Çukur: Aileler ve çocukları

Çukur: Aileler ve çocukları
Düşünün bir birey yetiştiriyorsunuz ve onun yaptığı, yapacağı, nasıl biri olacağı tamamen sizin elinizde. İnsanın hayatında alabilecek en büyük sorumluluktur şüphesiz. Ebeveyn olmak… Sizden ne görürse ve nasıl görürse öyle yetişecek, ileride de öyle yetiştirecek bitmek bilmeyen bir döngü. Bir bireyin hayatı öğrenmesinde ilk adım olmak, daha sonra onun yapacağı seçimlere yön verebilmek ve iyi bir insan olmasına katkı sağlamak. Ona iyi bir aile olabilmek yani. Olmak ya da olmamak aslında, işte asıl mesele tam da bu.
 
Mazilerden giriş yaptık bu hafta bölümümüze. Çok da güzel olmuştu. Önceden ufak kesitlerini gördüğümüz meşhur sahnelerden tamamen başka bir hikâye bekliyordum aslında yalan yok.

Yamaç’ın ellerini kana bulayıp haklı isyanıyla evi terk edişi çok daha mantıklı geldi artık gözüme.

Karakter olarak sakin kalamayan aslında ailenin sevdiklerine en bağlı bireyi olan Yamaç’ın içinde zor zapt ettiği ateş bu bölüm dışarı çıktı. Onların deyimiyle artık ipler koptu, su ısındı, kafadan buharlar çıktı… Bölüm boyunca bir sürü şey dediler onun için, haline bakınca dememek mümkün değildi zaten. Aras Bulut gerçekten kafayı yese bu kadar iyi bir performans çıkarabilir miydi? Şüpheliyim! İçerde dizisinde her an çıldırma, psikopata bağlama potansiyeli olan biri olduğunu görmüştük geçtiğimiz yıl fakat gerçekten ipleri koparttığını görmek bambaşka bir şeydi. Omuzlarına yüklenen sorumluluğu bir süreliğine sallayıp kendini müziğe, insanlara, hoş sohbet ve esprilere verişini izlerken aslında hala zekasını konuşturarak işleri çözüşüne şahit olduğumuz ve onun bunu bir sahne de kafası gidik Yamaç’ken diğer sahne de Selim’i sıkıştırabilecek kadar kendinde olup bunu muhteşem bir çizgide yürütebilmesine saygıyla eğilip, şapka çıkarıyorum. Kendisine bu kadar güldüğüm ve hayranlıkla izlediğim bir bölüm daha hatırlamıyorum, nicelerini izleriz umarım.
 
Mazideki hikâyeye dönersek, Yamaç olmasa Koçovalı’ların işi o akşam bitmişti evet ama ailesini kurtaran Yamaç’ın hayatını değiştiren, içinde tutmaya çalıştığı kötülüğün dışarı sızışına sebep olan bu hadisenin olmamasını eminim ki gönülden isteyecek tek kişi İdris Baba’dır. Eski aile tablosuna baktığımızda Koçovalı’ların eskiden bu kadar uzak ve soğuk olmadığını görüyoruz. Yaşadıkları onları değiştirmiş, uzaklaştırmış belli. Bir oğlu hapiste, diğeri toprak olmuş. Geriye kalanlardan biri hain, gözü dışarıda. Hal böyle olunca onları bir arada tutmak zorunda kalan kişi tabii ki Yamaç oluyor. İşi hiç kolay olmayacak orası kesin. Bu arada flashback sahnesinde izlediğimiz Koçovalı’ların evinde genelde Selim’in yanında duran küçük oğlan çocuğu kim acaba? Ben mi gözden kaçırıyorum aileyi sayarken yoksa elimizde bir adet gizemli velet mi bulunmakta?
 
Yamaç’ın her zamanki gibi efsane bir show ile açılışını yaptığı bölümün asıl olayı ‘al kaçırılanları, ver kaçırılanlarıydı.’ Fazlasını izlemedik aslına bakarsanız. Ama kısa ve öz bir olayı böyle gösterişle veriyor olmaları zaten bizi kendine çeken durum. Bu hafta Selim ve kafasızlıklarına değinmeden önce 9 haftadır izleyip çoğu zaman dümdüz yürüyüp, adını bile duymak istemeyeceğim bir noktaya geldiğim bu karakterin asıl önemli noktasından bahsetmek istiyorum. Öner Erkan! Kendisinin daha önce devamlı olarak bir dizisini takip etmemiştim ama bir defasında tiyatro sahnesinde izleme şansım olmuştu. Tüm eleştiri yazılarımda karakterlere söylediklerim karakter/oyuncu ayrımı gözeterek düşünüp yazdığım görüşlerimdir. Öner Erkan’ı da aynı şekilde severek izliyorum ve sempati duyuyorum. Selim karakterinin yaptıklarına bu kadar kapılıp gitmemizde de onun katkısının ne kadar büyük olduğunu es geçmek istemiyorum. Yine de artık fazla abartmayalım Selim kardeş, suyunu çıkarmadan yavaş yavaş azalarak bitirelim hainliklerimizi tamam mı? ^^
 
Yamaç bu hafta hazır delirmişken kaşla göz arasında birkaç mesaj vermek istedi gibi geldi bana. Selim’i ilk kahveye girdiğinde ortaya alıp atarlanışı, silahlar çekişi fazla havada kalmış olsa da sonrasında usulca yaklaşıp senden bir koku alıyorum moduna girmesi ve ardından tatlı naif bir öpücükle ağabeyini taçlandırması biraz ‘ne yaptığını biliyorum, ayağını denk al yoksa öperim’ mesajı gibi değil miydi sizce de? Umarım öyledir, lütfen öyle olsun!
 
Vartolu’nun Çukur’a musallat oluşuyla başladığımız hikâyeye Beyefendi gizemiyle devam ederken karşımıza bir anda çıkan Serdar’ı defeceğiz derken onun büyük kötü abisi Feyyaz çıktı bu sefer de. Bu gidişle Beyefendi ve Vartolu’ya sıra gelmeyecek gibi duruyor. Zaten Vartolu’ya sıra gelene kadar Sadrettin, İdris’in ve kardeşlerinin safına geçecek sanırım. Hazır Beyefendi demişken, Baysal Bey’i de arada kaynattılar. Çoğu kişinin tahmini doğru çıktı ve bu durum beni biraz üzdü. Gönül isterdi hafif bir ters köşe olsun, şöyle taze bir oyuncu görelim kadroda fakat maalesef… Şimdi asıl soru, çok değerli Beyefendi’nin derdi ne acaba?
 
Birçok aksiyonun yaşandığı bölüme tek bir duygusal sahnesiyle damga vuran koca yürekli Sadrettin reis be! Annesinin mezarıyla konuşurken içimizi yaktı geçti. Zalım zalım zalım ne olacak senin halın Salih’ciğim? Dönüp büyük resme baktığımızda baba sevgisi görmeyen bir Yamaç ve baba sevgisi nedir bilmeyen bir Sadrettin görüyoruz. Fakat kocaman bir yüreği olan ve çocuklarına, torunlarına ve hatta gelinlerine kadar yetecek sevgisi bulunan bir İdris Baba’ları var onların aslında. Her şey ebeveynlerin ağzından çıkacak tek bir söze bakıyor. Bir babanın çocuğuna onu sevdiğini söylemesi veya bir annenin kızına sarılışı birçok şeyi değiştirebilir. Yeter ki denesinler etkisini görmemeleri imkânsız. Bkz. İdris’in Yamaç’ı sevdiğini söylediği an ifadesinin değişimi, Sena’nın evine döndüğünde Sultan’ın ona sarılışı! Sahi Sultan Koçovalı, bizim Sultan Hanım hani haftalardır bizi çıldırtan ‘Anne Koçovalı!’ Sena’ya sarıldı mı biz mi yanlış gördük yoksa? Saçlarını bile taradı hatta sanırım! Allah’ım sanırım taş yağacak başımıza… Bu durumun tartışmasını haftaya atıyorum, hala şokundayım çünkü.
 
Bölümden aklımda kalan ve uzunca bir süre çıkmayacak olan asıl sahne Aliço ve Yamaç’ın karşılıklı oynadıkları coşku dolu sahneydi. Biz hep Yamaç’a kafayı yemiş diyoruz ama asıl delimiz Aliço’yu geçen hafta ‘çikolata yok’ diyerek nasıl bıraktıysak bu hafta da aynı şekilde bulduk ama sonrasında biz ne izledik öyle? Oynarken döktürmek böyle mi oluyor tam anlamıyla?
 
Her geçen hafta kendisi hakkında, ailesi hakkında daha çok bilgi edindiğimiz Sena’ya olan sevgim öğrendiklerimle beraber artıyor. Yine de hala geçmişinde bilmediğimiz birçok sır var orası kesin. İlk bölümlerde ailesiyle olan ilişkisini izlemiş, annesinin nasıl bir cins olduğuna emin olamamakla birlikte kafamız da soru işaretleriyle onları askıya almıştık. Bu hafta Sena’nın çocukluğundan gelen derin yaralarını gördük. ‘Hiçbir kız çocuğu babasından biraz daha fazla sevgi görebilmek için annesiyle yarışmak zorunda kalmamalı.’ gibi bir cümle kurdu Sena, ne kadar acı ama bir o kadar da haklı bir cümle. Bir annenin evladını sevmemesi için ne yaşamış olması gerekir? Var, maalesef var bunlar. Akıl almaz ama var. Her şeye rağmen, annesine rağmen böyle güçlü bir kadın olmuş Sena. Belki de annesi sayesinde böyle güçlü kalabilmiş. Güçlü ama yaralı. Bu yüzden Yamaç’tan gelen en ufak bir iyilik, bir sevgi kırıntısına tutunarak âşık olmuş, 2 günde evlenerek doğru kararı vermiş. Aşk biter mi, tükenir mi? Bilemiyorum. Ama tek bir şeyi görebiliyorum, daha önce de söylediğimiz gibi birbirlerinin yanında oldukları sürece ikisi de mutlu, huzurlu ve kalplerinin derinliklerinde, özlerinde oldukları gibi iyi kalabilirler. Tabii ‘birbirlerinin yanında kaldıkları sürece’ detayı önemli!
 
‘Aman Yamaç sen bu değilsin, silahı bırak Yamaç, sen böyle biri olamazsın’ deyip deyip sevdiceğini takip edip ‘Yamaç dur!’ derken bile elinde yerden kaptığı silahı sallamasının yarattığı ironiye kötü bir şaka deyip geçmeyi çok isterdim. Fakat ne bu sahneye gülüp geçebildim, ne de günlerdir ‘Vurulan kim?’ diye karşılıklı olarak sorduğumuz sorunun cevabını alamadığımız bölüm sonunda ekran başından mutlu ayrılabildim. Yine muhteşem bir bölümdü ona laf yok ama fragman olarak verdiğiniz sahneyi açıklığa kavuşturmamak nedir yapmayın rica ediyorum. Şahsi fikrim Sena’nın Serdar’ı vurduğu yönünde olsa da bölümün sonunu böyle bir soru işaretiyle bırakmalarından hiç keyif almadığımı belirtmek isterim.
 
Bölümün yıldızı az görünen ama nihayetinde yine görünen Mustafa Üstündağ tabii ki. Nasıl güzel bir detay ama! İlk bölümden beri onu tekrar göreceğimize inandığımı yazılarımı takip edenler bilir ama bir umut flashback olarak değil de karakter değiştirerek hapisteki abi olarak karşımıza çıkar diyordum. Bu haftadan sonra o hayallerim de tükendi artık. Kendisinin de dediği gibi bence de artık bu son görüşmemizdi, aldık vedanı Kahraman abi. Tabii gönül isterdi Yamaç ve Kahraman’ı daha uzun uzun izleyelim ama… Neyse kendimi Yamaç’ın o örgülü saçlarını daha az görecek olmamla avutuyorum ben de.
 
Koreografisinin Uğur Yıldıran’a ait olduğunu tahmin ettiğim sulu dövüş sahnesinin güzelliği, her hafta müzik listeme yeni şarkılar koymamı sağlayan müthiş seçimlerinin yanında haftaya Sadrettin’in Sadiş Sadiş’i başta olmak üzere Koçovalı evinin içinde bulunduğu tehlikeyi ve Karaca’nın vurulma olayı saçmalığının nasıl toparlanacak oluşunu dört gözle beklemekteyim.
 
Haftaya görüşmek üzere…
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER