Bir yalı düşünün. Önünden geçerken
kafanızı çevirdiğinizde size çok güzel görünen bir yalı. Ama söz konusu yalı,
Egemenler yalısı ise iş hiç de öyle dışarıdan göründüğü gibi değildir. Dışı
sizi, içi de Egemenleri yakar o yalının. Belki de yalı, fazla rutubet
yapıyordur ve bu rutubetli havayı soluyan Egemenler de bundan etkileniyordur,
kim bilir. Aslında insan, hayatın ona verdikleriyle yetinmediğinden mutsuz. Bu
dizideki her karakterin temel sorunlarından biri de tam olarak bu: Elindekiyle yetinmeyi bilmemesi.
“Ben gidip
kendimle biraz daha çelişeyim.”
Son birkaç bölümdür Hazan’ı omuzlarından
sarsarak yüzüne “kendine gel” diye bağırmak istiyorum. Bir değişti, bir tuhaf
oldu. Kerime’nin aslında neyin peşinde olduğunu Sinan ve Yağız öğrenmesin diye
Hazan’ın ortaya attığı yalanın, Sinan’ın şüphelerine şüphe kattığı kesin. Otel
odasındaki olaydan sonra ağabeyini kafaya taktığını ve haberleri biriktirdiğini
söyleyen Hazan’a Sinan ne dese ne yapsa haklıdır. Sinan’ın dediği gibi, Hazan bu
durumun nasıl göründüğünün farkında değil. “Sinan’ın benden yana böyle bir şüphesi yok” diyen Hazan,
Sinan’ın ona nasıl bir tepki vermesini bekliyordu? Sinan, “Ağabeyimle ilgili bende de birkaç gazete haberi
var, onları da sana vereyim, saklarsın” mı demeliydi? Sinan ona yalan
söyledi diye etmediğini bırakmayan Hazan, şu an “hiç olmam” dediği konumda. Eee
ne demişler, Hazancım? Kınadığın başına gelmeden ölmezmişsin.
Belki de bu yalan
sayesinde Hazan, sevdiği zarar görmesin diye yalanlar söylenebileceğini anlar. Artık
Hazan’a beceremediği dedektiflik yaptırılmasın. İlk sezon izlediğimiz Hazan,
annesinin şeytani planlarını şıp diye anlayabiliyorken, şu an izlediğimiz
Hazan, yüzüne vurulan şeyleri bile algılamakta sıkıntı çekiyor. Karakterin IQ’sundaki
azalan ivme, karakteri gittikçe dibe çekiyor. İşte bu yüzden, Sinan’ı
kıskandırmak ve kendisini aklamak için Yağız’ı kullanmaktan çekinmiyor. İnsan,
iki dakika önce “abin mi, yok artık”
tepkileri verdikten sonra neden kendisi ile çelişecek hareketler içine girerki? Başkalarına karşı yalanlar ve doğrular konusunda ders vermek kolaydır ama
önemli olan bunları uygulayabilmek. Bakalım Hazan bu yalanların içinden nasıl
çıkacak? Ve çıkarken neleri kaybedecek?

“İtimadın gözü
kördür, şüphe ise hiç yorulmadan haddinden fazlasını görür.”**
Sinan Egemen, bölümlerdir yüzü gülmeyen
“romantik prens”. Hayat, bu aralar acıları üst üste yüklüyor sırtına. İlk
sezondaki hayat dolu adam gitti, yerine canlı bir cenaze geldi. Çünkü içine
korkunç bir şüphe düştü. Yâri ile abisinin şüphesi. Ne zaman Yağız ile Hazan’ı
aynı ortamda görse bu şüphe içinde çığ gibi büyüyor. Ne kalbine ne de aklına
söz geçirebiliyor. Seviyor ve kıskanıyor. İşte bu yüzden de şu hayatta en çok
sevdiği insanları kırıp döküyor. Hazan, olaylara hiç Sinan’ın açısından bakmayı
denemedi. “Beni abine mi
yakıştırıyorsun?” diye sormak yerine Sinan’ı anlamayı seçmeliydi. Çünkü
Sinan, tam da dediği gibi ne zaman arkasını dönse Yağız ve Hazan’ı gördü. Yağız
ve Hazan’ın tuhaf tutumları, gizli ortaklıkları Sinan’ın şüphelerini
katmerlendirdi. Sinan, kalbiyle hareket eden, onun sesini dinleyen biri. Mantık
ona göre değil. Kalbinin sesi zaten mantığın yollarını tıkıyor. Böyle birinin
içinde haykıran şüphelere kulak tıkamasını bekleyemezsiniz. Bu şüphelerini
ancak önce gözlerinin gördüğü, sonra da kalbinin doğruluğuna onay verdiği
gerçekler sayesinde alt edebilir. Ve maalesef Sinan, henüz bu aşamaya gelemedi.
Belki susarlar diye umut edip üzüntülerini ve şüphelerini yanına alıp kendisini
geceye teslim etti. Kendisi gibi Hazan da acı çeksin istedi, “âşkla işim bitti”
dedi. Ama gönül meseleleri bitti demekle bitmez. Sinan’ın ve aşkının
mücadelesi, Hazan, Sinan’ın gönlünde tahtını koruduğu sürece devam edecektir.
Sinan’ın tek ihtiyacı olan, Hazan’ın onun gördüklerini görmesi ve onu anlaması.
Sinan’ın içindeki şüphe düğümünü, sevdanın ta kendisi çözecek.
“Realist prens”, nam-ı diğer mükemmel
çocuk Yağız, o kadar mükemmel ki kardeşinin sevdiği kadına âşık olmaktan
çekinmiyor. Hazan’ın, Yağız’a Sinan’ın suçlamaları yüzünden “Sen neden Sinan’a kızgın değilsin?”
diye sorduğu sorunun cevabı da bu zaten. Keşke, sır ortaya çıktığında Hazan’ı
Sinan’a karşı doldurmak yerine, birbirlerine âşık olduğunu bildiği bu ikiliyi,
“abilik” yapıp yeniden bir araya getirmeye çalışsaydı. Ama yapmadı, onun yerine
çok iyi bildiği manipülasyona başvurarak kendi istediğini elde etmeyi seçti.
Sarhoş Hazan’ı gazladı, ona sözleşmeyi imzalattı. Önce işini garantiye aldı.
Yağız’dan neden korkmam gerektiğini, Ece’nin bebeğine yasa dışı olarak babalık
testi yapması için doktoru ikna etmesiyle daha iyi anladım. Çünkü Yağız,
istediklerini elde etmek için elini kirletmekten hiç çekinmeyen biri. Ve etik,
yani ahlâk, Yağız için “ölü” bir kavram. Yağız’ın bu yaptığıyla Hippokrates’in
kemiklerini sızlattığı, hatta Hippokrates’i mezarında ters çevirdiği kesin.
5 dakikaya
mıntıka temizliği başlayacak.
Yasemin’in gazıyla “aile tablosunun
salondan kaldırılması” pasına giren Fazilet, Hazım tarafından kırmızı kartla
yalı dışına gönderildi. Fazilet Hanım da erken öttüğünü sonradan fark etti ama
artık çok geçti, başı itinayla kesildi. Fazilet’in bu bölümde iki sahnesini çok
sevdim. Birincisi, Ece’nin Selin’in suratına giysilerini attığı sahnede
merdiven başında Ece için gurur göz yaşları döktüğü sahne. Diğeri de eski
mahallesinde “anayım ben ana” diyerek isyan ettiği sahne. Nazan Kesal, sen gerçekten harika bir
detaysın. Hazım’ın, Yasemin’in de ilaçlı katkısıyla girdiği son ruh hâli,
Egemen oğlanlara fena patladı. Gökhan şirketteki yetkilerini kaybetti, Yağız’ın
aylar önce verdiği istifası kabul edildi ve Sinan asgari ücrete mahkûm edildi.
Selin ise sefilliklerden sefillik beğeniyor. Yasin’le evliliği, hayal ettiği
gibi olmamasının yanında elinde olanları da kaybettirdi. Şahane kaynanası ile
aynı evde yaşaması da cabası.
Egemenler, Fazilet, Hazan, Ece ve
diğerleri, mutlu olmak için çırpındıkça mutsuzluğun içine daha da batıyorlar.
Bakalım mutluluk, yalının kapısından içeri ne zaman girecek.
*Dante
Alighieri’nin La Divina Commedia’sının Inferno kitabının III. kantosunun 9.
dizesinden uyarlama.
**Franz
Grillparzer