Ben
bu kadını bir yerden çıkaracağım: Tesadüfen Kadın-Elizabeth
2015 yılının ilk oyunun daha öncede izlememe rağmen özellikle
Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan olmasını tercih ettim. Onlar sezona bu oyunla
başladılar, ben de yeni yıla bu oyunu tekrar izleyerek başlamak istedim. Bir
çeşit totem de diyebiliriz. Bu eser de gerek konusuyla gerekse oyuncularıyla Ankara Sanat Tiyatrosu’nun şanına yakışır
cinsten. Nasıl olmasın şu künyeye bir bakın:
Yazar: Dario Fo
Çeviren: Füsun Demirel
Yöneten: Ferdi Değirmencioğlu
Dramaturg: Onur Erbilen
Dekor-Kostüm: Gazal Erten
Reji asistanı: Dilan Günay
Mask-Aksesuar: Arda Güler
Aksesuar sorumlusu: Mustafa Köse
Işık-Efekt: Mehmet Kızılgül
Oyuncular: Bülent Yıldıran, Mehmet Ulusoy, Fulya Koçak
Yeşilkaya, Nalan Güreş, Mustafa Bilgin, Erdem Ulusal, Melik Can Sapan, Fatih
Serdar Öncü
Dario
Fo, 1997 yılında Nobel Edebiyat Ödülü almış yeryüzünün gördüğü en iyi yazarlardan.
Kaleme aldığı oyunların konularında ise politika, güç, din, organize suçlar
gibi üzerinden milyonlarca yıl geçse de güncelliği koruyan kavramlardan
oluşuyor. Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü ya da Ödenmeyecek,
Ödemiyoruz eserleri bahsettiğim konuları içine alan eserlerinden sadece iki
tanesi. (Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü İzmir’de Bornova Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda temsillerine devam
ediyor. Denk gelirseniz gitmenizi tavsiye ederim.)

Dario Fo, Tesadüfen
Kadın: Elizabeth oyununda ise politik güce sahip olan kişilerin
yapabileceklerinin, olmayan sınırlarına gösteriyor.Elizabeth, elinde politik
gücü olan kişilerin, dozları farklı olarak, benzer özelliklerin toplandığı
hali. Bir çeşit politikacı kolajı. Tarih değişiyor, coğrafyalar değişiyor ama
insanın içi aynı hislerle dolu: Paranoya, hırs, ego, iktidarın baş döndürücü
rüzgârı, aşk. Ne ararsanız var! Bu anlamda oyun, insanın tüm bu özelliklerini
yaklaşık iki saat boyunca seyirciye anlatma konusunda da oldukça başarılı. Metin
su gibi akıyor.
Tekrar konuya dönecek olursak: Ruh halinden başka bir
ruh haline giren Elizabeth bu sefer de diline Shakespeare’i dolamıştır.
Shakespeare’in Hamlet eserinin
aslında kendisini hicvettiğini düşünür. Elizabeth’in zihninde bu hicivler,
halkı galeyana getiriyordur. Hal böyle olunca tiyatroya ve tiyatroculara karşı
cephe almaya başlar. (Allah Allah, ben bu durumu bir yerden çıkaracağım ama dur
bakalım!) Shakespeare’in oyunların geneline baktığımızda, görünürde olaylar
erkeklerin dünyasında gelişir ancak gizli başrolde hep kadınlar vardır. Örneğin
Macbeth. Hırs sahibi Macbeth’in
kendisi görünse de ona hırs ve iktidarı aşılayan karısı Lady Macbeth’tir. Dario
Fo, Tesadüfen Kadın: Elizabeth
eserinde, başrolü Elizabeth ve etrafındaki kadınlara vermiş: Elizabeth (Fulya
Koçak Yeşilkaya), Elizabeth’in yardımcısı Marta (Nalan Güreş) ve Mama Zozik
(Bülent Yıldıran) Belki de Elizabeth haklıdır. Shakespeare birkaç yer
değişikliği ile oyunlarında gerçekten onu hicvediyordur, kim bilir?
Oyun esnasında yer yer Mama Zozik (Bülent Yıldıran)
tarafından Hamlet ’ten parçaları
oyuna farklı bir hava katıyor.
Oyuncuların, neredeyse hepsini, farklı oyunlarda
izleme fırsatı buldum. Hepsi birbirinden kıymetli insanlar. Onları Ankara Sanat
Tiyatrosu’nun sahnesinde izleyebildiğim için de çok şanslıyım. İsim bazında
gidecek olursak tabii ki Bülent Yıldıran ve Mehmet Ulusoy ile başlamak isterim.
İsimlerini yazarken dahi yüzümde tebessüme neden olan güzel insanlar. Defalarca
izledim, defalarca daha izlerim. Fulya Koçak Yeşilkaya’yı ise en son Ankara
Devlet Tiyatroları’nda Soğuk Bir Berlin
Gecesi oyununda Olcay Kavuzlu ile izlemiştim. Elizabeth’e can verirken
resmen sahnenin tozunu attırdı. Özellikle monologlarda Elizabeth kendinden
geçti, izleyenleri de kendinden geçirdi. Keza aynı şeyleri Nalan Güreş, Mustafa
Bilgin, Erdem Ulusal içinde gözüm kapalı, vicdanım rahat söyleyebilirim. Ankara
Sanat Tiyatrosu sahnesinde her zaman olduğu gibi, yine güzel oyunculuklara
doyduk.

Zaman-mekân ayırt etmeksizin insana ait ve
değiştirilmesi en güç özellikleri Elizabeth’in aynasıyla izledim. Tiyatronun en
sevdiğim özelliği olan bu zaman ve mekân ötesi kavramlarını Yaşar Kemal’den bir
alıntı ile aktarmak ve yazıma son vermek istiyorum:
-Amerika'da katıldığım bir konferansta dinleyiciler
arasından büyük bir yazar “Neden hep Çukurova'yı yazıyorsun?” dedi. “Ben sadece
Çukurova'yı yazmıyorum ki” dedim. Durdum bekledim. “Neyi yazıyorsun başka?”
dedi. “Hayır, Çukurova'yı yalnız ben yazmıyorum. Tolstoy yazıyor, Dostoyevski
yazıyor.” Çukurova'sını yazmayan hiçbir yazar büyük romancı olamaz. Hatta ben
yazarım diyorsa da, yazar değildir. Ben Çukurova'yı herkes kadar yazdım.
Stendhal da (…) Dünyada ne kkadar yazar varsa, hepsi Çukurovalıdır. Çünkü kendi
koşullarından soyutlanmış bir insan, insan olamaz. Soyut bir insan yoktur,
soyut bir sanatçı da yoktur. Her şey türküsüyle, ağıtıyla ve mitosuyla
evrenseldir. *
*Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/kultur-sanat/haber/21604091.asp