Güneşin Kızları: Onlar unutamadı yaşananları

Güneşin Kızları: Onlar unutamadı yaşananları
18 Haziran 2015…2 yıl önce…Bir şey oldu. Büyük bir şey. Birilerinin hayatını belki de sonsuza kadar değiştirecek bir şey. Senin hayatını, benim hayatımı, bizim hayatımızı… Tarih kitaplarında yazmaz bu. Kalplerimizde atom bombası etkisi yarattığı halde yazmaz. ”Hoşça kal” dediğimiz günden beri sol taraftaki o sızıyı hiçbir kitap yazmaz. Yazmalı oysa. Tarih sadece mutsuzları yazıyorsa eğer birileri de Alselzedeleri yazmalı. Koca puntolarla hem de. Altını kazıyarak. “Onlar, unutamadı yaşananları.”
 
Uzak durmak için elimden gelen her şeyi yaptım aslında ama olmadı, beceremedim yine. Düştüler yine aklıma. Konu sevdikleri olduğunda insan ne zaman becerebilmiş ki zaten? Özledim. Ama ben çok özledim. O iki küçük çocuğu her şeyden, herkesten daha çok özledim. İsmail Abi! Ben seni daha da iyi anlıyorum artık biliyor musun? Ben de limanın birinde el sallıyorum o gemiye. Bir gün, belki, gelir diye. Her şeyden, çevremdeki herkesten çok bunaldığımda, pencereyi açıp bakıyorum yine geceleri gökyüzüne. Yıldızlar tüm parlaklığıyla aydınlatırken geceyi, yıldızlardan biri göz kırpıyor sanki. Ya da ben öyle olduğuna inanmayı istiyorum. “Tamam.” diyorum. O iki küçük çocuk orda işte. “Selam veriyorlar bana.” Gülümsüyorum. Birileri belki beni de deli sanıyorlar. Nasıl tanıştıkları düşüyor aklıma bazen. Kırmızı BMW’yi hatırlıyorum. Hiçbir topuk tıkırtısının bu kadar davetkar olmadığını. Selin’in gamzeleri…Ali’nin ruhuna açılan kapısı, masmavi gözleri…Bazen de kendimi saplantılı eski sevgililer gibi hissediyorum. Bir mazoşist gibi belki. Canımın bu kadar çok yanacağını bile bile, kırık cam parçaları kalbime batırılıyormuş gibi hissedeceğimi bildiğim halde eski sahneleri izlememi, eski fotoğraflara bakmamı mantıklı başka bir zemine oturtamıyorum. Oturtabiliyorsan sen söyle. Dinlerim ben. Sevmekten. Çok sevmekten, güzel sevmekten…
 
Rüzgâra fısıldamak iyi gelirdi belki şu an. Yüzümüze çarptıklarıyla yüzleşebilecek miyiz sanki? Sanmam. “Duy, herkes duysun.” diye Ali gibi birilerinin yakasından tutup haykırsak peki? Ne değişecek ki… Bütün üzüntüler zamanla geçerdi hani? Ama geçmedi.
 
Siz, çok güzeldiniz oysa. Sorun da bu ya zaten. Bu dünya için fazla güzel. Güzel olan ne bulduysa mahvetmeden rahat etmeyen bir dünyada, güvende olduğunuzu düşünmek yaptığımız en büyük saflıktı. Ne yapalım, iyi çocuklarız biz, niyetimiz iyi:) En az Ali kadar iyi…
 
Ahh…Ali…Uzaydaki mavi gözlü çocuk. “Emreyle biz çıkıyoruz.” diyen Selin’i duyduğunda nutkun nasıl da tutulmuştu. Nefes nefese ne zor atmıştın kendini arabaya. Sahi ne olmuştu? Sen, çok pis âşık olmuştun bence. Önce sevmediğin, evinde istemediğin o kıza, o kadar güzel âşık oldun, o kadar güzel sevdin ki… Sahildeki o ilk öpücüğü ne sen unutabildin, ne Selin, ne de biz. “Sen de beni affet.” Yüzündeki maske inip de dönüştüğün oğlan çocuğu ne kadar muhtaçtı o an, o kız çocuğunu öpmeye. Biliyorum çünkü seninle birlikte biz de muhtaçtık senin Selin’i öpmene. İçindeki ateşi biz de hissettik seninle. Söndürülmesi gerekiyordu. Söndü. Selin’in videosu yayınlandığında canının ne kadar yandığını da biliyoruz. Gözlerinin içine hapsolmuş o küçük oğlan çocuğunun içerde nasıl kıvrandığını gayet iyi biliyoruz. “Bugün her şeyin bittiği gün.” dedikten sonra umursamazlık maskesini taktığında, Emre’nin öpücüğüyle o maskenin yere nasıl düştüğünü bildiğimiz, gördüğümüz gibi. Biz seni çoktan ezberledik çocuk. Yaşadığın, hissettiğin her şeyi göğüs kafesimizin altında hissettik. “Şimdi onun adını dalgalara haykıracağım, kimse duymayacak. O bile.” Selin dalgalara adını haykırdığında gözlerini 5 yaşındaki bir oğlan çocuğu gibi heyecanla kapatışını nasıl unutalım? Zor. Hissettirdiğin şeyleri unutmak belki de dünyadaki en zor şey.  “Tıh, duymadım.” Bu kadar masum olmak zorunda mıydın be Ali? Dünyada gözüne kocaman gelen şeylerin önemsizliğini hissettiğin yerde, Selinle, hayalinle, mutlu olduğuna inanmak şu an için elimizden gelen tek şey. “Uzayda huzurlu bir psikopat. Kitap adı gibi.”
 
Selin… Koca gözlerinle hayatımıza davetkar bir topuk tıkırtısıyla girdiğin gün ne güzel bir gündü. Mevsimlerden yazdı. Ne sen biliyordun, ne de biz biliyorduk bu yolculukta bizi neler beklediğini. Güneş, her günkü gibi o gün de yeniden doğmuştu sadece. Güneş, her gün yeniden doğar… (Mavi toplu kanal, o son fragmanı unutursak kalbimiz kurusun! I HATE YOU!) Göründüğünden fazlası olduğun o kadar belliydi ki. Gülerken o maskeyi en az Ali kadar iyi taşıyordun ama kendini sen de saklayamıyordun ki. Seni kimse üzemezdi ama üzdüler. Seni çok üzdüler. Birileri hemcinslerine acı çektirmekten zevk alıyor bu dünyada (Bunu algılamak için aradığınız kafaya şu anda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz! The head you’re calling is busy now, please try again later! Hatta NEVER!). Ali seni öptüğünde “Travma oldu.” derken haklıydın aslında. Evet, çok büyük bir travma oldu. Aşktan daha büyük travma olabilir mi? Ali’nin seni öptükten sonra takındığı o maske canını bu kadar yakmasa “Arkanı bize dön.”  demezdin. Aynı şey olmadığını sen de biliyordun ama doğanın da basit bir kuralı var: Canı bir kez yanan bir kadın bin kaplan gücündedir. “Senin canını yakacağım oğlum. Ve bunu yaptığımda inan ki hissedeceksin.” Yaktı, hissettirdi. Ama kendi canı da en az Ali kadar yandı. İki farklı bedende tek bir ruh çünkü onlar. O CDyi yayınlardın yoksa. Yayınlayamadın. Mantık ne zaman kalbe galip gelebilmiş ki? Girdiği hangi savaşı kazanabilmiş? İyi ki de kazanamamış. Seni koridorun kenarında sıkıştırdığında söyleyemedin Ali’ye belki ama cesaretini ve aşkını dalgalara haykırarak en güzel şekilde kanıtladın bize. “ Uzaydaki Mavi Gözlü Çocuk!” Sen, gelmiş geçmiş en cesur esas kızsın Selin Yılmaz. “Yaralarına sarılayım ki sen de benim yaralarıma sarılırken utanma.” Sarmanız gereken daha çok yaranız vardı oysa. Eminim, şimdi oralarda bir yerde yaralarınızın hepsini sarıyorsunuzdur. Birbirinizin kalbini kırarsanız da özür dilemeyin, daha iyi onarmak için kırdığınızı hepimiz biliyoruz.
 
Sizinle ilgili unutamadığım o kadar çok şey var ki…Kısacası her şey. Her an. Ne olacak bu böyle? Motel Kiss’inizi unutmak hele belki de unutulması en zorlardan biri:) Sonrasında senarist küçük bir rahibe olunca, ‘puff’ diye bunların yerini alan sarılmalarınızı unutmaksa ondan da zor. Lise eğitimine de karşıyım ben artık. 8 yıl eğitim yeter. Fazlası bizi bozuyor. Matematik dersleri müfredattan kaldırılırsa memnun olacağım. Ali ile Selin’i toplayıp eşitliğin yan tarafına Alsel diye beraber, baş başa, üçüncü elemanlar olmadan yazamadıktan sonra o matematik olsa ne, olmasa ne. Hele hikâyenin sonunda sen gidip Alsel’i yutan eleman olan sıfırla çarpmak için özel bir çaba sarf ediyorsan, çiz o matematiğin üstünü. Tabii, sonsuzla sıfırın çarpımının bir belirsizlik olduğunu bilmeyince ortaya saçma sapan bir şey çıkıyor(Bakınız: Güneş’in Kızları 19.bölüm sonrası). Dört işlem mühim. Tabii dört işlem derken Ali ve Selin’in yanına, arasına bulduğunuz herhangi iki elemanı sıkıştırmanızdan bahsetmiyorum.
 
Sahi değdi mi? Kırdığınız kalplere, yaktığınız canlara, yaşattığınız acılara…Gerçekten merak ediyorum. Bak, biz hala aynı yerdeyiz. Anlatsaydık herkes anlamıyormuş demek ki… Bundan 5 yıl, 10 yıl sonra durum farklı mı olacak sanıyorsunuz? Keşke genetik alanına yönelmeseydiniz en başta. Karakterlerde mutasyon yaratma arzunuzu X-Men tarzı bir sektörde değerlendirseydiniz her şey daha sağlıklı olurdu sanki. Bilemedim. Klon Dollymiz vardı. Tatlıydı o. Başka klonlar yaratmaya, hele de aynı dizi içinde hiç gerek yoktu. Her neyse ya…
 
Bu yaranın kapanacağı falan yok. Kimi kandırıyoruz ki… Yaz yine geldi. Bu sefer sizleri yaz gelince hüzünlenen tek insan topluluğu olarak selamlıyoruz. Biz yine öksüzüz. Güzeldik ya biz. Alsel’in peşinden ağlanacak halimize gülerken çok güzeldik. Alselzedeler. Bir çift koca gözle mavi göz peşinde deli divane olanlar. Biz hala aynıyız, hepimiz hastayız. 1 milyon twit atan ve bunu günlerce peş peşe yapan insanlarız en nihayetinde. Acı hala bizim yoldaşımız. Anavatanımız uzay. Büyüye falan da inanmayız. Seçmeli dersimiz kimya. Hepimiz de lise terkiz. Her gün, bir önceki günden daha da çok özlediğimiz birileri var. Ve ne sizin ne de bizim bu konuda yapabileceğimiz hiçbir şey yok.
 
Alsel’in hissettirdiğini hissettirebilen kimse de yok. Arada izlerken keyif aldıkları oluyor insanın da Alsel gibi değil, hayır.
 
18 Haziran 2015…Sonun başlangıcı. Yine Alsel’e hasret, yine Alsel’e özlem. Biz bugün de, bıraktığınız yerdeyiz. Her gün olduğu gibi. Bir gün daha. Bir yıl daha. Burası güzel, iyi esiyor…Ama unutturmuyor…Unutulmuyor…Ali! Selin! Hayalseniz de gerçekseniz de bir şey söyleyeceğim. Ben, özledim sizi.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER