Kiralık Aşk repliklerin büyüsü 7: Kışın ardı bahardır

33 bölüm koltukta bebek gibi uyuyan efsane yakışıklı, cillobistan başkonsolosu, esmerlerin şahı olan Sinyor İplikçi’nin yanına güzelliği dillere destan, ayın ve güneşin şavkı bir peri kızının gelmesiyle başlar. Usulca sokulurlar birbirlerine. Evrenin o an da donsam keşke dediği büyülü bir atmosferle sözcükler dile gelir “Biraz böyle dursak. Bu güne başlamadan buna ihtiyacım var. Acaba gitmesen mi? Kafan çok bozuk kendine izin versen? Yok yok Defne asıl bu gün gitmem lazım. Öyle oturup üzülme zamanı değil. Sorunla yüzleşmek zorundayız. Ne bileyim kaçsan mesela biraz? Ben mesela küçükken kabahat falan işlediğimde hemen toz olurdum. Huylu huyundan vazgeçmez diyorsun. Bu taş banaydı değil mi? Ama hak ettim ben. Biz ne zaman böyle uyanacağız Defne. Aklımızda sorular olmadan, böyle hesap yapmadan ne bileyim dertsiz, tasasız. Uyanacağız, belki sen şimdi bana inanamıyorsundur ama ben biliyorum inanıyorum uyanacağız. “ Güliz Ayla’nın “Olmazsan olmaz büyümez çiçeklerim toprağım havalanmaz kurur gider bahçelerim"  ezgisi eşliğinde çaylar, kahveler karşılıklı doldurulur ve kahvaltı yapılır. Sonra iş için hazırlanılır. Allah’ım nasıl da hayran olunası bir çift. Boşuna değil bizim bunca sevgimiz. Boşuna değil adımızın huniliğe çıkması. Her bir ayrıntıları birbirlerini tamamlasın diye yaratılmış sanki. Çok güzeller, çok özeller ve ben kelimelerin kifayetsiz kalacağı kadar çok özledim. Yarım kalmasaydık iyiydi…
 
Gelişinin mutlak bir amaca hizmet edeceğini anlayıp neden kaybolup gittiğini anlayamadığım Eymen’den hayatta kalma kuramı “Çok istediğiniz bir şeyi almak için hiç istemediğiniz bir şeyi yaşamak zorundasınız. Akıllı olan istediğini almak için istemediği bir şeyi bir süreliğine de olsa yaşamayı seçer. Ama daha akıllı olan istemediği şeyi tam da istediği şey haline çevirir.” Subliminal en bir sevdiğimiz Meriç Acemi klasiği. Bizi bu havalardaki subliminal mesajlar mahvetti.
 
Ömer Passionis’in kurtuluşu için bir karar vermek zorundadır. İçinde bulunduğu kara bulutları dağıtmak üzere hayatının ekvator çizgisi olan Defne’sine gider. Bakınca insana kendini iyi hissettiren aydınlık yüzüyle Defne Ömer’i karşılar. “Nasılsın? Nasıl görünüyorum? Üzgün, yorgun, düşünceli bir yandan da çok şahane tabii… Bir çıkış yolu var aslında. Tabii çıkış denirse! Ama sen ordan çıkmak istemiyorsun? Korkunç bir teklif, olacak gibi değil. Başka her türlüsü de uçurum. En azından bunda bir ihtimal var da hesabını verebilir miyim kendime onu bilmiyorum. Naparsan yap doğru olacağını biliyorum. Ne güzel güldürdüm seni. Sen hep gül böyle tamam mı? Her şey iyi olacak. Ben kendimden biliyorum. Sen bana böyle güldüğün zaman sorunlarım eriyip gidiyor. Gitmese de ben öyle hissediyorum. Ne iyi geldin bana. Keşke bütün gün burda dursam. Sen halledersin sana güveniyorum.” Ömer Deniz’in teklifini kabul eder. Belki de hayatındaki en büyük kırılmayı yaşar. Geçimini sağladığı çalışanları için yapmak zorunda kaldığı şey, içinde barındırdığı büyük yüreğinin eseridir.
 
Ömer’i yemekten önce içilen kahvenin zararlı olduğuna ikna eden Defnem cansın ve çok tatlısın. Doğal olarak Ömer İplikçi de senin kuzun. :) Bahar pilavı eşliğinde içimizde ki bahar çiçeklerini açtıran Defnem ve Ömer konuşurlar."Nerede senin güzel yüzün. Eline sağlık. Passionis için çizmiyorum Defne. Nasıl ya o ne demek? Tramba’nın bir teklifi oldu. Bahar koleksiyonunu ben hazırlarsam ihtiyacımız olan nakiti sağlayacaktı. Ben de işte kabul ettim çiziyorum. Olmaz. Şirketi kurtarmak için Tramba’nın patronun konumunda olması ağrına gitmiyor mu? Gurur yapacak lüksüm yok Defne. Bunu yapmak zorundayım. Sorumlu olduğum insanlar var onları yüzüstü bırakamam. Sen nasıl bir insansın”  Hayran olunacak kadar yüce gönüllü bir insan Sinyor İplikçi.
 
Defne alışkın olmadığı yeni ev düzeninden sıkılınca ya da onun deyimiyle konuşamamaktan şişince Ömer’den izin alarak çekirdek takımını davet eder. Beni her defasında kahkahaya boğan Nihan Ömer buluşması replikleri yaşanır. “Bir şey soracağım siz biz gelcez diye mi bu haldesiniz? Pardon anlamadım? Pardon diyor ya ne güzel laflar bunlar. Hayır. Buyur da diyebilirdiniz, hı falan da diyebilirdiniz. Ama beyefendisiniz. Ev hali için bayağı şıksınız da? Misal benim babam evde donla gezerdi? :) Bunu hiç düşünmedim. Teşekkür ederim. Mesela bizde nerede böyle dizi çıkmış eşofman, efendime söyleyeyim yer bezine beş kalmış tişört ev halimiz hep böyle. Ama siz maşallah…”:)
 
Şimdi şuraya bir manzara çizmek istiyorum. Sıkıştığı çetrefilli durumdan kurtulmak için tek çaresi düşmanının parası olan, üstüne giydiği insanlık gömleğiyle bu zor duruma kafa tutan bir altın kalpli prens. Onu çalışırken sessizce ve hayranlıkla izleyen kendi sihirli elinin farkında olmayan, kızıl saçlarının ve tertemiz yüreğinin büyüsüyle elindeki ansiklopedinin ardında uyuya kalan bir peri kızı. Dünyası bildiği adama uyurken bile destek olan ruhu hep çocuk kalan bir kadın. Hayranlığın aşkla çok ilgisi olduğunu bilerek ilhamını uyandırmamak için usulca seyreyleyen bir adam. Sadece dünya da o varmış gibi bakan kömür gözler. Nasıl manzara resmi ama sizce de oldukça etkileyici değil mi? Bu manzarayı efsunlanmış gibi büyük bir tutkuyla izleyen yüzlerce AŞKA AŞIK YÜREK.
 
Defne sihirli dokunuşunu bu kez Yasemin için yapar. "Yasemin hanım bazen kendimizi tanıdığımızı sanırız. Kalbimizin kime ait olduğunu bildiğimizi zannederiz. Ama işte bir şey, biri gelir aklımızı çeliverir. Bu ne demek şimdi? Bazı şeyleri kendinize itiraf etseniz iyi olur. Hem kimsenin de canı yanmamış olur. Böyle delikanlı gibi söylersin bilir. Anladım haklısın Defne.” Bu konuşmanın ardından gelen İso konuşması ile birlikte Yasemin ve İsmail serüveni tarihin tozlu raflarında ki yerini alır. İnsan bazen nefesi yettiği kadar değil kaderi izin verdiği kadar âşık olabiliyormuş. Ömürlük bir aşk dilerken, istemesen de başına geleni kabul etmeyi öğretiyor hayat insanoğluna. Olmayınca olmuyor işte zorlamanın, inkâr etmenin kimseye bir faydası dokunmuyor. Hayat işte öğretmek üzere kurmuş düzenini.
 
Ömer’in mutluluk hormonu salgılamasının tek sebebi olan Defne’sinden gelen yemek mesajlarından sonra yüzü biraz gülmeye başlar. Şirket çalışanları zor durumda olan Passionis için ellerinden ne geliyorsa yapmak üzere Sinan ve Ömer ile konuşurlar. Bir işveren yatırımını ve birikimini insandan yana yaparsa kaybetmesi söz konusu bile değildir. O işverenin gönül bağı kurduğu çalışanlarıyla kazandığı parıltı her daim ışıldamaya devam eder. Şartlar ne olursa olsun karşılıklı duyulan vefa ve iyi niyet tohumundan çıkıp meyvesini vermeyi bir aile gibi davranmayı da beraberin de getirir. İnsan biriktirenlerin kazandığı bir evren de yaşamaktadır masalımız. İşte bu insani duyguları iliklerimize kadar hissetmemize vesile olduğu için bir kez daha İYİ Kİ KİRALIK AŞK İYİ Kİ MERİÇ ACEMİ.
 
Ömer çizimlerini Deniz’e götürür. Deniz’in egosu yaşadığı mutluluğun tadını çıkarmak için uzattıkça uzatır. Niyeti aklınca soktuğu hançeri çevirip acının katsayısını arttırmaktır. Unuttuğu ise karşısın da olanın Ömer İplikçi olduğudur. Özellikle bu devre ayna tutacak replikler armağan edilir bizlere. “Yazık sana ya hakikaten. Şu durduğun yer çok acıklı. Kendime değil sana acıyorum ha. Psikolojide yansıtma dediğimiz şey. Ömer senin acını ne acıtıyor biliyor musun? Sen kendini çok ciddiye alıyorsun. Benim canımı acıtan bir şey yok rahat ol. VİCDAN YASTIĞINDA YATIYORUZ BİZ YUMUŞACIK. " Anlık zevklere kanıp karşındaki dehayı küçümsersen sonunun hüsran olması da kaçınılmaz bir gerçektir.
 
Bizim asansör aşıkları milli mekanlarında karşılaşırlar. “Naber? İyi senden? İyi ben de. Noldu ki? Sen bugün evden böyle mi çıktın? Evet. Niye ki? Çok iyi yani güzel çok güzel… Teşekkür ederim. Çok güzel… Nereye gidiyorsun ya daha gelmedik? Ben biraz yürüsem iyi olacak.”  Ömercim çok haklısın insanın karşısında böyle bir güzellik olunca tutulup kalıyor. Bir insana her giydiği yakışır mı sevgili gönüldaşlarım? Hani çuval bile giyse parıldar derler ya işte öyle. Gerçi gelecek de çuvala eş değer giydirmişlikleri olacak kızıl Sonyamızı ama. İnsan DEFNE TOPAL & ELÇİN SANGU olunca ne giydirilse giydirilsin ışıltısından hiçbir şey eksilmiyor. Zaten bizim esmerlerin şahı olan prensimize de ancak böyle bir prenses yakışırdı. Uyumun, ahengin, ruh birliğinin yekvücut bulmuş halidir kendileri.
 
Hayırlısıyla geri gelmemek üzere İz gider. İz ve Ömer maziye ait eski bir anı olarak kaybolur. Ömer’in hiç kimseye Defne’sine baktığı gibi bakamayacağını sırasıyla herkes öğrenecektir.  Defne elinde çiçeklerle kimseye haber vermeden evin yolunu tutar.
 
Deniz tasarımları üretemeyeceğini anlayınca hışımla Passionis’e gelir. Ömer, Sinan ve Deniz arasında sonu bir Ömer İplikçi atasözü der ki? Şeklinde gelişen konuşmalar yaşanır. "Senin bu güzel ortağın var ya bana üretemeyeceğim ayakkabılar çizmiş. Ömer öyle mi? Öyle öyle siz bir rakam söyleyin üretime de başlayın. Olmaz? Anlamadım?  Hayır diyorum kabul etmiyoruz. Ben senin çizdiğin ayakkabıları üretemem. Üretme sen bilirsin?  Ben o çizimlere dünyanın parasını akıttım. Taramba bu bahar onlarla çıkacak. Zor durum tabii bir düşününce… Napıcam ben? Valla naparsan yap. Ömer şimdi bunlar benim elide mi kalıcak? Napıcak elinde mi kalıcak Ömer? Kalsın anı olarak saklarsın üzülme bu kadar.  Biz adamdan parayı aldık adam bizden bir şey alamadı. AYYAR TİLKİ ARD AYAĞINDAN TUTULUR kardeşim geçmiş olsun.”
 
Ömer her yeri arar ama Defne’sini bulamaz. Elinde ki sarı laleleri vazoya yerleştirirken içini kaplayan Ya yine gittiyse, beni yine terk ettiyse düşüncesiyle ardı ardına DEFNE diye büyük bir çaresizlikle bağırır. Sessizlik onunla konuşmaz ve evin her santimetre karesine hüzün yayılır. Ömer’in ruhunu sisli buhran bulutları kaplarken birden çiçeklerin arasından Defnemin sesi duyulur; ÖMER. Gece güne döner, ay yerini güneşe bırakır. Tüm sisli buhran bulutları dağılıp yerini gökkuşağına teslim eder. Yaşam Ömer’in tüm hücrelerin de tekrar yeşermeye başlar. Tıpkı kışın ardından gelen bahar gibi…  

Ömer’in yüreğine de baharın tüm cemreleri düşmüştür. Gitmemiştir, onu terk etmemiştir. Defne artık Ömer’in yüreğinin içinde, vazosunda ki yerini hiçbir koşulda bırakmayacak o sarı lalelerdir.

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER