Gelelim Hilal ve Léon’un hikayesine: Önceki bölüm Léon’u koruda bıraktık,
arada akşam mı oldu sabah mı oldu oralar yine bir karmaşık geçti. Bakın gerçekten artık zaman mefhumunu yitiriyorum :) Şu işe bir çözüm
getirilsin, “24” dizisinde olduğu gibi "tik tak tik tak" saat vermeyin ama kafalar
karışıyor öyle gün bir batıp bir doğunca. Çocuk soğukta mı yattı, ayazda mı
kaldı, göğsünde kurşun yarası biçare ne yaptı? Bunları düşünmeyelim lütfen.
Kaldığımız yerden devam edelim. Hilal önce koruya yemek getirerek ablasının
içine kurt düşürdü (bu bir). Sonra Léon “Miteram mektubumu bulmuştur Hilal,
beni öldü zannediyorlardır, o yüzden gitmem lazım” dedi (çocuk biliyor anasını,
kadının özel hayat saygısı yok ki, karış karış her bir yeri didikliyor kadın).
Hilal de önce ufak bir şaşkınlıkla “nereye gideceksiniz?” dedi. “İlk gemiyle
neresi olursa oraya” diyen Léon’a da tuttu “en hayırlısı bu” diye şakıdı. “Bir
roman olsaydı bana kal demen icap ederdi” diye hafiften bozulan Léon’a bizim
rasyonalist kız “lakin değil, kalırsanız başınıza neler geleceği aşikar”
minvalinde güldü. Bakın halen daha güçlü, inatçı ve duygularına yenilmiyor.
Léon, Dostoyevski romanlarının genç erkek karakterleri gibi aslında.
İnsancıklar’da Makar Devuşkin Varvara’yı çok sever. Ezilenler’de ise Vanya
çocukluktan beri birlikte büyüdüğü Nataşa’yı sevmektedir içten içe. Varvara
zaten mazlum bir kızdı. Nataşa ise biraz daha havai, hemen prensin oğluna aşık
oluyor, adeta büyük hayaller peşinde koşuyor. Dostoyevski’nin bu iki romanında
erkeklerin peşinde koştuğu kadınlar maalesef karakter olarak zayıflar… (Ev
Sahibesi için ise aksini söyleyebilirim yani bu nedenle tüm Dostoyevski
romanlarındaki kadın karakterler böyledir diye saçma bir genelleme
yapmayacağım). Hilal ise tam aksine biraz daha dobra, daha çetin ceviz, daha
dan dun konuşabiliyor. Bunu biraz da babasız ve sert koşullar altında büyümüş
olmanın getirdikleri olarak düşünebiliriz.

Sonuç olarak Hilal önce Léon’u “sana bu kadarcık iyiliği de yapmalıyız”
diye zorla Ali Kemal’in yanına götürüyor. Ali Kemal gönülsüzce ikna oluyor Léon
için bir kurtarma planı yapmaya ama Ali Kemal hep sözünün eri. Yani aklı biraz
kıt olan karakter Yıldız’ın düşündüklerinin aksine Ali Kemal gerçekten sözünün
eri, sadık bir çocuk. Ağabey, ailenin babası olmaya çalışmış ama maalesef o da
koşullar gereği ergenliğinde serseri gibi büyümüş ve şimdi de yanlış gidenleri
doğru yola koymak için uğraşıyor. Bir parantez: Ali Kemal, Yıldız’ı çok güzel
seviyor, Yıldız, Ali Kemal’i sevmeyi beceremiyor. Yıldız'ın “tüm hatalarımın
nedeni sensin” derken halen karakterinin altı dolmuyor, dolmadığı gibi herkesi
kullanmaya da bayılıyor. Bunun en büyük göstergelerinden biri de içten içe
Léon’un Hilal’i sevdiğini zaten anlamış olmasına rağmen bile isteye sözleriyle
kız kardeşini iğnelemesi sonra da sanki yeni anlamış gibi kızın suratına
tokadı yapıştırması. Hilal böyle bir ablayı hak etmiyor. Ali Kemal de böyle bir
sevdiceği hak etmiyor. Üstelik kıskançlıktan Hilal’in nereye gittiğini takip
eden Yıldız (bu etti iki), gidip onları Stavros’a ispiyonluyor… Bu neyin
kafası, acaba ne kullanıyor bu kız? Hayır, piyasadan kaldırılsın diye soruyorum.

Aşk sarhoşu olmuşlar da haberleri yok. Meyhanedesiniz anlaşılan bu akşam!
Sonraki safhada Mehmet’in Ali Kemal’e çemkirmesini işitiyoruz; ağabeyini
vuran adamı Ali Kemal nasıl olur da kurtarmaya razı olur! Yani burada hep bir tutarsızlık
var diyorduk, bunca zamandır biliyordu da ağabeyini öldürdüğünü niye Léon’u
öldürmedi vesaire, vesaire. Eline fırsat geçmedi çünkü. Hep gözler önündeydi
Léon. Şimdi ise tam da hain olarak arandığını duyduğu bir anda kalkıp Léon’u
öldürürse, “kim bu haini öldürdü” diye Yunan ordusunun katili aramayacakları
aşikar. Dolayısıyla hamle doğru bir hamle. Beyefendiler kavga dövüş ede dursun,
bir de ağız dalaşına girdiler mi tamamdır: Biraz daha güçlü basman kafi o
tetiğe ki elinde ölü bir teğmen olsun! :) Tam bunu diyor ve Hilal Küçük Hanım
sahneye giriyor, Karamazov kardeşlerdeki bir nevi Gruşenka bir nevi Katerina
dobralığıyla diyor ki Mehmet’e “Seviyorum onu!”. Bakınız Léon aşk sarhoşu,
arkadan gülümsüyor, kendine gelemiyor küçük bey, kafa önüne eğik gülümseyerek
kaldı öyle. Arada Mehmet’e “Hilal benim artık duydun mu!” bakışı atmak dışında
bırakıyor Hilal konuşsun çünkü hastanenin önünde Mehmet’e attığı nefret dolu
bakışın karşılığı artık zafer dolu bakışa dönüşmüş. Mehmet’in de Hilal’e
duyguları varmış meğer: aynı topraklara aynı denizlere bakıp aynı duaları
ettiğini düşündüğü Hilal, o Hilal değilmiş. Sahneden çekiliniz lütfen Mehmet
Bey.

O nasıl bir “neden?” demektir öyle ^_^
Yine bir teknik ayrıntı: Boran’ın bu esnada Léon’un ağzından “Sen de gel,
birlikte gidelim. Harbi, (Harbi, Smyrni’yi geride bırakalım he (Fransızlar gibi
hein)?” demesine bakınız. Tonlamalar çok harika değil mi ^_^ Aklıma gerçekten
de Yunan arkadaşlarım Tania ve Yannis geliyor bu çocuğun bu aksanını işittikçe,
çok inandırıcı çünkü. Bir de Hilal gelemem deyince “Neden?” demesine de bittik
son tahlilde ^_^ Vallahi ben burada İkinci Mağlubiyet’i ilan ettim sayın
seyirciler. Öyle öpüş koklaş sahnelere gerek yok, asıl mağlubiyet burada
başladı.

Hükmen mağlubuz arkadaşlar. Bu maçta hükmen mağlubuz.
Yine de tabii vedalaşmayı atlayamayız. Léon’un “Sana mektup yazabilir miyim?”
sorusu ile Andreas Tzakis’in (Tzakis mi Akis mi ben halen çözemedim) kim
olduğunu öğrenen Hilal aşık kapışmalarını sonunda anladı. “Beni bekler misin?”
diye soran aşığına da “peki ya sen beni?” diye sordu. Aşka mağlup olan bu gençler, bizdeki Türk roman karakterlerinden ziyade
Rus edebiyatının güzeller güzeli aşıklarına benziyorlar tam da şu nedenlerle:
Daha edebi, birbirini keşfetmeye, dış güzelliğine fazla takılmadan
yaptıklarıyla hareketleriyle birbirini vuran iki genç insan var en nihayetinde.
Kelimelerle atışıyorlar. Çok yakında da birbirlerinin vatanı olacaklar belli
ki.
Bölüm Sonrası Merak Ettirenler:
- Umuyorum
yakın zamanda Ali Kemal’in Dimitris
kimliğine giriş yapacağız yoksa Veronika daha çok süründürülecek. Kadın
önce Léon’un hapsedilmesi ve vatan hainliği ile bedbahtlığa sürüklenecek sonra
da oğlunun bir Türk olarak yetiştirildiğini duyduğunda duyguları felce
uğrayacak.
- Léon hapiste işkence mi görecek, konuşturulacak mı ve tam olarak silahların gidişi
nasıl açıklanacak? Cevdet bu konuyla ilgili bir çözüm yaratmaya çalışacak mı?
- Şu anda Hilal’in Léon’u sevdiğini birinci
ağızdan Mehmet öğrendi. Yıldız zorlayarak öğrendi. Ali Kemal artık dolaylı
yoldan anladı. Yani gençlerin çoğunluğu öğrendi. Öyleyse çalsın sazlar, dans
dans dans! Şaka bir yana, gençlerin durumu öğrenmesiyle bu durum Yüzbaşı
Yakup’un kulağına da gidecek mi?
- Mebus Rıza Bey içerde mi? Yani bizden mi, yoksa bizimkilere oyun mu
oynuyordu? Mirliva ne yaptı da bu adamı kutlama gecesine getirdi?