Aşk, üç kelimeden oluşan
hayatın en zor şeylerinden biri... Siz hiç aşık oldunuz mu? Siz hiç doğmamış
bebeğinizden sevdiğiniz adam için vazgeçer miydiniz? Siz hiç sevdiğiniz kadın
için kurşunların önüne öleceğinizi bile bile atar mıydınız kendinizi? Ayşegül
ve Poyraz birbirlerini o kadar çok seviyorlardı ki, birbirleri için her şeyi
yapmaya hazırlardı.
Poyraz, hayatında hep mutsuz
olandı. sevdikleri onu bir bir bırakmıştı. Ama o hayata tutundu, evlendi minik
bir oğlu oldu Sinan adında "Dünyanın en güzel Sinan'ı". Zorlu bir
boşanmadan sonra, eski kayınpederi onunla uğraşmaktan hiç vazgeçmedi. Poyraz
iftiraya uğradı ama asla pes etmedi. Onun için oğlu her şeyden önemliydi, bütün
dünya onun üzerine geliyordu ama o oğlu için yaşıyordu. Bir gün yine oğlunu
görmek için yollara düşüp peşine herkesi taktı ve dünyanın en güzel Ayşegül’üyle
tanıştı. Tanışmaları pek öyle romantik bir tanışmaydı diyemeyiz ama Ayşegül
Umman ve Poyraz Karayel'e yakışan bir tanışma tarzıydı... İlk günden başlarına
gelmedik şey kalmamıştı, karakolluk olmuşlardı. Aslında, bütün hikaye boyunca
böyle olacağını nerden bilebilirdik ki? Ayşegül, bir babanın oğlu için her şeyi
yapabileceğini görünce çok etkilenmişti, çünkü kendi babası "Bütün
İstanbul’a baba olmuştu ama bir tek kendi çocuklarına baba olamamıştı”.
Poyraz'ın bu yanı Ayşegül’ü çok etkilemişti ki, tanımadığı bir adamın serbest
bırakılmasını sağlamıştı.
Geçen o zaman içinde
birbirlerine bağlanmışlardı. Her ne kadar inkar etseler de öyleydi.
Yaşamadıkları şey kalmamıştı, ama Ayşegül Poyraz’a oğlu konusunda hep yardımcı
olup destek çıkmıştı. Aslında kendisinin haberi yoktu ama dünyanın en güzel
Sinan'ı büyük bir aşkın başlangıcına sebep olmuştu. Ayşegül Poyraz'ın ona olan
sevgisini bir hissin duygunun çok ötesinde, elle tutulan gözle görülür bir
şekilde tanımlamıştı, Poyraz ise Ayşegül’ü şiir gibi anlatırdı bir yabancıya.
Onların başına binbir türlü
bela gelmişti, onlar hiçbir zaman birbirinden vazgeçmemişlerdi, aksine birbirlerine
daha sıkı bağlandılar her ayrılıkta. Onların aşkı çok güçlü olanlardan,
hatırlayın, Ayşegül Poyraz’ın babasının yanında çalıştığını öğrendiğinde adeta
bir kıyamet kopmuştu, ama yine birleştiler, Sema'ya, Bahri'ye oyun oynayan bir
çift izledik biz. Ayşegül için, babasından daha çok sevdiği Bahri babayı
zamanında polise ihbar etmişti Poyraz... Sonra Ayşegül, kardeşini Adil Topal’ın
yani Poyraz’ın babasının öldürttüğünü öğrendi, kopacaklarına, ayrılacaklarına
daha da kenetlendiler birbirlerine, Ayşegül, kardeşinin katilini babasından
saklayacak kadar, babasına yalan söyleyecek kadar çok seviyordu Poyraz’ı. Hatta
doğmamış bebeğinden vazgeçecek kadar çok sevmişken Poyraz’ı, nasıl olur da, ona
bir şey olmasın diye kurşuna giden, ölüme giden Poyraz'ın "ölümünden"
sonra Çınar'la evlenir?
Uzun bir süre çok kızgındım ben
Ayşegül’e ama sonra anladım, Ayşegül sağlıklı düşünemiyordu, kefeni açmıştı ya,
"Dünyanın en ölü Poyraz’ını" orada görmüştü ya, akli dengesi kaybolmuştu.
Poyraz iliklerine öyle işlemişti ki, "Toprağa giren Poyraz’dı ama ölen
Ayşegül'dü". Tutunmak istedi, hayatı boyunca onu bırakıp gidecek diye
evine bile bir kedi almayan Ayşegül, Poyraz’a tutunmuştu ama o da yoktu artık,
çareyi Çınar'da bulmuştu. Çınar'ın onu sorgulamaması, ona sahip çıkması aslında
çok güzel bir şeydi ama, hiçbir zaman Ayşegül, bu evliliğe, Ayşegül, gözüyle
bakmadı, öyle bakmadı ki, öyle Poyraz’ı seviyordu ki, gerçek anlamda karı koca
olmamışlardı bile. Ayşegül, Ayşegül Sayguner olmaya daha alışamamışken
karşısına Poyraz çıktı, korktu, delirdiğini sandı ama sevmişti halen de çok
seviyordu... Sonunda tekrar birleştiklerinde, daha güzelleşti her şey. Daha
bağlılardı birbirlerine.
Mutlu
aile olmaya karar vermişlerdi, Poyraz "karanlık" işlerinden
vazgeçmişti, monoton bir hayat istiyorlardı, olaysız, sakin bir hayat. Gerçek
olabilir miydi? Onlar Ayşegül ile Poyraz'ken normal, olaysız bir günleri olur
muydu derken dünyanın en güzel Ayşegül’ü ve dünyanın en güzel Sinan'ı
kaçırıldı. Yine olayların tam göbeğinde bulmuşlardı kendilerini. Kaçırılma
sürecinden bana göre Ayşegül ve Sinan’ın Ayşegül Abla - Sinan ilişkisi
ilerledi. Ayşegül belki doğmamış bebeğini kaybetmişti, dünyanın en güzel Sinan'ı
onun oğlu değildi belki ama, ona gerçek annesinden bile daha çok annelik
etmişti. "Ben de seni benim oğlummuşsun gibi çok seviyorum." dediğinde
daha iyi anladık, Ayşegül’ün Sinan'ı nasıl sahiplendiğini. O zaman ilk defa
duygularının en derinlerine inmiştik... Korku dolu günler geçirdiler, ama
Poyraz sevdiği kadın ve oğlu için her şeye yapmaya hazırdı, istihbaratın
başkanını esir almıştı Ayşegül ve Sinan'ı kurtarmak için. İstediği gibi
gitmemişti her şey, seçim sunulmuştu Poyraza, zor da olsa oğlunu seçmişken,
Ayşegül’ü bırakmışlardı... Dünyanın en güzel Sinan'ı tehlikenin ortasında yapayalnızdı artık. O çok güçlü bir çocuktu, ilk defa kaçırılmamıştı sonuçta... Onu
esir alan adamlardan kaçmayı başarmıştı, tam kurtuldu derken babasına
kavuşacağı anda, Belgrad ormanın karanlık yolunda bir araba şiddetle çarptı dünyanın en güzel Sinan'ına. Herkes çok korkmuştu, Sinan ölecek miydi? Poyraz
kendinden geçmişti, Ayşegül korku içindeydi, Sinan onun gerçek oğlu değildi ama
hissetmişti, kötü bir şey olmuştu, anneler hep hissederler diyorlar ya, işte
Ayşegül de, Sinan'ın Ayşegül ablası
değildi artık, Ayşegül Anne'si olmuştu. Onu o kadar çok seviyordu ki, o korkuyu
gözlerinde okuduk, gördük.
Yazı devam ediyor...