Türk televizyon tarihinin ölümsüz işlerinden Bir İstanbul Masalı ile izleyici Esra
Ronabar’ın, Rus edebiyatının kadın protagonistlerini anımsatan duru simasıyla
tanıştı. Devamında başka diziler gelse de onu tamamen hafızalara kazıyan işler Sana Bir Sır Vereceğim ve Uçurum oldu. Şimdilerde ise ATV’de
ekranlara gelen Cennet’in Gözyaşları’nda
kızını ailesiz bırakan Arzu Soyer karakteri olarak ekranlarda arzı endam
ediyor. Güçlü performansı sayesinde böyle bir rolde oynayan tüm oyuncuların
duymak isteyeceği en övgü dolu yorumları yani “Yok böyle bir karakter!”, “Öyle
bir anne mi olur?”, “Yaptığı entrikalar onu bulsun” serzenişlerinin hedefi olan
Ronabar’ın, 15 Soru sorgusunun cevaplarını okurken her seferinde “Acaba biz bu
seriyi de yüz yüze mi yapsak?” diye sayıklayıp durdum. Zira her bir yanıtıyla
okuyanları tüm anlattığı anıların yaşandığı ana ışınlayacak Esra Ronabar’la
yollarımız umarım bir gün kesişir diyerek sözü ona bırakıyor ve yeni yıl şakası
yapmadan noktayı koyuyorum.

1- Canlandırdığınız karakteri özetleyecek
beş anahtar kelime.
Zeka, savaş, anne, çaresizlik, cazibe.
2- Cennet’in
Gözyaşları’nın Arzu Soyer’inin tek bir
özelliğine sahip olacaksınız; hangisini seçerdiniz?
Arzu Soyer, kendi kaderine savaş açan bir karakter.
Shakespeare’in dediği gibi “Dünya bir oyun sahnesi” ise Arzu da kaderin kendine
biçtiği rolü değil, kendi istediği rolü oynayan biri. Savaşçı bir ruh o.
Elbette kaderden kaçınılmaz; o da kaçamıyor. Bir an bile savaşmaktan
vazgeçmiyor. Bu özelliği çok cezbedici geliyor bana. Annesiz babasız büyüdüğü
için “başarmaktan” başka şansı yok. Çünkü herkesin doğuştan hakkı ve de aynı
zamanda en çok ihtiyacımız olan sevgiden mahrum kalmış. Bu yüzden bir yanı hep
eksik. İçindeki doldurulması imkansız boşluğu, güçlü ve başarılı olursa
doldurabileceğini zannediyor. Bu nedenle hayranlık duyulacak kadar çalışkan,
olmayanı olduran bir kadın. 18 yıl Cavidan Yılmaz olarak yaşayıp bir insanlık
suçuna maruz kaldıktan sonra kendini yakarak ve yıkarak küllerinden Arzu Soyer
olarak yeniden doğan, acı dolu geçmişine rağmen hayatı bırakmayan çok güçlü bir
karakter. onun hayata olan bağlılığına hayranım. Yılmıyor, yıkılmıyor ve hep
tutunuyor yaşama.
3- Cennet’in
Gözyaşları’nı bir yemek, Arzu’yu da malzemelerden biri
olarak düşünecek olursanız; diziyi hangi yemeğe benzetirsiniz ve
karakteriniz olmasa hangi malzeme eksik olurdu?
Çok şahane bir soru, bayıldım (gülüyor.) Cennet’in Gözyaşları dizisini yaprak sarma olarak düşünürsek Arzu
Soyer için asma yaprağı diyebilirim. Etlisi başka, zeytinyağlısı ise başka
türlü güzel. Ne koysan olur yani. Her hikayeyi taşıyabilecek bir karakter. Asma
yaprağı misali neyi koysan ayrı güzel olur dolması.
4- İlk audition’ınızı hatırlıyor musunuz; nasıl
geçmişti?
Oyunculuk adına ilk seçmemi 18 yaşında Ankara Sanat Tiyatrosu’nun
kursiyerlik sınavı için vermiştim. Çok heyecanlıydım çünkü 17 yaşıma kadar
sadece iki tiyatro biliyordum. Doğduğum ve 17 yıl yaşadığım Ödemiş’e sadece
Dostlar Tiyatrosu ve Ankara Sanat Tiyatrosu gelmişti. O an ben sahnede,
hayranlıkla izlediğim isimler ise beni seyretmek için benim onları izlediğim
yerde, salondaydılar. Çok mutlu ve heyecanlıydım; zaten rüyada gibi
hissediyordum kendimi. O seçmeleri kazandım ve Ankara Sanat Tiyatrosu’nun önce
kursiyeri, sonra da oyuncusu oldum. Kamera için ilk seçmemin çok kötü geçtiğini
hissetmiştim. Çünkü Ankara’da Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Oyunculuk
Bölümü’nde (ne yazık ki onca emekle yetişen akademisyenlerinin şu an hocalık
yapamadığı bölüm) okurken hocalarımız çalışmamıza pek sıcak bakmazlardı. Sert
ve disiplinli bir eğitim sürecinden geçmiştim. Zaten gece yarılarına kadar
okuldaydık. Bu nedenle kamerayla, okulu bitirip İstanbul’a gelince tanıştım. Kamera
önü için ilk seçmemde büyülenmiş gibi gözümü kameradan alamıyordum. Oysa ki
karşımda bana oyun veren kişiye bakmam gerekiyordu. Sürekli uyarıyordu aslında,
kendimi kötü hissetmem gerekirdi ama ben çok şaşkındım, objektifin tam göbeğine
bakıyordum. En sonunda sinirlenip kesmişti bana oyun veren. Ben de hiçbir şey
diyemeden çıkmıştım. Bir hafta sonra haber geldi; rol benimdi. O seçmeyi
değerlendiren ve beni seçen ekip, kameraya kaçan bakışı ve o hali
beğendiklerini söylemişlerdi. İlginç, değil mi? Doğruya ya da sonuca hep doğru
veya bize dayatılan, öğretilen yollardan gidilmiyor işte.
5-Bugüne kadar sette yaptığınız en komik hata
nedir?
Günlük
yaşamımda kadın kaynaklı küfre mesafeli biriyim. Küfür de bir ifade biçimi
ancak her konudaki cinsel ayrımcılık burada kendini çok ileri düzeyde
gösterdiği için benim hassas olduğum bir durum. 2012’de Uçurum dizisini çekiyoruz ve ben kadın satıcısı, kendisi de
yıllarca bedenini pazarlamak zorunda kalmış Nur karakterini oynuyorum. Zaten
küfür televizyonda kullanılmıyor; malum üzerine ‘bip’ sesi yerleştiriliyor.
Senaryoda hayat kadınlarına argoda söylenilen hitap var ve bana replik olarak
yazılmış ama kullanmasam da olur sahne içinde. Fakat yönetmenim Cem Karcı,
benim bu konudaki düşüncelerimi biliyor. “Oyuncunun tabusu olmaz”dan yola çıkıp
uğraşmaya başladı benimle. Yok, mümkün değil; söyleyemiyorum o kelimeyi. Bir
denedim olmadı, ikinci defa da beceremeyince ekip gülmeye başladı. 10 kere
denemişizdir; çünkü herkes bana gülmekten oynayamaz hale geldi. “O...” derken
utanıyor ve ayıplıyordum kendimi. Kızgın ve öfkeli bir karakter değil, utangaç
bir “mama” çıkıyordu ortaya. Çekimi tamamlayamadık. Ben söyleyemediğim ve
herkes de bu duruma güldüğü için ara vermek durumunda kalmıştık.
6- Cennet’in
Gözyaşları’nda sizin
veya başka bir karakterin söylediği, en sevdiğiniz replik nedir?
Arzu
Soyer’in doğar doğmaz terk ettiği kızı Cennet’e, “Uzak dur ailemden” demesi
beni çok etkiliyor. Hemen hemen her bölüm kullandığım bir replik. Ailesiz
bıraktığı kızına, kurduğu aileyi bu şekilde ifade ediyor oluşu bana çok trajik
geliyor.
7- Bir bölümlüğüne / sahneliğine Arzu’yu ekipten
başkası canlandıracak. Kimi o rolde görmek isterdiniz? Aynı şekilde siz de
başka bir karakteri oynayacaksınız. Hangisini seçerdiniz? (Yaş, cinsiyet
vb. etmenleri düşünmeden.)
Ali İpin, 10’uncu bölümde aramızdan ayrıldı ama onunla çalışmak, karşılıklı
oynamak çok keyifliydi. Bununla birlikte mesleğinizde usta konumuna gelmiş
biriyle beraber olmak da çok öğretici oluyor. Ben Arzu Soyer kafasını ondan
izlemeyi çok isterdim. Eminim onun yorumundan çok şey yakalardım. Cennet’in Gözyaşları’na yeni katılan bir
karakterimiz var: Kaya (Devrim Saltoğlu.) Müthiş bir hikayesi var ve bizim
hikayenin de sırrını yanında getiriyor. Erkek olsam o rolü oynamak isterdim.
8- Ergenliğinize döndük; sevdiğiniz bir ünlünün
fotoğrafını tişörte bastıracaksınız. Bu kim olurdu? (Yerli / yabancı fark
etmez.)
Ergenlik ya da şimdi hiç fark etmez; bir gün birinin fotoğrafını tişörtüme
bastırmaya kalkarsam o kişi annem Meral Ronabar olur. Çünkü hayranlık duyduğum
ve olmak istediğim tek kişi o. Benim için heykeli dikilecek kişidir.
9- Karşınızda zaman makinesi var; hangi dönemde,
hangi şehre ışınlanmak isterdiniz?
Oğlum Mavi Rüzgar’ın, şu an benim olduğum yaştaki zamana yani 30 yıl
sonraya ve yaşadığı yere ışınlanmak keyifli olabilir. Bir bakayım isterdim
nasıl biri olmuş.
10- Bugüne kadarki en büyük çılgınlığınız nedir?
1998 yılında Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi üçüncü sınıfın sonuna kadar
tahammül edip sene sonunda Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi
Tiyatro, Oyunculuk Bölümü’nün sınavlarına girip kazanarak aileme haber vermeden
oyunculuk bölümüne kaydımı yaptırmam. Kimya bölümündeki kaydımı sildirmiştim
tabii. Ailemin o zamanlar en büyük korkusu oyuncu olmamdı. Oldum ve onlar da
şimdi çok mutlular (gülüyor.)
11- Hangi dizileri takip ediyorsunuz ve onları
izlerken yanında yemesem olmaz dediğiniz abur cuburlar neler?
Dört aydır yani Cennet’in Gözyaşları’nın
çekimleri başladığından beri dizi takip edemiyorum. Haftada altı gün setteyim
ve tek boş günümde de geçen yıl kurduğumuz Kirpi Tiyatro’nun Batı adlı oyununda oynuyorum. Bu nedenle
dizi izleyemiyorum. Fakat yerli dizilerden geçtiğimiz sezon Fi ve Hayat Şarkısı’nı takip edip çok sevmiştim. Yabancılardan ise Black Mirror ve Game of Thrones takipçisiyim.
12- Güne bir kitabın dünyasında başlayacaksınız;
öğlen bir dizinin, akşamı da bir filmin dünyasında geçireceksiniz.
Hangilerini seçerdiniz?
Güne Stefano
D’Anna’nın Tanrılar Okulu adlı
kitabıyla başlayıp Süper Baba dizisiyle
devam ederek Eternity and a Day filminin
içinde bitirebilirim ama bir kereliğine tabii. Yoksa ertesi günün bilinmezliği
ve hayatın sürprizleri elbette ki daha çekici.
13- Oyunculuğun en çekilir ve çekilmez yanları neler?
Oyunculuk dünyada olup biten acımasızlıklara tahammül edebilmek için müthiş
bir meslek. Bir başkası olmak için verilen uğraş, insanlığın ortak kodlarında
sürekli gezinmek, ha deyince göremeyeceğiniz yaşamlarda var olmak, her
karakterde empati yeteneğinin daha da gelişmesi, değişen sosyolojiyi takip etme
zorunluluğu, hep yaşamın içinde olmak, her şeyden ve herkesten beslenmek gibi
herkese iyi gelebilecek şeyler, bu mesleğin zorunlulukları aynı zamanda. Zorluğu
ise bu çağda pek çok konuda olduğu üzere bu coğrafyada yaşıyor olmak. Vahşi
kapitalizmle feodalizmin aynı zamanda var olması sadece buraya mı özgü bilemem
ama kafamıza estiğinde modern veya feodal olmak sistem ve sektör kurmamıza
engel olduğu için pek çok sektörde olduğu gibi bizi de erken yıpratmaya
başladı. Çalışma saatlerinin, dizi sürelerinin uzunluğu tüm yaratıcıları
(oyuncular, senaristler, yönetmenler) hayal ettikleri gibi kaliteli, iyi hikaye
anlatımından uzaklaştırıyor ve üzüyor. Oyunculuk yani hikaye anlatıcılığı,
yaşadığın zamanı ve yarını şekillendirebilme gücüdür. Zamanı eğip bükersin,
kendini ve izleyicini alıp bambaşka bir ana gider ve orada üzülür, ağlar,
güler; ardından da bu zamana arınmış dönersin. Hem kendin hem dinleyeni
değiştirirsin. Var mı böyle bir mutluluk!
14- Kapitalizm, feminizm, sosyalizm, elitizm... Hadi,
bunların yanına bir tane de siz yepyeni bir “-izm”li kavram ekleyin.
İnsanı insandan ayıran, onu ‘bir’ olmaktan uzaklaştıran, biricikliği
örseleyen, yine insanın yarattığı ‘-izm’lerin savunucusu ‘-ist’lerden olmak
bana göre değil. Benim işim insanı anlamak; hem de her birini tüm duygularıyla.
Utandığı, sakladığı, sistemlerin ifade edilmesini yasakladığı, ayıpladığı her
düşünceyi ve duyguyu anlamak, yeri geldiğinde oynamak ve anlatmak. O yüzden
‘-ist’ olarak kendimi sınırlayıp kısıtlamak istemem. Fakat illa yanıt vermem
gerekirse ‘empati’st olur bana.
15- Bir sonraki oyuncuya sormam için senden bir soru
rica etsem...
145 dakikalık dizide, hafta 6 günde, en az 12 saat çalışarak tutarlı ve
sağlam bir karakter çıkarma motivasyonunu nereden buluyorsun?
Röportaj: Cansu Uras Fotoğraflar: Alper Kemal Özkorkmaz