İçerde: Çok yakın ama bir o kadar da uzak!

İçerde: Çok yakın ama bir o kadar da uzak!
Biz ne izledik? Siz ne yapıyorsunuz? O nasıl oynamak? İşte pazartesi akşamımızın bu haftaki genel özetini bu kadar kısa anlatabilirim aslında. 36 hafta sonuna kadar direndik, azmettik ve nihayet Yılmaz brother’ları kavuştuk. Hepimizin gözü aydın daha ne isteyelim!
 
Babası gördüğü adamı korumak adına polis içine sızan ve hayatta en nefret ettiği adamın elinden kardeşini bulmak, intikamını almak için mafya içine sızan iki adamın hikayesinin son kesişim noktasındayız artık. Biri polisliğini feda etmişti diğeri hayatını. Birbirlerini kıskanarak başladılar bu yola en başında. Ortak sevdiklerini korumak için iş birliği de yaptılar kimi zaman. Sonra yeri geldi kıskançlık öfkeye dönüştü. Dövdüler, dövüştüler. Birbirlerini öldürecekleri an geldi. Denediler, çatılardan atladılar. Yine hayatta kaldılar. Birinin ailesini bulma umudu tükenmişti fakat diğerinin ‘Umut’u’ hala vardı. Birbirlerini dövmelere doyamadıkları o çatı tepelerinde Sarp’la beraber hepimiz Umut’umuza kavuştuk nihayet. Artık yüksek müsaadenizle Mert Karadağ ismini lügatımdan fırlatıp atmak istiyorum. Umut Yılmaz huzurlarımızda!
 
Kurgusuyla kafalarımızda bol soru işareti bırakarak bitirdiğimiz 35. bölümün ardından birçok teori, fikir ürettik durduk hafta boyunca. Sarp ve Umut’un hangi zaman aralığında Coşkun’la görüşüp kardeş olduklarını öğrendiğini anlayabilmek için bölümü daha dikkatli bir şekilde izlediğimde olayları çözebildim. Tam tahmin ettiğim gibi her şey Sarp’ın merkezden kaçırılıp silahlanmaya gitmesiyle başladı fakat yine de mantığa uymayan şeyler vardı. Aslında bu sefer mantığa uymamasından çok aşırı zorlama ve seyirciyi kandırmaya yönelik denebilir. Mesela Sarp ve Umut’un polis merkezi önünde birbirlerini baş sallamalarını gören herkes orada kesinlikle kardeş olduklarını bildiklerini düşünür. Ya da Celal’e Coşkun yemi atabilmek için evde Coşkun Umut’u aradığında bizlere ilk kez onu duyuyormuş gibi bir oyun oynamaları fazla kandırma ve zorlama olmuştu. İzleyiciye çaktırmadan 35. bölüm sonunda bir şok yaratmak istediler, başardılar da fakat o sahnelerdeki oyunlardan hoşlanmadım maalesef.
 
Gelelim bu bölüme. Hayatımın en uzun flashback sahnesini izledim sanırım -tam bir saat sürdü!- Hem de flashback içinde flashback’ler ile. Bölüm başında 1 gün öncesine gittiğimizde hepimiz şöyle bir kendimize çeki düzen verdik, büyük buluşmaya hazırladık kabul edelim?

İşin içine ilk olarak organizeden Sema’yı sokarak polisle Sarp’ın arasında bir yol kurulması iyi olmuştu fakat niçin Sema komiser? Yeni müdürle iş birliği daha iyi olurdu. Kusura bakılmasın ama Sema komiser ile olan sahnelere kendimi veremiyorum. Beni aşırı rahatsız eden bir şeyler var onda. Sarp’ın Sema ile olan sahnenin sonunda ‘Beni siz delirttiniz lan!’ çıkışını fazla ve gereksiz bulsam da çok içten haykırmış oluşunu sevdim. Eğer bol ölmeli kalmalı bir final yaparlarsa aynı repliği temsili olarak senaristlere iletmek isterim.

Coşkun yine aynı Coşkun'luğuyla karşımızdaydı. Her zamanki stilini konuşturdu ve Umut’u oradan oraya sürükledi, kendine çekti. Şeytanım Coşkun! Hem suçlu hem güçlü, asla affedilmeyi hak etmeyen bir karakter bu kadar mı sempatik hale getirilir ayıp be? Hastasıyım ya.
 
Asıl efsane kavuşma kısmına gelmeden önce Umut’un da Sarp’ın da o fabrikada dönüp dolaşıp bitmek bilmeyen uzun sahnelerinin izleyici baymaktan başka bir moda sokmadığını söylemeden geçemeyeceğim. 37 bölüm bekledik iki dakika nedir ki diyenler vardır belki, bilemem ama o kadar uzun sahne olamaz yapmayın lütfen! Ama Sarp ve Umut’un babalarının mekanında kardeş olduklarını öğrenme detayı çok iyiydi. Meşhur iki silahıyla yeniden kardeşini alt eden Sarp’ın ortaya çıkışı ve ‘Mert’in’  dünyanın en masum 5 dakikasını istemesiyle başlamıştı artık aylardır beklediğimiz sahne. Sonra buralarda ve ekran başında defalarca kendimizi yırtmamıza sebep olan o anahtar sözcükler döküldü nihayet Umut’un ağzından: ‘Coşkun’a ailemi soracağım. Annemi, abimi…’ Kaç kez demişizdir bu dizi de en büyük problem kimsenin birbiriyle konuşmaması ve bir şey anlatmaması diye. Umut’un bunları demesiyle Sarp’ta bir jeton düştü tabi. İşte tam o saniyeden itibaren tam bir oyunculuk şöleni izledik. Nur yüzlü, mavi gözlü Coşkun reisimiz Umut’un arkasından "Umut'sun sen Mert!" dediğinde ülkece nefes aldık, bir oh çektik nihayet. Her ağladığında iç titreten bir adet Çağatay Ulusoy, konuşmasa dahi sadece mimiğiyle ne demek istediğini anlatabilen, duyguyu izleyiciye misliyle geçiren, bu çocuk gerçekte ne yaşamış da böyle oynayabiliyor acaba diye insanı sorgulatan bir adet Aras Bulut İynemli. İtiraf ediyorum, bu diziye kadar şu iki isime olan ön yargım ve düşüncelerimden dolayı çok utanıyorum. Yaşadığım pişmanlığı tarif edemem. Şimdiyse bir sonraki projelerini sabırsızlıkla beklemeye başladım bile…
 
