Çok uzaklardan, kulağına aşina
gelen ses ile zaman tünelinin geçmiş seyrinde akıp giden yolculuğa
dalıverirsin. Bu tını, suya yazdığın yazıları fısıldar. Geçmişten gelir ve
buruk bir tebessüme sarılırsın. Aynı zamanda o nağme; hiç yaşa(ya)madığın ânda,
keşke ve pişmanlık duraklarında bekliyordur. Sonra bu rüyâ biter. Kendini âniden
şimdi ve gelecekteki zamana ışınlanmış olarak bulursun. Nesrin Sipahi’nin
sesinin alt bazı oluşturduğu dördüncü fragman da benim için bu anlamları ifade
ediyordu.
Beni bu rüyâya inandıracak olan
birçok sebepten en önemlisi; başroller arasındaki uyum. Özcan Deniz ile Aslı
Enver’in kimyalarının uyup, uymamasından yana hâlâ soru işaretleriyle doluyum. Erkek
başroldeki oyun tutukluğu nedeniyle partnerinin de performansını etkilediğini
düşünüyorum. Böylece iki oyuncu arasındaki uyumsuzluk da ekrana yansımış
oluyor. Ama geçtiğimiz günlerde yayınlanan dördüncü fragmanı ile birlikte, o
kum tanelerinin hissettirdiği sıcaklığa ulaşabileceğimi anladım. Fragmanda bize
yansıtılacak olan aşkı iliklerime kadar hissetmesem de, ufuktaki yeşil ışığın
göründüğünü söyleyebilirim.
İstanbullu Gelin oyuncu kadrosu
Özcan Deniz ve Aslı Enver, İstanbullu Gelin’in cast’ı söz konusu
olmadığı sıralarda birlikte film de çekti. Bu nedenle birbirlerine alışma ve
tanıma sürecinin kısa sürdüğünü düşünüyorum. “Daha önce çalışmadık. Bu proje
bizi bir araya getirdi, bundan dolayı birbirimize adapte olamadık.” gibi
nedenlerle de karşımıza çıkmayacaklarını sanıyorum. Böylece oyun alırken ve
kameraya oyunu verdiklerinde tedirginlik yaşamayacaklar. Set arkası ekibi ile
birlikte avantajlarını kâra dönüştürebileceklerine inanıyorum. Zeynep Günay Tan
ve Deniz Koloş’un yılların getirdiği, ortaklığın verdiği özgüvenle bu işi
alınlarının akıyla izleyiciye sunacaklardır. Keza Salih Bademci, İpek Bilgin ve birçok deneyimli ve büründüğü role kendilerini adapte
edebilen oyuncularla işleri daha bir kolaylaşacaktır.
Bir Seymen ile Bahar olabilir misiniz? :D
Tanıtımları ilk gördüğümüz ânda,
gözümüzün önüne Süreyya- Faruk değil de Asmalı
Konak’tan Bahar-Seymen Ağa çifti düşüyor. Background’a baktığımız zaman da,
aklımıza Özcan Deniz’in hemen her projesi beliriveriyor. Buna sebep olabilecek
neden olarak; Özcan Deniz’in zengin iş adamı, taşrada yetişen ve iyi bir eğitim
alarak kendini geliştiren köklü, aile geleneklerine bağlı olan kalıplardaki
adam rollerini canlandırdığından kaynaklanıyor. Yüz yılı aşkındır süregelen
sineması olan ve yaklaşık elli yıllık televizyon sürüverenine sahip bir ülkede,
aynı konu çerçevesinde geçen birçok yapım çekilip, yayınlanmıştır. Özgün
hikâyeye sahip olan dizi sayısı ve yayınlanma sürelerinin bir elin parmaklarını
geçmediğini düşünecek olursak; İstanbullu
Gelin’in hikâyesinin temeline indiğimizde varyetelerine rastlamamamız
imkânsız olarak gözüküyor.
Şu ânda yayınlanan dizilere
baktığımız zaman, hemen hepsi Kore yapımı dizi veya filmlerden telifli-telifsiz
alıntılarla karşımıza çıkmaktayken ve neredeyse çoğu, benzer konular dâhilinde
yer alırken İstanbullu Gelin’e bu
konuda haksızlık edeceğimizi düşünüyorum. Ülkemizdeki dizi piyasasında
senaryoya göre oyuncu seçimi yerine, oyuncunun isteği doğrultusunda hikâye
yazımı söz konusu olduğundan bu durumu yadırgamamak gerekiyor. Arzular ne
şekilde gelişiyorsa ortaya çıkan ürün de bu isteğe uygun oluyor. Tabii ki önümüze
çıkan düzenden memnun değilim; ama bu şekilde oluşan ortam
(sektörleşebildiğimizi düşünmüyorum) kısır bir döngüde yol aldığı sürece işleyiş
de böyle gelişecek.
Bütün bu nedenleri bir kenara
bırakacak olursam İstanbullu Gelin’i
izlememem için bir sebep yok. Diziyi takip etmek isteme nedenimi sağır sultan
bile bildiğinden, dört yıl içinde çekilen diğer yapımlara oranla farklı
duygular içerisindeyim. Buna Bursa’nın da bir katkısı olduğuna inanıyorum.
Aurasından da kaynaklı olarak büyülü bir dünyaya adım atmak istiyorum.
Tehlikeli, çok tehlikeli
Tanıtımlar izleyici o kanala, o
saate ve o yapıma çekmek için en büyük etkendir. Reji ve yapım ekibinin de bu
sebebi göz ardı edeceğini düşünmüyorum. Aksine emek ve gönüllerinden geçen
kurguları cömertçe harcadıklarını tahmin ediyorum. Bursa’nın tarih kokan arka
sokaklarında Süreyya ve Faruk’u izlemek benim için keyifli olacak. Aşka düşmemek
için inadınla savaşa giren Süreyya’ya ortamın büyülü atmosferi zemin hazırlayacak.
Faruk’un da bu aşktan vazgeçmemesiyle birlikte, Uludağ’ın yüce gönlünün içine
alınacaklar ve karın masumiyetine teslim olacaklar. Tabii ki bu kadarla
kalmayacak. İlk kararsızlığa düştüklerinde de aşklarını ateşin koruna armağan
edeceler. Süreyya ve Faruk pembe hayâller kurarken, İpek’in iktidar oyununa ve
bir bakışıyla ortalığı kasırgaya çevirecek olan anne de aşklarına engel teşkil
edecek. Bundan sonraki işleyişi ise 3 Mart’tan itibaren izleyici belirleyecek.
Ekran ömrü bol, şansı açık olsun.
Cuma akşamı Star Tv’de buluşmak dileğiyle…