Öyle bir
yere, öyle bir hale geldiler ki bundan sonra ne yapsalar nafile, ayrı ayrı çıkamayacaklar
bu mücadeleden. Birlikte çıkabilmek için de birbirlerine, aşklarının gücüne
inanmaları şart.
Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi kötü huyları vardır derler. Gerçeğin gücüne
inananlardanım. Büyük Bey’in nasıl öldüğü çıkacaktır bir gün mutlaka açığa.
Sonra tabii sıra neden öldüğüne de gelecektir. Büyük Beyin ölümünün ortaya
çıkmasıyla Bahar ve Yavuz’u nasıl bir yol bekliyor? İzleyip göreceğiz. Ancak
dediğim gibi, er ya da geç, gerçekler açığa çıkacaktır.
Yazı devam ediyor..