Umut’un kendini abisinin kollarına bırakması ise sahnenin en can alıcı anıydı bence. Her anı muhteşem yorum ve oyunculuk doluydu. Bugüne kadar yaşadıkları her kavga her kıskançlık tüm kin ve öfkelerinin kayboluşunu izledik. Ardında bıraktığı pişmanlığa şahit olduk her saniyesinde. Sarp’ın ‘Buldum lan seni!’ derken bile aslında aylardır dibinde olan kardeşine sarılmasının ironikliği… Sonra aklına annesinin gelmesi. Seni anneme götürcem dediğinde Umut’un şaşkınlıkla ‘Aa, Füsun teyze benim annem’ deyişiyle bende film koptu işte. Gözümden yaş geldi resmen ama duygusallıktan değil gülmekten. En duygulandığım sahne ise Umut’un beni anneme götür dediği an oldu. O nasıl söyleyiş, nasıl hüzünlü gözler be! İnsafsız İynemli… Çatı tepesinden annelerini izlerken, Füsun’un da o esnada Umut’un fotoğrafını sevmesi. Çok yürek burkan bir durum gerçekten. Çok yakın ama bir o kadar da uzaklar birbirlerine…
 
Neyseki sevgisizlikle büyüyen, yalnızlıkla lanetlendiğini düşünen Umut’un gözlerinin içi gülüyor artık. ‘Ben Umut’um, benim ailem var.’ diye çocuk gibi sevinirken… Ama o gözlerde Celal nefretini de görmek işin en güzel yanı, asıl ihtiyacımız olan zaten. Geçen bölüm sonunda şimdi Celal düşünsün demiştim ama bu nefreti ve öfkeyi gördükten sonra bir kez daha bastıra bastıra söylemek istedim. Şimdi Celal düşünsün, Yılmaz biraderler büyük ayaklandı.
 
Ayaklandılar ve plan bile yaptılar fakat ilk dakikadan golü de yediler aslında. Çok korkuyorum finalde bile kazanan Kebapçı olcak diye!  Oysa Umut taktı kayıt cihazını, Davut yavrum saf, yakaladım sandı Sarp’ı. Celal, Yusuf Müdür’ü öldürdüğünü itiraf edecekti sonra bam bam bam intikam vakti ama Kudret durur mu hiç? Geldi meydan okudu öldü gitti. Hakikaten Uğur Yücel de gitti be! Hayır çok da garip gitti. Oysa ne kadar Kudret’li girmişti, bizi de heyecanlandırmıştı. Neyse o da Nermin’inine kavuştu. Gider ayak Yılmaz’lara da kıyağını yaptı. Tabi Alyanak’ta son şakasını yaptı Kudret’e. Kurnaz çakal hemen tüydü. Davut’tan henüz ses yok hala yaşıyor belli ki. Bu bölüm öleceğini düşünüyordum ben aslında. Bir de cenaze arabası sinyali çakılınca dedim gidici bu Davut. Sarp’ın arabada el freniyle yaptığı şov ve kaza sahnesi de bayağı iyiydi! İyiydi ama keşke Umut diye haykırmasaydı o esnada. Davut, Umut deyişine takılıp Celal’e söylerse olaylar karışır. Gerçi Umut ve Sarp’ın kardeş olduğunu öğrenen ölüyor resmen. Yoksa sıra Davut’ta mı?
 
Fark ettiyseniz yazı boyunca Mert ismini kullanmamaya gayret ettim ve bu inanın çoook keyifliydi. Sonunda bugünleri de gördük. Umut gibi hiperaktif, çabuk parlayan birinin hala Celal’in yanında onun boğazına yapışmamasına ve kendini tutma çabasına hayran kaldım. Bu gayretini haftaya sneak peek’ten gördüğümüz sahnenin devamında da sağlayabiliyordur umarım. Annesinin ve Eylem’in de Umut’a kavuşma anını merakla bekliyorum. Diğer yandan Eylem geçtiğimiz bölüm bir haber yapıp yayınlamıştı. Onun da kokusu nedir, nasıldır? Haftaya görürüz umarım. Zaten bu bölüme dönüp baktığımızda ciddi anlamda ne oldu diye pek bir şey göremiyoruz. Sarp ve Umut hasret giderdi, Kudret öldü. Başkada bir şey olmadı neticede. Finale 3 kala, işler inceldiği yerden kopacak artık. Bu aralar aklıma takılan en büyük soru da haliyle zayiatımızın ne olacağı, kimler olacağı tabii? Çok da üzmeseler bari senarist abiler bizi…
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER