Aile her şeydir. O yoksa sıfırsın. O yoksa yoksundur. Başından
sonuna aileyi vurgulayan bir bölüm ile karşımızdaydı bu hafta Çukur.
İnsanlığın, özgürlüğün, sevginin ve ailenin önemlerini vurgulayan her şey beni can
evimden yakalamış demektir. Ancak yalan yok, bu bölümü izlerken yapılan onca
ailevi konuşmaya rağmen kendileriyle çeliştiklerini düşündüm zaman zaman.
Özellikle İdris Baba’nın… Ailesini bir bütün halinde tutabilmek için biraz daha
emek harcayabilir miydi acaba diye? Belki biraz daha sevgi. Eşit olarak
çocuklarına. Tabii bölümün sonuna sıkıştırılmış sahneyle tüm düşüncelerimi alıp
uçurdular aklımdan. Severim, söverim yeri gelir kızarım ama her zaman korurum,
gözetirim diyordu bize İdris Koçovalı. Güzel insan, güzel karakter İdris Baba,
ilk bölümden çözememiştim iyi oldu bu. Hoş geldi yeniden aramıza, iyi ki arayı
soğutmadan erken döndü.
Olmasını beklediğim seyrinden çok farklı bir bölüm izledik bence
bu hafta. Hikâyenin tamamen Vartolu odaklı gitmemesi gibi. Elbet işin içinde
uyuşturucu, para ve ortak kişiler bulunuyor fakat bunun hikâye içine işlenişini
çok sevdim. Yine de garip ve anlamadığım sahnelerin varlığı biraz şaşırttı ve
kafamı karıştırdı. İdris Koçovalı’nın uyanmasıyla işler ne hal alır hiçbir tahmin
yürütemezken biraz biraz kafamda fikirler oluşmaya başladı gibi. Sena ile olan
sahneleri ne kadar tatlıysa, Yamaç’la olan sahneleri de bir o kadar garipti.
Bence Yamaç ‘ne ölüne ne dirine’ dediği babasının uyandığını öğrendiğinde aşırı
tepki verdi. Üstelik tepkisinden babasının uyanmasına sevindiği mi yoksa işleri
artık bırakacağım düşüncesine sevindiği mi hiç anlaşılmıyordu. Babasının yanına
gittiğinde oluşan gergin ortam ve kendilerini ifade edemedikleri diyaloglardan
dolayı tek düşünebildiğim şey bu çarşı kısa zamanda yine karışır oldu. Aslında birbirlerinin
gözlerinin içine azcık baksalar özlem ve sevgiyi görebilirlerdi belki.
Bir diğer yanda ise ilk dakikadan babası tarafından yine yeniden
yıkılan Selim’i gördük. Tam üzülür gibi oluyordum ki, İdris Baba onun nasıl
Kahraman abisinin hayatını kurtaramadığından bahsedince tüm sinirimle kaldığım
yerden devam ettim anti Selim’liğime. Ah, bir de asıl hainliklerini bilse İdris
Bey inme, koma falan kurtarmaz direkt öteki tarafa gider. Peki, Selim’in Celal denilen
adamla tanışıp kendini Kahraman olarak tanıttığı sahnenin saçmalığı neydi?
Anlayan biri varsa merakla aydınlatılmayı bekliyorum, gerçekten neydi amacınız
acaba? Hayır, bir de sadece Selim değil manyak olan, Ayşe ve Karaca da fena!
Hele o Karaca? Ooo düşman başına vermesinler böyle birini, tam melek yüzlü
şeytan türü. Bu üçlünün yaptıklarını görünce hayretler içinde izliyorum bölümü.
Tamam, her şeyi geçtim ama Celasun’u n’apacağız? Eve girip dolanmak ne evladım
manyak mısın sen? Celasun’un tam en aktif olduğu bölüm derken yine yolunun
kesilmesi bu sefer benim de sinirimi bozdu, onun psikolojisini düşünemiyorum
bile. Bu çocuk fena patlayacak kaç kaç kaç!
Doğukan ve Eser üzerinden ilerlediğimiz sakin demeye dilimin
varmadığı fakat çok hareketli olduğunu da söyleyemeyeceğim bir bölümdü bence.
Yamaç’ın yakıp yapıştırdığı sahne hariç tabii. Şu çocuğun eline çakmak vermeyin
diyorum tutamıyor kendini işte. Canım Aras Bulut ya.. Hakikaten n'oldu orada?
Ortalığı dağıttı desem dağıtmadı, baya bildiğin adamları aldı topladı birbirine
yapıştırdı. Oluyor muymuş öyle hayret? Tabii bütün bunlar Doğukan’ın babası,
uyuşturucusu, parası derken döndü dolaştı yolumuz yine Vartolu’ya ulaştı. İyi
de oldu. Her geçen bölüm gözler daha bir arıyor sanki Vartolu’yu. Sevdik
kendisini. Hele o azalan şivesinin kıvamı müthiş değil mi sizce de?
Bölüm içinde çıksa da izlesek dediğim karakterlerin başında artık
baya baya Aliço geliyor. Her hafta öyle bir sahne ve oyunculukla geliyor ki
Rıza Kocaoğlu karşımıza, yine yine söylemeyeyim diyorum ama asla gönlüm razı
gelmiyor. Muhteşem bir detaysın Aliço! Bu arada Selim yüzünden olan İsa’ya
olmasa bari. İsa’yı harcayacaklar İdris Baba!
Aile her şeydir diyen İdris Koçovalı’nın Yamaç’a kıyamadığı o
kadar barizmiş ki aslında. Bölümün sonlarına doğru oturdu kafamda parçalar.
Tabii hala emin olmak için erken, hikayelerine henüz tam anlamıyla hâkim
değiliz sonuçta ama iki tarafta birbirini aşırı sevdiğinden bu haldeler
sanırım. Nerden mi çıkarttım? Kalbinin yumuşak olduğunu bildiğinden oğlunu
uzaklaştırmak istedi en başından belki de İdris, kızgınlığı ve pişmanlığı
kalbinde yaşayan Yamaç da kendini ele veriyordu çünkü Doğukan’a yapması
gerekenleri anlatırken. Mezuniyetinde yalnız olmasının içine oturması da var
tabii. Oysa nereden bilebilir İdris Koçovalı’nın o mezuniyeti izlemeye
gittiğini. İşte konuşabilseler anlaşacaklar ama Koçovalı ailesinde genel bir
konuşamama ve anlaşamama problemi var, bunu çıkarttım ben gözlemlerimden. Bence
o işe de Sena el atar kesin. Sultan hanımı da iyice çıldırtır oh olur. Bu arada
Yamaç Sena arasında soğuk rüzgarlar esiyor n’oluyor demeye kalmadan çiçek
dolusu odayla karşılaşınca topluca eridik zaten. Çıkart Yamaç’cığım çıkart
çıtayı zirvede yer kalmadı sayende…
Dediğim gibi değişik olarak adlandıracağım ama beğendiğimi rahatlıkla
söyleyebileceğim bir bölümdü. Kurgudan kaynaklı garip birkaç kısım,
anlaşılamayan bazı sahneler ve son sahnede çalan şarkının çok kötü olmasına
rağmen… Hiç beklenmeyen bir şekilde uçurumdan yuvarlanan bir adet kafası iyi
çocuk ve Yamaç kaldı finalde elimizde. Kötü çakıldılar, çocuğun kemeri takılı
değildi, ölmese bari…
Neredeyse her hafta şarkı olsun, replik olsun, gönderme olsun bir
şekilde tatlı güzel sürprizler yerleştiriyorlar bölüm içine. Hal böyle olunca
nasıl sempati duymayalım biz bu diziye? Silahı, mafyası, hainliği olduğu kadar
aileyi, mahalleyi, aşkı içinde barındırıyorken her birimizi bir noktadan
yakalayıp sevgimizi çoktan kazandı bence Çukur. Sahi sözü açılmışken, sevgi
neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu. Sevgi emekti.. Canım Selvi Boylum Al
Yazmalım… Çok güzel detaylar bunlar, lütfen böyle güzel küçük mutlu eden sürprizlerinize
devam edin.
Haftaya görüşmek üzere…