Değer bilmek önemlidir. Yanımızda olan sevdiklerimizin, severek
kullandığımız bir eşyanın, yaşadığımız bir anın… Bizim için çabalayan
insanların veya uğruna her şeyi yapmaya hazır olduğumuz insanların değerinin
farkında olmak önemlidir. Genelde kaybedince değerini anlayan bir toplumuz
maalesef. Sahip olduklarımız hiç gitmeyecek, hiç kaybetmeyeceğiz zannederiz ama
öyle olmaz tabii. O zaman da iş işten geçmiş olur haliyle. Yok olduğunda değil
de varken değerini bilebilsek keşke!
Çukur’un son bölümünde kaybedince değeri anlaşılır dediğimiz
durumlara örnek gösterebileceğimiz çok olay izledik. Yamaç’ın Sena’yı en
sonunda kaybetmesi gibi... Önceden yüzüne bile bakmadıkları kızları Karaca
vurulunca Selim ve Ayşe’nin perişan olması gibi... Annedir sonuçta, kızının canına
elbette değer verir ama önceden aklı neredeydi diye sormadan edemiyor insan.
Ayşe yine pek samimi gelmedi o yüzden ama, inanmış gibi yapacağım sanırım.
‘Vurulan Kim?’ diye iki hafta boyunca sorup, tahmin yürüterek
birçok senaryo üretmiştik kafamızda. Hatta Serdar’ı vuranın Sena olduğuna emindim. Fakat güzel bir ters köşeye geldim. Vuran da, vurulan da Yamaç oldu
sonuç olarak. Sena’ya ise yine içinde bulunduğu hayatı sorgulamak kaldı. Tabii
bu sefer biraz daha ciddi ve kararlı bir şekilde. Aslında tüm bunlar
olurken Vartolu, Koçovalı’ların evini nasıl kurtaracak acaba diye düşündüğümden
kimin kimi vurduğuna pek takılmadığımı fark ettim. Serdar, Yamaç ve Sena
sahnesindeki vurulma olayını geçtiğimiz bölümün sonunda gösterselerdi çok daha
ilgi çekici olup, heyecanı arttırabilirdiler bence.
"Sadiş Sadiş" diyerek gözünü bile kırpmadan Koçovalı’ların evine
koşan -hem de ne koşma!- Sadettin’in harikalar yarattığı bir sahne daha
izledik. Sadettin’e artık reis değil kral diyesim geliyor içimden. Çok
hareketli ve güzel bir sahneydi, çekenin oynayanın eline sağlık! Sadettin,
Sadiş’i bahane ederek evi koruyormuş gibi gözükse de tüm Koçovalı kadınlarını
ve çocuklarını kurtarmayı kalpten istediği o kadar belliydi ki yine o küçük
Salih olarak kendini ele verdiği anlardan birini gördük. İnsanın benliğini
kaybetmemesi için tutunduğu biri olunca ne yaparsa yapsın içindeki iyiliği,
güzelliği saklayamadığını en somut örneğiyle görüyoruz. Sena-Yamaç çiftinde
olduğu gibi Saadet’in de eski Salih’i geri getireceğini umuyorum. Zaten
Sadettin çoğunlukla Çukur’a ait olduğunu ele veriyor. Versin de zaten! Kendisi
-kabul etmese de- Çukur’a da, Koçovalı’lara da en yakışan isimlerden biri.
Bu bölümle birlikte artık "Beyefendi" mevzusunu ele almanın vakti
geldi sanırım. Bu haftaya kadar dilden düşmeyen ‘Beyefendi’ye hiç uzunca bir
parça ayırmadım yazılarım da. Neresinden tutsam elimde kalıyordu çünkü. Önce Beyefendi’nin adını Vartolu ve Selim’i garip bir
şekilde yöneten kişi olarak duyduk. Acaba yeni bir isim görür müyüz kadroda
diye düşünürken çoğu kişinin tahmini olan Baykal karakteriyle tanıdığımız Burak
Sergen’in Beyefendi gizeminin arkasındaki isim olduğunu öğrendik. Bu durum beni
biraz üzdü açıkçası. Yeni bir oyuncu görmeyi tercih ederdim. Baykal Bey’i
öğrendikten sonra yeni sorular oluşmaya başladı kafamızda haliyle. Vartolu
intikam amacıyla Çukur’a göz
diktiğinden yolları Beyefendi’yle kesişmiştir, tamam onu anlarım. Selim de gözü
güç ve paradan başka bir şey görmeyen ayrı bir değişik maalesef onu da
anlıyorum. Peki Beyefendi Selim ve Vartolu’yu elinde tutarken diğer yandan
Yamaç’a gidip yüzüne karşı dost gibi davranarak Çukur’u karıştırmayı neden
istiyor? Madem Çukur’a karşı bir nefreti var neden Koçovalı’lardan kendisini
gizliyor? Elimizde hiçbir şey olmadığından teori bile üretemiyorum. En kısa
zamanda işlerin bu kadar çok içinde ve hatta başında olan kişi hakkında daha
sağlam bilgiler öğrenebilmeyi umuyoruz.
Avukat Nazım’ı ise Beyefendi’nin oğlu, avukatı ve Selim ile
Vartolu’nun Beyefendi'yle aracısı olduğunu görmemize rağmen henüz hikayede de,
kafamda da oturtamadım. Muhtemelen bu, benim karaktere ısınamamamla alakalı
ama Avukat Nazım’ı izlerken sebebini bir türlü bulamadığım bir mesafe var
gibi hissediyorum. Özellikle Sena ile arasında bir takım durumlar olacağını ilk
tanışmalarındaki bakışlarından sezmiştim, yeni bölüm fragmanında da yeniden bir
araya geleceklerini gördük. Yamaç Bey bu duruma pek hoş bakmayacaktır
tahminimce.
İlk bölümden
büyük aşkla birbirine bağlanarak evlenen çiftimiz Sena ve Yamaç’ın
geleceklerine dair pek çok
tahminde bulunmuştum. Kim kimi bırakır, kim kime destek çıkar gibi. Çukur'da
Sena’nın uyum sağlayacağı türden bir yaşam olmadığı en başından beri belliydi.
İşin güzel yanı aşık olduğu
adam, Yamaç’ın da uyum sağlayacağı türden bir yer değildi Çukur. Hele yanında
Sena varken ve onu korur, kollarken. Çok değil üç bölüm önce yazımda Sena’nın ‘N’olursa olsun, hangi yolu seçersen seç ben senin yanındayım.’ lafları üzerine
‘Sena’nın azmini ve aşkını takdir eder, mutluluklar dilerim ama ilerde bu
kararlılığı bir sebepten bozulursa da bu sözlerini hatırlatma işini seve seve
yaparım.’ demiştim. Ben hatırlatmamı yapayım da… Şimdi dönüp olanlara bakınca
yine Sena’ya hak veriyorum. Yerine kendimi koyuyorum mesela, çok bile kaldı orada diyorum. Yamaç
Bey’imizin paşa gönlü bilir,
ister kalsın ister gitsin. Yaşananlar hiçbir şekilde kabul edilebilecek türden olaylar değil.
‘Ya bu deveyi güdeceksin ya da çekip gideceksin.’ diyerek kendi söylediğiyle çelişse
de Sultan Hanım, bir noktada haklı. Pes etmemeyi seçebilirdi Sena elbette -ki zaten pes etmeyi
seven bir karakteri yok- ama karşısında Çukur’u bırakmaya -artık- pek hevesli
olmayan bir Yamaç gördü.
Çukur, Yamaç’a alıştı. Onu
iyice benimsedi. ‘Çukur evimiz, Yamaç Baba’mız’ bile dedi. İşin kötüsü maalesef, Yamaç da Çukur’a alıştı. Ve alışkanlıklar insanı öyle kolayca terk etmiyor...
Sena ve Yamaç’ın aşk meselesini bir kenara bırakıp, Sadiş ve
Sadettin’e bakarsak daha sıcak daha samimi bir ilişkileri olduğunu
söyleyebilirim. Ulaşılamaz olduğundan olsa gerek. Sonunda Salih-Saadet
karşılaşması gerçekleşecek diye sevinsek de maalesef yine kursağımızda kaldı
mutlulukları. Sadettin’in asıl yüzünü görmemizi sağlayan bu aşkın tez vakitte
ortaya çıkmasını istesem de, öyle
kolayca kavuşacak bir çift
olmadığının farkındayız
hepimiz. "Kavuşamazsan aşk olur" diye boşuna dememişlerdir.
Bir süre daha Sadettin ve Medet ikilisiyle yola devam edeceğiz
gibi görünüyor. Yamaç ve Vartolu ikilisini atışmalarından dolayı favori çiftim ilan etmiştim ama Medet bambaşka bir olay resmen! Abartmadan
söylüyorum bu ikili gözümden yaş getiriyor vallahi. Bu
bölümde arabada izlediğimiz kar, kış, lastik muhabbetine anlamsızca gülmekten
yarılırken reklam olduğunu sonradan anladım. Bir reklam bu kadar güzel
diyaloglarla yerleştirilemezdi sanırım, gerçekten helal olsun!
Nihayet Yamaç’tan beklediğim hamle bu bölümün sonunda geldi.
Emmi ve Paşa’yla arasını düzelttikten sonra onları suçladığı olayın içinde Selim’in de oluşunu unutması gerçekten büyük hata olurdu. Çünkü
Yamaç gözümüzde artık fazla
zeki bir karakter olarak çoktan
yer etti bile. Tombala işinde
yaşananlardan sonra Selim’i iyice göz
hapsine aldığını bir önceki bölümde görmüştük. Sende bir koku var diyerek, yanağından öpmesi aslında bir uyarıydı. İdris’in Emmi
ve Paşa’ya yaptığını, Selim’e yapması ise on numara hareketti. Evet Yamaç, abin kendini öldüremeyecek kadar bencil adamın teki,
sadece senden daha çok
korktuğu için o silahı alır
ve kafasına sıkarak şansını dener. Bir şey olur mu? Tabii ki olmaz ama bu şüphe Yamaç’a yeter de artar bence…
Bol reytingli, bol Yamaç’lı, Sadettin’li daha az Selim’li bir 2018 dilerim.
Haftaya görüşmek üzere…