33 bölüm koltukta bebek gibi uyuyan efsane yakışıklı,
cillobistan başkonsolosu, esmerlerin şahı olan Sinyor İplikçi’nin yanına güzelliği
dillere destan, ayın ve güneşin şavkı bir peri kızının gelmesiyle başlar.
Usulca sokulurlar birbirlerine. Evrenin o an da donsam keşke dediği büyülü bir
atmosferle sözcükler dile gelir “Biraz böyle dursak. Bu güne başlamadan
buna ihtiyacım var. Acaba gitmesen mi? Kafan çok bozuk kendine izin versen? Yok
yok Defne asıl bu gün gitmem lazım. Öyle oturup üzülme zamanı değil. Sorunla
yüzleşmek zorundayız. Ne bileyim kaçsan mesela biraz? Ben mesela küçükken
kabahat falan işlediğimde hemen toz olurdum. Huylu huyundan vazgeçmez diyorsun.
Bu taş banaydı değil mi? Ama hak ettim ben. Biz ne zaman böyle uyanacağız Defne.
Aklımızda sorular olmadan, böyle hesap yapmadan ne bileyim dertsiz, tasasız.
Uyanacağız, belki sen şimdi bana inanamıyorsundur ama ben biliyorum inanıyorum
uyanacağız. “ Güliz Ayla’nın “Olmazsan olmaz büyümez çiçeklerim toprağım
havalanmaz kurur gider bahçelerim" ezgisi
eşliğinde çaylar, kahveler karşılıklı doldurulur ve kahvaltı yapılır. Sonra iş
için hazırlanılır. Allah’ım nasıl da hayran olunası bir çift. Boşuna değil
bizim bunca sevgimiz. Boşuna değil adımızın huniliğe çıkması. Her bir
ayrıntıları birbirlerini tamamlasın diye yaratılmış sanki. Çok güzeller, çok
özeller ve ben kelimelerin kifayetsiz kalacağı kadar çok özledim. Yarım
kalmasaydık iyiydi…
Gelişinin mutlak bir amaca hizmet edeceğini anlayıp neden
kaybolup gittiğini anlayamadığım Eymen’den hayatta kalma kuramı “Çok
istediğiniz bir şeyi almak için hiç istemediğiniz bir şeyi yaşamak
zorundasınız. Akıllı olan istediğini almak için istemediği bir şeyi bir
süreliğine de olsa yaşamayı seçer. Ama
daha akıllı olan istemediği şeyi tam da istediği şey haline çevirir.”
Subliminal en bir sevdiğimiz Meriç Acemi klasiği. Bizi bu havalardaki
subliminal mesajlar mahvetti.
Ömer Passionis’in kurtuluşu için bir karar vermek
zorundadır. İçinde bulunduğu kara bulutları dağıtmak üzere hayatının ekvator
çizgisi olan Defne’sine gider. Bakınca insana kendini iyi hissettiren aydınlık
yüzüyle Defne Ömer’i karşılar. “Nasılsın? Nasıl görünüyorum? Üzgün, yorgun,
düşünceli bir yandan da çok şahane tabii… Bir çıkış yolu var aslında. Tabii
çıkış denirse! Ama sen ordan çıkmak istemiyorsun? Korkunç bir teklif, olacak
gibi değil. Başka her türlüsü de uçurum. En azından bunda bir ihtimal var da
hesabını verebilir miyim kendime onu bilmiyorum. Naparsan yap doğru olacağını biliyorum. Ne
güzel güldürdüm seni. Sen hep gül böyle tamam mı? Her şey iyi olacak. Ben
kendimden biliyorum. Sen bana böyle güldüğün zaman sorunlarım eriyip gidiyor.
Gitmese de ben öyle hissediyorum. Ne iyi geldin bana. Keşke bütün gün burda
dursam. Sen halledersin sana güveniyorum.” Ömer Deniz’in teklifini
kabul eder. Belki de hayatındaki en büyük kırılmayı yaşar. Geçimini sağladığı
çalışanları için yapmak zorunda kaldığı şey, içinde barındırdığı büyük
yüreğinin eseridir.
Ömer’i yemekten önce içilen kahvenin zararlı olduğuna ikna
eden Defnem cansın ve çok tatlısın. Doğal olarak Ömer İplikçi de senin kuzun. :) Bahar pilavı eşliğinde
içimizde ki bahar çiçeklerini açtıran Defnem ve Ömer konuşurlar."Nerede senin güzel yüzün. Eline sağlık. Passionis için çizmiyorum Defne. Nasıl
ya o ne demek? Tramba’nın bir teklifi oldu. Bahar koleksiyonunu ben hazırlarsam
ihtiyacımız olan nakiti sağlayacaktı. Ben de işte kabul ettim çiziyorum. Olmaz.
Şirketi kurtarmak için Tramba’nın patronun konumunda olması ağrına gitmiyor mu?
Gurur yapacak lüksüm yok Defne. Bunu yapmak zorundayım. Sorumlu olduğum
insanlar var onları yüzüstü bırakamam. Sen nasıl bir insansın” Hayran olunacak kadar yüce gönüllü bir insan
Sinyor İplikçi.
Defne alışkın olmadığı yeni ev düzeninden sıkılınca ya da
onun deyimiyle konuşamamaktan şişince Ömer’den izin alarak çekirdek takımını
davet eder. Beni her defasında kahkahaya boğan Nihan Ömer buluşması replikleri
yaşanır. “Bir şey soracağım siz biz gelcez diye mi bu haldesiniz? Pardon anlamadım? Pardon diyor ya ne güzel
laflar bunlar. Hayır. Buyur da diyebilirdiniz, hı falan da diyebilirdiniz. Ama
beyefendisiniz. Ev hali için bayağı şıksınız da? Misal benim babam evde donla
gezerdi? :) Bunu hiç düşünmedim. Teşekkür ederim. Mesela
bizde nerede böyle dizi çıkmış eşofman, efendime söyleyeyim yer bezine beş
kalmış tişört ev halimiz hep böyle. Ama siz maşallah…”:)
Şimdi şuraya bir manzara çizmek istiyorum. Sıkıştığı
çetrefilli durumdan kurtulmak için tek çaresi düşmanının parası olan, üstüne
giydiği insanlık gömleğiyle bu zor duruma kafa tutan bir altın kalpli prens.
Onu çalışırken sessizce ve hayranlıkla izleyen kendi sihirli elinin farkında
olmayan, kızıl saçlarının ve tertemiz yüreğinin büyüsüyle elindeki
ansiklopedinin ardında uyuya kalan bir peri kızı. Dünyası bildiği adama uyurken
bile destek olan ruhu hep çocuk kalan bir kadın. Hayranlığın aşkla çok ilgisi
olduğunu bilerek ilhamını uyandırmamak için usulca seyreyleyen bir adam. Sadece
dünya da o varmış gibi bakan kömür gözler. Nasıl manzara resmi ama sizce de oldukça
etkileyici değil mi? Bu manzarayı
efsunlanmış gibi büyük bir tutkuyla izleyen yüzlerce AŞKA AŞIK YÜREK.
Defne sihirli dokunuşunu bu kez Yasemin için yapar.
"Yasemin hanım bazen kendimizi tanıdığımızı sanırız. Kalbimizin kime ait
olduğunu bildiğimizi zannederiz. Ama işte bir şey, biri gelir aklımızı
çeliverir. Bu ne demek şimdi? Bazı şeyleri kendinize itiraf etseniz iyi olur.
Hem kimsenin de canı yanmamış olur. Böyle delikanlı gibi söylersin bilir.
Anladım haklısın Defne.” Bu konuşmanın ardından gelen İso konuşması ile
birlikte Yasemin ve İsmail serüveni tarihin tozlu raflarında ki yerini alır.
İnsan bazen nefesi yettiği kadar değil kaderi izin verdiği kadar âşık
olabiliyormuş. Ömürlük bir aşk dilerken, istemesen de başına geleni kabul
etmeyi öğretiyor hayat insanoğluna. Olmayınca olmuyor işte zorlamanın, inkâr
etmenin kimseye bir faydası dokunmuyor. Hayat işte öğretmek üzere kurmuş düzenini.
Ömer’in mutluluk hormonu salgılamasının tek sebebi olan
Defne’sinden gelen yemek mesajlarından sonra yüzü biraz gülmeye başlar. Şirket
çalışanları zor durumda olan Passionis için ellerinden ne geliyorsa yapmak
üzere Sinan ve Ömer ile konuşurlar. Bir işveren yatırımını ve birikimini
insandan yana yaparsa kaybetmesi söz konusu bile değildir. O işverenin gönül
bağı kurduğu çalışanlarıyla kazandığı parıltı her daim ışıldamaya devam eder.
Şartlar ne olursa olsun karşılıklı duyulan vefa ve iyi niyet tohumundan çıkıp
meyvesini vermeyi bir aile gibi davranmayı da beraberin de getirir. İnsan
biriktirenlerin kazandığı bir evren de yaşamaktadır masalımız. İşte bu insani
duyguları iliklerimize kadar hissetmemize vesile olduğu için bir kez daha İYİ
Kİ KİRALIK AŞK İYİ Kİ MERİÇ ACEMİ.
Ömer çizimlerini Deniz’e götürür. Deniz’in egosu yaşadığı mutluluğun tadını
çıkarmak için uzattıkça uzatır. Niyeti aklınca soktuğu hançeri çevirip acının
katsayısını arttırmaktır. Unuttuğu ise karşısın da olanın Ömer İplikçi
olduğudur. Özellikle bu devre ayna tutacak replikler armağan edilir bizlere. “Yazık
sana ya hakikaten. Şu durduğun yer çok acıklı. Kendime değil sana acıyorum ha.
Psikolojide yansıtma dediğimiz şey. Ömer senin acını ne acıtıyor biliyor musun?
Sen kendini çok ciddiye alıyorsun. Benim canımı acıtan bir şey yok rahat ol.
VİCDAN YASTIĞINDA YATIYORUZ BİZ YUMUŞACIK. " Anlık zevklere kanıp
karşındaki dehayı küçümsersen sonunun hüsran olması da kaçınılmaz bir
gerçektir.
Bizim asansör aşıkları milli mekanlarında karşılaşırlar. “Naber? İyi senden? İyi ben de. Noldu ki? Sen bugün evden böyle mi çıktın? Evet.
Niye ki? Çok iyi yani güzel çok güzel… Teşekkür ederim. Çok güzel… Nereye
gidiyorsun ya daha gelmedik? Ben biraz yürüsem iyi olacak.” Ömercim çok haklısın insanın karşısında böyle
bir güzellik olunca tutulup kalıyor. Bir insana her giydiği yakışır mı sevgili gönüldaşlarım?
Hani çuval bile giyse parıldar derler ya işte öyle. Gerçi gelecek de çuvala eş
değer giydirmişlikleri olacak kızıl Sonyamızı ama. İnsan DEFNE TOPAL & ELÇİN
SANGU olunca ne giydirilse giydirilsin ışıltısından hiçbir şey eksilmiyor.
Zaten bizim esmerlerin şahı olan prensimize de ancak böyle bir prenses
yakışırdı. Uyumun, ahengin, ruh birliğinin yekvücut bulmuş halidir kendileri.
Hayırlısıyla geri gelmemek üzere İz gider. İz ve Ömer maziye
ait eski bir anı olarak kaybolur. Ömer’in hiç kimseye Defne’sine baktığı gibi
bakamayacağını sırasıyla herkes öğrenecektir.
Defne elinde çiçeklerle kimseye haber vermeden evin yolunu tutar.
Deniz tasarımları üretemeyeceğini anlayınca hışımla
Passionis’e gelir. Ömer, Sinan ve Deniz arasında sonu bir Ömer İplikçi atasözü
der ki? Şeklinde gelişen konuşmalar yaşanır. "Senin bu güzel ortağın var ya
bana üretemeyeceğim ayakkabılar çizmiş. Ömer öyle mi? Öyle öyle siz bir rakam
söyleyin üretime de başlayın. Olmaz? Anlamadım?
Hayır diyorum kabul etmiyoruz. Ben senin çizdiğin ayakkabıları üretemem.
Üretme sen bilirsin? Ben o çizimlere
dünyanın parasını akıttım. Taramba bu bahar onlarla çıkacak. Zor durum tabii
bir düşününce… Napıcam ben? Valla naparsan yap. Ömer şimdi bunlar benim elide
mi kalıcak? Napıcak elinde mi kalıcak Ömer? Kalsın anı olarak saklarsın üzülme
bu kadar. Biz adamdan parayı aldık adam
bizden bir şey alamadı. AYYAR TİLKİ ARD AYAĞINDAN TUTULUR kardeşim geçmiş
olsun.”
Ömer her yeri arar ama Defne’sini bulamaz. Elinde ki sarı
laleleri vazoya yerleştirirken içini kaplayan Ya yine gittiyse, beni yine terk
ettiyse düşüncesiyle ardı ardına DEFNE diye büyük bir çaresizlikle
bağırır. Sessizlik onunla konuşmaz ve evin her santimetre karesine hüzün
yayılır. Ömer’in ruhunu sisli buhran bulutları kaplarken birden çiçeklerin
arasından Defnemin sesi duyulur; ÖMER. Gece güne döner, ay yerini
güneşe bırakır. Tüm sisli buhran bulutları dağılıp yerini gökkuşağına teslim
eder. Yaşam Ömer’in tüm hücrelerin de tekrar yeşermeye başlar. Tıpkı kışın
ardından gelen bahar gibi…
Ömer’in yüreğine de baharın tüm cemreleri düşmüştür.
Gitmemiştir, onu terk etmemiştir. Defne artık Ömer’in yüreğinin içinde,
vazosunda ki yerini hiçbir koşulda bırakmayacak o sarı lalelerdir.
Yazı devam ediyor...