Un var, şeker var; helva yapsana Bright!

Un var, şeker var; helva yapsana Bright!
Şu ana kadar yapılmış en büyük bütçeli Netflix filmi olan BRIGHT, ilgi çekici konusunu kısa sürede harcayan, bilimkurgu/ fantazi ve aksiyonu birleştirmeye çalışıp ikisinde de başarılı olamayan bir film.

Yönetmenliğini Suicide Squad ve Training Day’den tanıdığımız David Mayer’in üstlendiği, Max Landis’in senaryosunu yazdığı filmin başrollerinde Will Smith, Joel Edgerton, Lucy Fry ve Noomi Repace var. Mayer, bu filmde Lord of the Rings, District 9, Training Day gibi filmlerinin hepsinden biraz almış. Yeteri kadar açıklanmayan mitolojik arkaplan, etnik grup ilişkilerinin klişe bir şekilde ele alınması ve geliştirilememiş karakterlerle bu karışımın sonucu iç açıcı değil malesef.

Los Angeles’da geçen hikayede, Will Smith, görev başında vurulan polis memuru Daryl Ward’u canlandırıyor. Emekliliğini garantilemek için tekrar polisliğe geri dönen Ward, vurulmasından sorumlu tuttuğu, tecrübesiz polis Nick Jacoby’le (Joel Edgarton) yeniden partner olur. İyi huylu Nick Jacoby, bu olaydaki sorumluluğu ve kimliğinden dolayı iş arkadaşları tarafından sürekli küçümsenme ve aşağılanmaya maruz kalsa da, polis rozetini gururla taşıyan bir Orc’tur. Bu ikili, rutin bir suç mahali teftişinde gizli bir sığınak bulup, burada sadece BRIGHT denilen özel kişilerin taşıyabildiği sihirli değneğe sahip olan Elf Tikka’yla (Lucy Fry) karşılaşırlar. Polis memurları, Latino sokak çeteleri, Orc’lar, Sihir Bürosu, Kötü Elf Leilah ( Noomi Repace) derken, bu sihirli değneğin yanlış ellere geçmesine engel olmak için amansız bir koşuşturmacanın içine girerler.

Bu fantaziyle gerçekliğin iç içe geçtiği alternatif evrende ırksal ilişkiler bir hayli sorunlu. Sosyal geçişkenliğin olmadığı bu toplumda piramidin en altında Orc’lar, en üstünde ise Elf’ler var. Film, birbirlerini hor gören bu ırklar arasındaki ilişkileri kullanarak Amerikan toplumuna bir eleştiri yöneltiyor gibi gözükürken, aynı zamanda günümüzdeki belli etnik grupların karşılaştığı bazı önyargıları da yeniden üretiyor. Ward’un, Fairy denilen uçan bir yaratığı öldürürken “Fairly lives do not matter today”* buyurup partnerinin sadakatini ölçmek için onun ırkından bir kişinin dövülmesinini izletmesi, toplumsal sorunlara parmak basıyor olabilir ama filmdeki bazı gruplara ve ırklara atfedilen özellikler, siyah ve Latinolara karşı stereotipik bir bakış açısını da yansıtıyor. Film, ırkçılık gibi hassas bir konuyu işlerken özensiz davranmış.

Ana karakterlere gelecek olursak, Will Smith bu tür filmlerin adamı diyebiliriz. Sahip olduğu doğal sevimlilik ve karizma kendisine verilen rolün altından kalkmasına yetiyor. Ward ve Jacoby arasındaki kimyanın bazı sahneleri keyifli kıldığı da bir gerçek. Bir efsanenin değişik parçalarını oluşturan bu ikili, en azından hikaye boyunca belli bir karakter gelişimi yaşıyorlar, diğerleri için bunları söylemek mümkün değil.

Fry ve Repace’in oynadığı Elf kız kardeşler herhalde hikayenin en zayıf halkaları. İsmi çok telaffuz edilen ama cismini göremediğimiz Dark Lord’u tekrar Dünya’ya getirmeye çalışan Leilah ( Repace ) kötü olmak için kötü olmuş bir karakterken  Tikka ( Fry ) ise tam bir damsel in distress**. Film boyunca ordan oraya taşınan, sadece erkek karekterleri ilgilendiren bir kehanetin gerçekleşmesine yardımcı olmak olan yaratılmış bu karakter, hikayenin mitolojisini taşımaktan çok uzak, zayıf bir karakter. Leilah karakteri gereksiz bir şekilde erotikleştirilmişken, filmdeki diğer kadın karakterlerin ise ev hanımı, striptizci, ahlaksız polis veya kötü Elf olarak yer alması da ayrı tartışma konusu.

Filmdeki mekanlar da hikayenin mistik elementlerini düşündüğünüzde kapsayıcı bir atmosfer yaratmaktan aciz kalıyor. Film, semalarında ejderhalar gezen bir Los Angeles’da geçiyor görünse de, bildiğimiz Los Angeles’dan tek farkı bir kaç gökdelen fazla olması. Lord of the Rings’deki gibi bir Orta Dünya tahayyülü beklemiyordum ama büyünün ve sihirli değneğin varlığının kabul edildiği bu yerde Dark Lord’un dünyaya geri dönüşünü engelleyecek öğelerin bir depoda bulunması gibi bazı noktalar bana fazlasıyla dünyevi ve rasyonel gözüktü.

Daha önce de belirttiğim gibi BRIGHT’ta aksiyan en önemli yan, sahip olduğu mitolojiyi hiç bir şekilde bir bağlama oturtamaması. Hikayenin bazı bölümleri tamamen oldu-bittiye getirilmiş. Sihirli değneğin mitolojisinden ayrı olarak, en basitinden neden bütün polis teşkilatı Ward’dan da nefret etmektedir ya da bahsi geçen Dark Lord kimdir, neden bütün canlıları köleleştirmek ister, Leilah neden onu dünyaya geri getirmek ister gibi bir sürü sorunun cevabını bulamıyorsunuz. Bu gibi boşluklar doldurulmak yerine bol aksiyonla bu aksayan yanlar örtülmeye çalışılmış. Kurgudaki eksiklikler de aksiyon sahnelerinde ayrıca göze çarpıyor.Filmin sonlarındaki gereksiz uzayan dialoglar ve ana kehanetin odağında olan Ward ve Jacoby’in hikayelerinin alakasız bir sonla bağlanmasıyla beraber son vuruş yapılmış oluyor.

Sonuçta BRIGHT; tutarsız hikayesi ve klişe karakterleriyle, Amerikan aksiyon filmlerinin kötü bir kopyası olmaktan öteye geçemiyor. Derinlikli bir aksiyon filmi olma iddiasındaki filmin bu kadar klişeyi neden barındırdığının izahı yok.

BRIGHT malesef büyük hayal kırıklığıyla izlediğim bir film oldu. Dilerim bu yapım, her zaman kaliteli işlerle karşımıza çıkan Neflix yapımları arasında bir nazar boncuğu olur ve yapacakları diğer filmlere örnek olmaz.

BRIGHT bugünden itibaren Netflix’te yayında.


*”Fairy’lerin Hayatları Bugün Önemsizdir”
** Erkek kahraman tarafından kurtarılmayı bekleyen, onun hikayesini ilerletmek için var olan yardıma muhtaç kadın karakter.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER