Ayla: Acaba Oscar hayali bu yıl sonunda gerçek olacak mı?

Ayla: Acaba Oscar hayali bu yıl sonunda gerçek olacak mı?
Sene 1950. İskenderun’da görevli olan Süleyman Astsubay rahat hayatını, sevdiği kadını ve dostlarını geride bırakarak Doğu’ya, Kore’ye gitmek üzere adını listeye yazdırır. Kore Savaşı’na katılan ilk Türk birliklerinden biridir. Savaşın bitmek üzere olduğu Kuzey Kore- Güney Kore sınırına vardıklarında ise Süleyman Astsubay, arkadaşları Ali Astsubay ve Mesut Astsubay ile savaşın aslında henüz bitmediğini yaşayarak öğrenirler. Zira geldikleri kampa Çin Hava Kuvvetleri beklenmedik bir saldırı yaparak Komünist Kuzey Kore’nin arkasında oldukları mesajını verir. Bu ani baskını haber vermek üzere Kuzey Kore askerlerinin kurdukları muhtemel pusulara rağmen gece karanlığında, yalnızca ay ışığının altında kapkara bir ormanda karargaha doğru yola çıkarlar. Ancak Süleyman’ında aralarında bulunduğu bu grup bir başına kalmış küçük bir Koreli kız çocuğu bulur. Ay gibi yüzünden dolayı Ayla adını verecekleri bu kız çocuğu ile Süleyman arasında kısa sürede derin bir bağ kurulur. Bir baba-kız ilişkisine dönecek bu bağ, Süleyman 15 aylık görev süresi dolmasına karşın Kore’yi bırakıp gidememesine sebebiyet verir. Ayla’yı bırakamayan, Ayla’nın da kendisini bırakamayacağını bilen Süleyman, Kore kanunlarını da aşamayınca Türkiye’ye dönmek durumunda kalır. Yeniden bir araya gelmeye söz verdiği ancak imkansızlıklar yüzünden izini kaybettiği Ayla’yı ise aradan geçen 65 yılın ardından sonunda bulmayı başaracaktır.

Yönetmenliğini Can Ulkay’ın, senaristliğini ise Yiğit Güralp’in üstlendiği Ayla / Ayla: The Daughter of War filmi Süleyman’ın Kore Savaşı’na katılmasından başlayarak Kore’de başından geçenleri ve Ayla ile Süleyman’ın arasındaki baba-kız bağının hangi şartlar altında nasıl kurulmaya başladığını anlatıyor. En sonunda ise önce Süleyman ve Ayla’nın nasıl kanunlarca birbirlerinden ayırıldıklarını ardından ise 65 yıl sonra nasıl yeniden bir araya geldiklerini aktarıyor.

Filmin büyük bölümünde izlediğimiz genç Süleyman Astsubay’a İsmail Hacıoğlu’nun, filmin sonlarındaki Süleyman’a ise Çetin Tekindor’un hayat verdiği filmde oyunculuğuyla göz dolduran küçük Ayla’yı ise Kim Seol canlandırıyor. Ali karakterine Ali Atay’ın, Süleyman’ın sevgilisi Nuran’a Damla Sönmez’in, Mesut Astsubay’ı Murat Yıldırım’ın, ihtiyar Nimet’i Meral Çetinkaya’nın genç Nimet’i ise Büşra Develi’nin oynadığı Ayla filminde ayrıca Taner Birsel, Erkan Petekkaya, Sinem Uslu, Duygu Yetiş ve Altan Erkekli de yer alıyor.

Türkiye’nin “Yabancı Dilde En İyi Film” dalında Oscar adayı olan Ayla filmi tam da reklamlarda, fragmanlarda anlatıldığı gibi, duygu dolu. Özellikle de Fahir Atakoğlu imzalı müzikler eşliğindeki duygusal sahnelerde gözyaşlarına hakim olmakta insan zorlanıyor. 65 yıllık bir özlemi, yıllardır başka ülke sinemalarından imrendiğimiz duygusallıkta bir hikayeyi anlatıyor olması ise bizler için daha bir anlamlı. II. Dünya Savaşı hikayelerini anlata anlata bitiremeyen, hala da anlatmaya sürdüren bir Amerikan sineması varken böylesi bir hikayenin çıkmış olması garip bir şekilde rahatlatıcı.

Peki nasıl bir film Ayla? Oscar şansı var mı?
Ayla tam anlamıyla bir Hollywood filmi. Gerilim desen var, mizah desen var, kahramanlık desen var, dram desen var. Büyük bir prodüksiyon, anlatıldığı kadar özenilmiş, deyim yerindeyse pırıl pırıl bir film. Oyuncu kadrosunda her kesimin sevdiği en az bir isim var, hemen herkesin ilgisini çekme potansiyeline sahip. Konusu zaten daha önce de belirttiğim üzere, imrenip durduğumuz bir hikaye, hem de Hollywood’un kıskanacağı kadar büyük bir hikaye. Anlatımı ise yine Hollywood kalibresinde, vatanseverlik desen var, komünizme giydirme desen o da var, kahramanlık da aksiyon da dram da… Yok yok anlayacağınız, öyle ya da böyle, o ya da bu şekilde elbet herkesin kalbine dokunacak bir yer buluyor kendine. Yer yer kusurları (özellikle patlama sahnelerinde) yok değil mi, elbette var. Fakat bunların filmin önüne geçtiğini söylemek yanlış olur.

Oscar yarışına gelecek olursak eğer, filmin bir şansı var, idi. Bundan 15-20 yıl önce olsa, yani savaş filmlerinin ve o dokunaklı savaş hikayelerinin anlatıldığı, Akademi’nin de ajitasyonu ödüllendirdiği dönemde Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ının en güçlü favorilerinden biri olabilirdi kuşkusuz. Ama artık Akademi de değişti, alışılagelmiş yüksek bütçeli büyük prodüksiyonlu Hollywood filmlerinin yüzeyselliğinden sıkılmış bir Akademi var. Son yıllarda sağın giderek güçlenmesinden, buna ek olarak Trump’ın gelişinden ve her geçen gün daha da artan ayrımcılıktan, nefretten yakınan, dolayısıyla da bu meseleleri ele alan “güncel” filmler görmek isteyen bir Akademi var. Eh, Ayla’nın sinematografik olarak aday olan diğer filmlerle yarışamayacağı bal gibi ortada, seyirci sever ancak sinema tutkunlarının ağzını açıkta bırakacak bir sinematografi yok ortada sonuçta, ne yenilikçi, ne cesur ne de naif. Tam ortada, herkese hitap eden optimal bir film.

Ayla’nın Oscar şansının olmadığını, adaylık neyse de ödül için kesinlikle favoriler arasında yer almadığını, alamayacağını söyleyebiliriz rahatlıkla. Peki Ayla gişede ne yapacak? Deyim yerindeyse patlayacak. Sinema salonlarını sel alıp götürecek, gözlerden akan yaşlar durmayacak, bir de televizyonda yayınlandı mı yer yerinden oynayacak. Cingöz Recai: Bir Efsanenin Dönüşü sonrası düştüğüm şüpheden beni kurtardı sağ olsun Ayla. Öyle ya da böyle, gayet optimal bir film. En azından halkın desteğini alacaktır.




BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER