Dünyanın en büyük içerik fuarlarından biri olan MIPCOM oldukça hızlı başladı. Fuarın onur konuğu bu yıl da bir Hollywood starı, Catherine Zeta- Jones oldu. 2018 yılında Lifetime kanalında prömiyer
yapacak olan televizyon filmi Cocaine Godmother MIPCOM'da lansman yaptı, filmin yıldızı Zeta-Jones da basın mensuplarının katılımıyla düzenlenen bir söyleşiye katıldı. Catherine Zeta-Jones'i fuar'ın düzenlendiği Palais'nin ana binasındaki Blue Lounge'da neredeyse yanak yanağa dinledik. Catherine oldukça dakik, bizi hiçbekletmeden alana girdi. Oldukça şık, neşeli ama yorgun görünen vücud diline rağmen ağzını açtığı andan itibaren bizlere muhteşem bir enerji patlaması yaşattı. Söyleşinin peşi sıra soru- cevap kısmına geçildiğinde bir Fransız gazeteciye, "Görüşmeyeli ne kadar uzun zaman oldu, nasılsın?" diye hatır sorması da günün güzel anlarından biriydi. Hollywood starlarına hatta bizatihi Catherine Zeta-Jones'a karşı ön yargılı olabilirsiniz ancak şunu samimiyetle belirtmek isterim ki kadının şahane bir kafa yapısı ve zekası var. Hepimizi büyülemeyi başardı.
American
History X filminin yazarı David McKenna’nın kaleminden
çıkan, Hannibal ve Narcos dizileri için çektiği bölümlerle
tanınan Guillermo Navarro’nun yönettiği film daha iddialı projelerle TV
filmleri geleneğini ileriye taşımayı hedefleyen kanalın şimdilik en iddialı projesi. Anlayacağınız Catherine Zeta-Jones’un “Cocaine Godmather”
lakaplı uyuşturucu çetesi patronu Griselda Blanco’yu canlandırdığı film gerçek
bir hikayeyi ekrana taşıyor. Blanco’nun Escobar'dan da önce bu dünyanın içinde olduğu 70’ler ve 80’lerde Kolombiya ile
Amerika arasındaki büyük uyuşturucu ticaretinde öncü bir rol oynadığı biliniyor
ve 200’den fazla ölüm emri verdiği düşünülüyor. Kolombiya, New York ve Miami
gibi mekanlarda geçen, geniş bir zaman dilimini konu alan filmde evlendiği
tüm erkekleri hazin bir sonun beklediği Blanco’nun diğer lakabı “Kara Dul”a
nasıl kavuştuğu da anlatılıyor.
Yapımcı firma filmi söyleşiden önce bize göndererek ön izleme yapmamızı da sağladı. Cocaine Godmother için söyleyeceğim çok şey var ancak en önemlisi Catherine Zeta-Jones'in söyleşi esnasında da altını çizerek belirttiği gibi "güzel" olma kaygusu hissetmeden içtenlikle Griselda'yı canlandırmaya çalışması ve bence oldukça da başarılı olmasıdır. Söyleşide filmin başrol oyuncusu Catherine Zeta-Jones (CZJ),
Lifetime Başkan Yardımcısı Tanya Lopez (TL) ve International yöneticisi Patrick
Vien (PV) soruları yanıtladı. Şimdi ben aradan çekileyim, siz güzel ve tatlı kadınla baş başa bırakayım.
● Karakterinizden
ve filme dahil olma sürecinizden bahseder misiniz?
CZJ: Karakterim Griselda Blanco, erkeklerin hüküm sürdüğü uyuşturucu
piyasasında güçlü ve baskın bir oyuncu olmayı başarmış biri. Bu nasıl oldu?
Kimdi bu kadın? Bir karakteri anlamaya çalışmak, derinine inmek uzun süredir
yapma fırsatı bulamadığım bir şeydi. Bu film sayesinde oyunculuk aşkım yeniden
alevlendi. Evet, bu yaşta çok güzel kadınları oynamak
harika bir şey ama oynayacağım bir karakterin senaryoda “çok güzel, seksi bir
kadın” olarak tanımlandığını görünce lanet okuyorum. Biliyorum ki saç-makyaj
koltuğunda saatlerim geçecek. Griselda’yı oynarken bütün bu kaygılarımı bir
kenara bırakabildim ve bu kadının gerçekte kim olduğunu keşfedip hiç
beklemediğim bir şekilde onu insancıllaştırabildim. Onu sempatikleştirmekten
bahsetmiyorum elbette, böyle bir yanı olduğunu da düşünmüyorum. Yayıncı
kanalımız Lifetime bu karakteri tekdüzeleştirebilir, başka bir şekilde anlatabilirdi.
Fakat bu konuda çok kararlıydım. Onlardan beni serbest bırakmalarını rica ettim
ve desteklerini aldım. Etrafımı harika bir yaratıcı ekiple çevirdiler. Bu rolü
oynayabildiğim için çok gururluyum. Karakter tam beklediğim gibiydi: derin,
karanlık, duygusal, itici… Tüm bunlara rağmen garip bir şekilde seyircinin onunla bağ kurabileceğini ya da en azından onu anlayabileceğini düşünüyorum.
● Lifetime
yıllardır televizyon filmleriyle isim yapmış bir kanal. Siz bu filmle kanalın
seyircisine nasıl bir mesaj vermeyi hedefliyorsunuz?
TL: Güçlü, zeki kadınlarla ilgili hikayeler anlatıyoruz. Yüksek prodüksiyon
kaliteli, yetenekli insanların çalıştığı işler çıkartmaya çalışıyoruz. Bu filmi
Kolombiya gibi mekanlarda çekebilmek, kendi sınırlarımız dışına çıkabilmek
bizim için büyük başarıydı.
PV: Bu proje bizim için çok önemli. Catherine sadece oyuncu olarak değil,
yapımcı olarak da görev aldı, yaratıcı sürece katıldı. Televizyonun çok değişik
bir dönemindeyiz. 15 yıl önce sinema sektörüne yönelmesi beklenecek pek çok
yetenekli isim televizyona iş yapıyor. True
Detective gibi işler televizyonun altın çağını daha da parlatıyor. Çok
önemli hikayeleri televizyon aracılığıyla seyirciye ulaştırabiliyoruz. Bu
yolculuğun bir parçası olabilmek bizim için çok önemli. Harika bir film ortaya
çıkarttık ve tam da olmak istediğimiz yerdeyiz. İyi içeriklerin arasında
anılmak kolay bir iş değil. Catherine’in yanımızda olması bize çok yardımcı
oldu, global ölçekte iyi içerik çıkaran bir şirket olarak görülmemizi sağladı.
CZJ: Bu deneyimi bana yaşattığınız için ben teşekkür ederim. Bu hikayenin
küçük film festivallerinde araya kaynamaması beni çok mutlu ediyor. İnsanların
filmimizi izlemesini istiyordum. Normalde bu karakterin hikayesini izlemeye
gitmeyecek insanların kolayca filme erişebilmesi benim için çok önemliydi.
Televizyon sektörü öyle bir hâl aldı ki, yeterince seyirciye ulaşabileceğimizden hiç
şüphem yoktu. Güçlü ekibimizle kaliteli bir iş çıkartmak için ne gerekiyorsa
yaptık. Filmin, normalde Lifetime izlemeyecek seyirciyi de kanala
çekebileceğimize inanıyorum.
● Sizce
televizyon seyircisi artık daha mı olgunlaştı? Daha yetişkinlere yönelik,
derinlikli işler mi talep ediyorlar?
CZJ: İnsanların ne istediğini anlamanın pek çok yolu var. Sosyal medya,
kanala gelen tepkiler gibi… Film sektöründe geniş bir kitleye hitap edecek projeler
yaratma güdüsü vardır. Böyle düşük bütçeyle çekilen filmler birkaç festivalde
gösterilir, bir dağıtımcı alırsa da kısa bir süre için vizyona çıkar. Belki
birkaç ödül adaylığı toplayabilir. 200 milyon dolarlık filmlerin hüküm sürdüğü
bir sektörün içinde kaybolup gider. Fakat gerçek insanların gerçek
hikayelerinin anlatıldığı filmler televizyona çok uygun. Çünkü çok daha geniş
bir seyirci kitlesi var. İstedikleri şeyler farklılık gösteriyor ve biz de o
farklı şeyleri isteyenlere hitap edebiliyoruz.
TL: İyi hikaye anlatımının yerini hiçbir şey alamaz. Hazır seyirci
beklentisinden bahsederken, onları uzun süre yok saydığımızı düşündüğümü
belirtmek isterim. Seyircinin olgunlaşması yeni bir şey değil, biz yeni fark
ediyoruz ve ona göre hikayeler anlatmaya başlıyoruz. Yeni yetenekler ve
anlatacak yeni hikayeler ararken bu çok önemli.
● Karakterin
en sevdiğiniz yanı nedir?
TL: Bu karakterle ilgili en sevdiğim şey çok zeki olması. Nereden geldiği
göz önünde bulundurulunca hayatının bu şekilde gelişmesi tesadüf değil. Daha en
baştan bu işi bir erkekten nasıl daha iyi yapabileceğini biliyordu, öyle değil
mi?
CZJ: Kesinlikle. Bir kadın olarak ona hayran olmamak elde değil. Erkeklerin
ölümcül dünyasında tam bir patron olmayı başarabilmiş. Griselda’yı nasıl
insancıllaştırırız, insanların onunla bağ kurmasını nasıl sağlarız gibi
cümleler duyuyordum. Onlara endişelenmemelerini söyledim. Ne kadar kötü biri
olursa olsun performansımla insanların onu sevmesini sağlayacaktım. Filmi izlediğimde
bunu başardığımı gördüm. Tüm şiddete, cinayetlere rağmen… Hastalıklı bir espri
anlayışı var, sanırım hayatım boyunca içimde sakladığım bu yönüm de ortaya
çıktı. Filmde de söylüyoruz: Griselda’nın en sevdiği film The Godfather. Oğlunun adını Michael Corleone koymuş, böyle bir
şeyi isteseniz de uyduramazsınız. Bahsettiğim hastalıklı espri anlayışı da bu.
● Uyuşturucu
çetelerini anlatan hikayeler neden yeniden popüler oldu?
CZJ: Uyuşturucuya karşı hala süregelen bir savaş var. Yıllar önce Steven
Soderbergh’in çektiği ve uyuşturucu dünyasında geçen Traffic filminde oynamıştım. Ne yazık ki ülkemizin son durumu ve
uyuşturucu ticaretinin geldiği hal eskisinden daha da kötü. Bu filmi ilgi
çekici kılan o dünyanın içinde bir kadını izleyecek oluşumuz.
PV: The Godfather mükemmel bir
film. Dünyasında her şey var: güç, tehlike, aile ilişkilerindeki gerilim…
Harika dramaların doğmasına sebep olan insani unsurların hepsini barındırıyor.
Büyük baskıların olduğu bir ortamda geçen bu tür filmlerde bu unsurlar daha da
güçlü bir şekilde ortaya çıkabiliyor.
● Projenin
geliştirilme dönemi nasıldı?
TL: Bu karaktere aşık olduk. Catherine’in de aynı durumda olduğunu
duymuştuk. Onunla görüşüp projeye olan tutkusunu görünce projeyi yapmaya karar
verdik. Tutkulu insanların çalıştığı projelerin daha iyi sonuçlanacağını hep
söylemişimdir. Bu film de öyle oldu. Bu hikayeye tutkuyla bağlı insanları
bulmak çok önemliydi. Sektördeki kadınlara hangi hikayeyi anlatmak
istediklerini sormanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bunları gerçekleştirebilecek,
projeleri hayata geçirebilecek bir platformumuz var.
● Tüm
dünya seyircisinin her şeyden haberdar olduğu ve çok daha entelektüel olduğu
günümüz televizyonculuğunda hikayecilik nasıl değişti?
TL: Bence her şeyin anahtarı bağ kurabilme yetisi. Dünya küçüldükçe ortak
bağlarımız artıyor. Dünyanın her bir köşesindeki kadınlara hitap edebilecek
hikayeler anlatabiliyoruz. Değişen biz değiliz, dünya. Bir marka olarak dünyayla
birlikte organik olarak gelişmemiz gerektiğini düşünüyorum.
CZJ: Eskiden televizyon, sinema ve tiyatro oyuncuları arasında keskin bir
ayrım vardı. Ben tiyatro oyuncusu olarak, hatta “showgirl” olarak
etiketlenmiştim. O kıstırıldığımız kutudan çıkmaya çabaladığımız bir
dünyadaydık. Önce televizyona geçmeyi başardım, sonra da sinemaya. Ama bir kez
sinemaya geçtiniz mi televizyona dönmeniz yanlış karşılanırdı. Biliyorsunuz, bu
artık değişti. Oyuncular insan hikayeleri anlatabiliyor artık. 200 milyon
dolarlık filmlere mahkum değiller. Bir oyuncu olarak bu sizi ayakta tutuyor. Her
kültürün anlayabileceği böylesi uluslararası insan hikayelerinin peşine düşmek
çok önemli. Televizyonda bunu başarabiliyoruz.
● Sizin kalibrenizdeki yeteneklerin televizyona geçmesi bu
yüzden mi?
CZJ: Evet. Özellikle de yazarların. Televizyon işlerinde çalışan senarist
ve yönetmenler inanılmaz. Çünkü yıllarca projelerini hayata geçirmeye
çalışıyorlar ancak başaramıyorlar. Fakat televizyon sektöründen biri geliyor ve
projeyi satın alıveriyor, çünkü böyle bir yaratıcı özgürlükleri var. Böylece
onların işe olan tutkusu çığ gibi büyüyor ve projede çalışan herkese yansıyor
ve çok daha iyi bir iş çıkıyor.
PV: Artık televizyonda yapabileceklerinizin bir tanımı yok. İster film
çekersiniz, ister birkaç bölüm sürecek bir dizi, ister birkaç sezon…
Karakterlerin hikayesi ne gerektiriyorsa onu yapabiliyorsunuz. Lifetime uzun
süre önce kurulmuş ve kendini kadın hikayelerine adamış bir kanal. Yine de daha
yeni başlamışız gibi hissediyorum. Bu projede Catherine’le çalışarak
bahsettiğimiz endüstrinin standartlarına uygun bir iş çıkarttık.
TL: Hikayeyi bir kalıba uydurmaktansa, kalıp hikayeye uygun seçiliyor
artık. Bir projeyi geliştirirken onun kaç saate ihtiyaç duyduğunu tartışırız.
Bize hikayeyi versinler, ne kadar boşluk gerekiyorsa açmaya hazırız. Her şey
hikayeyle başlar.
PV: Sadece televizyonun değil,
hikayeciliğin de altın çağındayız.
● Pazarın küreselleşmesinin kanallara ve hikayelere
etkisinden biraz daha bahseder misiniz?
PV: A&E (Lifetime’ın bağlı
olduğu şirket) hem stüdyo, hem de kanal ayağı olan bir şirket. 200’den fazla
bölgede varlık gösteriyoruz. Pek çok parkamız var ve 41’den fazla dilde yayın
yapıyoruz. Pazar çok gelişiyor ve büyüyor. Şirketlerimiz, küresel pazar için
Amerikan içerikleri üretmeyi hedefliyor. Dünya artık çok değişti, daha bölgesel
hikayelere açlar. Hollywood’un gücünün azalması gibi bir şeyden bahsetmiyorum.
İkisinin karışımı bir dünyadayız artık. Bizimki gibi Latin Amerika’dan çıkmış
hikayeler de tüm dünyada seyirci bulabiliyor. Birkaç yıl önce böyle değildi.
Yeni hikayeler, yeni karakterler yaratmak adına ilham bulmak için artık hiçbir
sınır gözetmeniz gerekmiyor.
● Proje geliştirirken ülke dışındaki seyircileri de
düşünüyor musunuz?
PV: Kesinlikle. Bazı hikayelerin
tüm dünyaya açılabileceğini bilirsiniz, bazılarıyla daha spesifik bölgeleri
hedef alırsınız. Tüm pazarın ilgisini çekecek içerikler üretmek önceliğimiz;
ancak sanatçılarla ve çalıştığımız kişilerle olan ilişkilerimiz yerel bazda
ilerliyor. Yerelden çıkan fikirler genelde tüm dünyanın da ilgisini çekiyor
zaten.
● Bu filmin güzel yanlarından biri de sadece kahramanlar ve
kötü adamlar hakkında olmaması. Kadınları öyle derinlikli bir pozisyonda
izliyoruz ki. Normalde sadece tek bir duygu üzerinden kadın karakterler
yaratılır. Fakat bu projede çok iyi dengelenmiş, her yönüyle irdelenmiş
kadınlar görüyoruz.
CZJ: Kesinlikle öyle.
Griselda’nın çok olaylı bir yolculuğu var. Hayatının bir kısmını alıp onu
hakkıyla anlatabilmek kolay değil, bizi çok zorladı. Bu yüzden zaman aralığını
mümkün olduğunca geniş tuttuk.
TL: Durmak bilmedik. Filme hak
ettiği süreyi vermek istedik, en iyi haliyle yayına çıkmak istedik.
CZJ: Yönetmenimiz hayatımda
çalıştığım en yetenekli insanlardan biriydi. Böyle işlerde polisler hep
kahraman olur, uyuşturucuya bulaşmışlar kötü adamlardır. Bu dünyayı bu kadar
siyah-beyaz göstermek istemedim. Uyuşturucu dediğimiz arz-talep meselesi.
Herkesin bu çökmekte olan dünyada sorumluluğu olduğunu anlatmak istedik. Çöküş
aldatmayı getirir, aldatma yalanları… Açgözlülük, para, daha önce hiç
yaşanılmamış şaşaalı hayatlar ve çatlaklardan sızmakta olan pislik… Filmimizde
iyiyle kötü arasında keskin farklara yer vermek ya da bir tarafı çekici kılmak
istemedik. Hepsi iç içe çünkü.
● Fiziksel değişiminizden bahsetmeden geçmeyelim. Bu sizin
için çok farklı bir görünüm, farklı bir rol. Bu süreçten biraz bahseder
misiniz?
CSJ: Griselda’nın çok
karakteristik bir suratı vardı. Bir karikatüre imza atmak istemedim, insanların
ona hiç benzemediğimi konuşmasını istemedim. Karakteri derinlemesine anlamak
istedim, bedenimi ona uygun olmak için değiştirdim. Kilo aldım. Çekimlerin ilk
haftasından sonra kalçamı sakatladım. Eski dansçı olduğum için duruşum ona göre
şekillenmişti. Fakat bu karakteri oynarken adeta bir erkek gibi hareket etmem
gerekiyordu. Kocamı ve çocuklarımı çok seviyorum ama bu filmi çekmek için
gerçek mekanlara gidip tek başıma kalmak da bana çok iyi geldi, kendimi
karakterime tamamıyla verebildim. Böyle
bir değişime girmek zorundaydım, istiyordum da. Hiçbir şey Griselda’nın
umurunda değildi. Çok güzel bir kadın olduğunu düşünüyordu. Kendi yazdığı bir filmin yıldızıymış gibi yaşıyordu ve kimseyi dikkate almıyordu. Ben de bu tavrı
takındım. İnsanların gördüğü fotoğrafların bir karikatürü olmak istemedim. Çok
gösterişli bir kadındı, alışveriş bağımlısıydı; odalar dolusu kıyafeti, çantası
ve ayakkabısı vardı. Dışarı sadece insanları öldürmek için çıkmazdı. Bu
karakter beni çok özgürleşti. Gözlerim şiş mi, değil mi hiç umursamadım.
Normalde çekimim varsa gözüm şişmesin diye garip pozisyonlarda uyurum. Bu sefer
keşke şişseler diye düşündüm.
● Kariyeriniz televizyonda başladı. Ve şimdi büyük bir
seyirci kitlesine ulaşacak bir işle yeniden televizyondasınız. 20-25 yıllık
kariyerinizin ardından bu döngüyü tamamlamak nasıl bir duygu?
CZJ: Harika bir durum. Çok batıl
inançları olan biriyimdir. Televizyona ilk işimi yaptığımda beni kimse
tanımıyordu ve tek bir bölümde hayatım tamamıyla değişti. Amerika’ya geldiğimde
tek bulabildiğim iş Titanic’in
televizyon versiyonuydu. Tek istediğim Kate Winslet olmaktı oysa. Fakat Steven
Spielberg beni televizyonda izledi ve Zorro’daki
rolümü verdi. Şimdi böyle bir ekiple, bu kadar sevdiğim ve rahatlıkla
çalıştığım bir projeyle televizyona dönmek beni çok mutlu ediyor. Dokuz
yaşımdan beri tiyatro sahnesinde olsam da televizyon işi yapana kadar beni
kimse tanımıyordu. Yine çok sevdiğim bir yerde olmaktan çok mutluyum.
● Griselda’yı oynadıktan sonra günümüzün cinsiyetçi
dünyasına bakışınız değişti mi?
CZJ: Hepsinin
kafasına sıkalım! Şaka yapıyorum tabii… Griselda dünyayı siyah-beyaz görüyor.
Ben biraz daha farklıyım, gri alanları da görmeye çalışırım. Dediğim gibi,
Griselda’nın aklanacak hiçbir tarafı yok. Tek takdir edilecek tarafı erkeklerin
dünyasında ayakta durabilmesi bence. Cinsiyetçilik hayatın her alanında kendini
gösteren bir problem. Kadınların hırslı olmasına kötü gözle bakılıyor.
Erkeklerin iş hayatında görmedikleri tepkiler görüyoruz. Keşke kadınlar olarak
o hırsın bir kısmını alıp böyle olduğumuzla gurur duymak için kullansak. Eğer
hırslı bir kadın olmasaydım bugün burada olmazdım, rekabetçi yanım kuvvetlidir.
Monopoly oynarken herkesi çileden çıkarırım, otellerimi kaybetmeye hiç
tahammülüm yok. Sporda da öyle. Kocam beni golfte yenince deliriyorum. Hep
mütevazı olmaya çalışıyoruz ama kendi şansınızı kendiniz yaratırsınız. Elbette
insanlar rolleri kapmanıza yardımcı oluyorlar. Ama yine de kendi başarınızın
farkında olup bununla övünebilmelisiniz. İnsanlar bana çok şanslı olduğumu
söylerler durur. Evet, şanslıyım. Ama garip olan şu ki, ne kadar fazla
çalışırsam, şansım o kadar artıyor. İnanılmaz, değil mi?! Bence kadınlar olarak
bu dünyada güç kazanmaya başladıkça hırsımızdan korkmaktan vazgeçmeliyiz. İyi
yapılmış bir işin takdirini toplayın. Dışarı çıkın, bir iş yapın.
Başaramazsanız geri dönün, toparlanın ve tekrar başlayın.
Kızım okuldan
madalyayla döndüğünde ona kaçıncı olduğunu sordum, o da umursamaz bir şekilde
herkese madalya verdiklerini söyledi. “Hayatta herkese böyle madalya vermezler,
o yüzden bu duruma şimdiden alış. Dışarı her çıktığında birinin sana madalya
vermesini bekleme,” dedim. Bana neden bu kadar sert olduğumu sordu. “Sert
değilim,” dedim. “Sadece sana öğüt veriyorum. Her zaman altın madalya kazanmana
da gerek yok. İkinci, üçüncü; hatta sonuncu olmak da güzel. Ertesi gün tekrar
kalkıp yeniden denersen tabii.”
Politik mesajlar içeren bir projede yer almayı düşünüyor
musunuz? Televizyonda başka bir projede yer almak ister miydiniz?
CZJ: Hayır, şimdilik politik
mesajlar içeren bir projede yer alma planım yok. Kadınların güçlü bir mesaj
gönderebilmesi için bu mesajın illa politik olması gerektiğini düşünmüyorum.
Politikadan uzak çok fazla erdem var, bunları da paylaşmak gerekiyor.
Televizyonda çok daha fazla iş yapmak istiyorum, hep çok sevdiğim bir sektör
oldu.
Çeviri: Arman Güvenç