Kim derdi ki, ele avuca sığmayan, başına
buyruk yaşayan, kendinden başkasını pek de düşünmeyen, çapkın, evin şımarık
oğlu kontenjanını hakkıyla dolduran Sinan Egemen, bir gün etrafındaki boyalı ve süslü kızlardan tamamen farklı bir kıza, Hazan’a âşık
olacak ve tüm hayatı değişecek diye? Sanırım bunun olacağını Sinan da dahil
etrafındaki kimse tahmin edemezdi.

Ardında kalana dönüp bakamamak ne
zormuş...
Sinan Egemen kim mi? Kendisinden büyük iki
ağabeyinin gölgesinde yaşayan ve kendisinden küçük kız kardeşinin
şımarıklıklarına tahammül eden, Egemen ailesinin en küçük oğlu. Selin, evin tek
kız çocuğu olmasının ayrıcalıklarını yaşıyordu. Gökhan ve Yağız, Egemen
Holding’in işlerinin peşinden koşturan, kendi aralarında rekabet etmekten
çekinmeyen, iş hayatında başarılı olmayı hedefleyen, babalarının gözdesi iki
ağabeydi. Sinan ise, tüm bunların arasına sıkışıp kalmış olan oğul olarak
hayatını sürdürüyordu. Kendisini ispat edebileceği bir alan bırakılmamıştı. O
da dikkat çekmenin yolunu haşarılık yapmakta bulmuştu belki de. Ama bu da bir
çözüm olmamıştı. Ne zaman bir yerleri kırıp dökse, arkasını toplayıp izlerini
kaybettiren birileri olmuştu hep. Bunu neden yaptığını sorgulayan olmamıştı.
Şımarıklığına yorup geçmişlerdi. Sevgi mi? Onu da sadece annesinden görüyordu.
Hazan’dan önce sevmeyi ve sevilmeyi bildiği bir annesi vardı. Onu da kaybedince
sevgisiz kalmıştı sanki. 10. bölümde sahilde Hazan’la konuşurken kurduğu
cümleler sanki hayatının özeti gibiydi: “Ben önemli bir adam değilim, tamam
mı? Değerli hiç değilim. Kimse için değerli değilim. Senin için de değerli
değilim. Ben değerli biri değilim inan bana.” Sonra Hazan çıkageldi. Ve
Sinan, sevginin çok farklı bir tarafıyla tanıştı.

Aynalara sordum, onlar da “âşıksın” diyor.
Yavaş yavaş, hiç farkında olmadan âşık
oldu Hazan’a. Âşık olduğunu fark ettiğinde ise buna kendi bile inanamadı.
İtiraz etti buna. Aynadaki yansımasına; “Ben âşık olamam ki… Olmam… Ben âşık
olamam...” dedi. Geçmişiyle şimdiki hali arasında savaş veriyordu sanki.
Belli ki daha önce hiç tatmadığı bir duyguydu bu. Hem de normal şartlarda bir
daha dönüp yüzüne bakmayacağı bir kıza âşık olmuştu. Çünkü, içinde büyüyen
Hazan’ın aşkı, onu değiştiriyordu da. Hazan’ın başı ne zaman sıkışsa ya da
kendi canı ne zaman sıkılsa, üzülse sanki derdinin dermanı Hazan’mışçasına
soluğu Hazan’ın yanında aldı. Hazan’ın aşkının akıntısına kapılmıştı artık.
Bundan istese de vazgeçemezdi. Halbuki vazgeçmeyi de defalarca denedi. Taşıdığı
sırrın yükü, omuzlarında yara izleri bıraktıkça Hazan’ı kendisinden kurtarmaya
söz verdi. Sır ortaya çıktıktan sonra, Hazan’ı Yağız’ın evinde şişeleri
boşaltmış halde gördüğünde de bu sözü tekrar verdi. Hazan’ı öyle görmeye dayanamamıştı,
bir şeyler yapmalı ve Hazan’ı kendisinden uzaklaştırmalıydı. Kendi bildiği
yoldan bir şeyler denedi ama hayat işte, Ece, Hazım Egemen’le evlendi ve
Sinan’ın tüm planları suya düştü. Hazan’la karşı karşıya gelmelerinin bir sonu
olmadığının farkına vardı. Planını değiştirip, Hazan’ı yeniden kazanmaya karar
verdi. Zaten ne zaman kendisini Hazan’dan kurtarmaya çalışsa yeniden kendisini
Hazan’ın rüzgarına kaptırmıyor muydu? Ne anlamı vardı ki artık Hazan’dan
kaçmanın. İşte bu sefer, daha önce belki de kimse için yapmadığı bir şeyi yaptı
ve Hazan için savaşmaya başladı.

-Bana aşık adamın ekran görüntüsünü
alabilir misin, Abidin?
+Aldım bile.
12. bölümde Nil’in iyice keçileri kaçırıp
Hazan’la Sinan’ı yakma girişimi esnasında, Nil, Sinan’a “Ne değişti?” diye
sorduğunda Sinan’ın cevabı çok basit ve netti: “Ben değiştim. Ben… Ben âşık
oldum.” Aşk işte. Kimisini rezil, kimisini vezir yapar. Bazen sana kanat
olur, seni gökyüzüne uçurur, ayaklarını yerden keser. Bazen de ayaklarından
tuttuğu gibi seni soğuk ve sert zeminlere çarpar. Aşk, Sinan Egemen gibi birini
de değiştirdi. Kendisinden başkasına kıymet vermeyen adamı, Hazan’ın etrafında
pervaneye döndürdü. Her an yana yana kül olacağını bilse bile Hazan’ın
yanındaki adam olmaktan vazgeçmek istemiyordu. Ve bence artık “Sinan Egemen
gibi sevmek” diye bir tabirimiz oldu. Çünkü, çok güzel seviyor, Sinan Egemen.
Bazen bir çocuk saflığında, bazen de sevdiği kadın için uygarlıkları birbirine
düşüren bir destan kahramanıymışçasına seviyor Hazan’ı. Çocuk da olsan bir destan
kahramanı da olsan hata yaparsın. Çünkü, “errare humanum est”*. Yani, “hata
yapmak insana özgüdür”. Önemli olan, hatalardan ders almaktır.

Bir gece ansızın gelebilirim.
17. bölümde, Hazan’ın başucundaki, tıpkı
Hazan’ın kalbine işlediği gibi benim de kalbime işleyen konuşmasını da buraya
yazmazsam olmaz: “Sen uyuyorsun. Ben her gün ölüyorum be, Hazan. Bak yine
duymuyorsun beni. Beni duymadığın her an biraz daha, beni görmediğin her an
biraz daha, böyle böyle gözlerinin önünde her gün biraz daha ölüyorum, Hazan.
Ama sonra ne oluyor, biliyor musun? Tek bir bakış, yarım kalmış tek bir söz, bu
geceki gibi, yeniden doğuyorum. Bu hep böyle olacak, Hazan. Sen bana dönene
kadar ben her gün sensizlikten öleceğim. Senin için yeniden doğacağım. Çünkü
biliyorum, biz daha ölmedik, Hazan. Biliyorum. Biliyorum.” Dizinin ilk
bölümünden bu yana Sinan’ın aşka adım adım yürüyüşünü izlemek bana çok keyif
verdi. Bundan sonra da aşık bir Sinan’ı, aşkı için savaşmaktan çekinmeyen bir
Sinan’ı izlemenin keyif vereceğine eminim.
Yazıyı bitirirken Alp Navruz için
de bir iki şey söylemeden olmaz. Her bölümde onun oyunculuğunu izlemek büyük
bir keyif. Rolünü benimsediği o kadar belli ki üzerine koya koya ilerliyor.
Kendisini ilk kez Fazilet Hanım ve Kızları’nda izledim. İyi ki tanımışım
ve iyi ki Sinan Egemen’i ete kemiğe büründürüp can vermiş. Bundan sonra da
takibinde olacağım. Ayağına taş değmesin, yolu hep açık olsun.
*Seneca