Yazar yönetmen Kenneth
Lonergan'ın son filmi, Manchester by the Sea,
En iyi Film, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Özgün Senaryo gibi
dallar başta olmak üzere, toplam altı kategoride Oscar'a aday
gösterilen, acıklı bir eser. Bağımsız filmlerin gözde
isimleri, Casey Affleck ile Michelle Williams'ın rol aldığı film,
Boston'lu bir adamın hikayesini anlatıyor. Ağabeyinin ani ölümü
üzerine, uzun süre önce terk ettiği kasabaya dönen Lee Chandler
(Casey Affleck), yeğeni ve karanlık bir geçmiş paylaştığı
eski karısı Randi Chandler (Michelle Williams) ile ne yapacağını
bilemez bir şekilde, bir süre doğup büyüdüğü yerde kalmak
zorunda kalır. İki ünlü oyuncunun performansları son derece
başarılı olsa da, kanaatimce filmin yıldızı, hikayenin ağır
havasını biraz olsun kıran ve yeğen rolünde harikalar yaratan
Lucas Hedges'ti. Akademi üyeleri de bunun farkına varmış
olmalılar ki, 1996 doğumlu Hedges'i, En İyi Yardımcı Erkek
Oyuncu dalında Oscar'a aday göstermişler. Oyuncunun doğum yılını
ibret olsun diye yazdım, ona göre.
Landmark sinemasında
yapılan bir özel gösterime katılan Kenneth Lonergan, film
sırasında bileklerini kesme noktasına gelen seyircileri, söyleşi
sırasında sakin kişiliğiyle biraz olsun yatıştırıyor. Oscar
döneminde, bir gece olsun uyumadığını düşündüğüm Pete
Hammond'un moderatörlüğünü yaptığı söyleşi, filmin Sundance
Film Festivali'ni takiben, yürü ya kulum moduna girmesi konusuyla
açılıyor: Filmin bu kadar iyi yerlere geleceğini düşünüyor
muydun?
“Açıkçası hiçbir
fikrim yoktu. Sundance Film Festivali izleyicisinin onu seveceğini
düşünmüştüm ama diğer ödülleri açıkçası beklemiyordum.
Filmleri, ödül kazanmaktan ziyade, insanları birleştirmek ve
onlara dünyaya bakış açımdan bir parça göstermek için
yapıyorum. İzleyicilere, gerçek insan hikayeleri anlatmak
istiyorum.”
Pete Hammond, insan
hikayeleri anlattığı için kendisine izleyiciler adına teşekkür
ettiğinde, Kenneth Lonergan, “Neyse ki bunu yapmayı seviyorum, o
yüzden çok da dert değil. Rica ederim.” diyerek seyircileri
güldürüyor.
“Bu aralar yapılan
bağımsız filmlerin çoğunun içeriği bu aslında. Dikkatli
bakarsanız, insanların hala 'insan hikayeleri' dinlemek istediğini
fark edebilirsiniz.”
Yönetmene, filme nasıl
dahil olduğu sorulduğunda, bu fikrin, oyuncular Matt Damon
(Good Will Hunting, The Martian) ile John Krasinski'den (The
Office) çıktığını öğreniyoruz.
“Her şey, Matt'le
John'un bu hikayeyi yazmamı istemesiyle başladı. Zaman içinde,
Matt bunu benim yönetmemi istedi ve macera böyle başladı.
Aslında, başlangıçta, Matt Damon yönetecekti ve başrolde John
Krasinski yer alacaktı ama sonra John'un programı buna
elvermediğinde, Matt hem yönetip hem oynamaya karar verdi. Onun da
programı karışınca, benim yönetmemi istedi. Sonra da Matt'in
başrol için bile vakti olmadığını anladığımızda, rolü
Casey Affleck'e teklif ettik. Bizim sektörde gayet alışılageldik
bir durum. Filmi hazırlamak aylar sürer ve insanların programları
sürekli değişir, o yüzden bu tür değişikliklere açık olmak
gerekir.”
Matt Damon kendisine fikri
anlattığında, hikayeyi çok sevdiğini ve üzerinde bu kadar
duygusal yük taşıyan bir karakteri yazmanın çok ilgisini
çektiğini söyleyen yönetmen, daha önce hiç Boston'daki
Manchester kasabasına gitmemiş.
“Yazmadan önce,
Manchester'ı araştırmaya başladım çünkü yazma işinde bir
başımaydım. Damon ve Krasinski, senaryoyu salonuma bırakıp, iki
sene boyunca ortadan kayboldular. Gerçi Matt, yapımcı olarak
projede yer almaya devam etti ve filmin finanse edilmesini sağladı
ama çoğunlukla tek başımaydım. İnsanlar genellikle, 'konu seni
seçer, sen konuyu seçmezsin' derler ve buna bir noktada inanıyorum.
İlgi duyduğum bir sürü konu var ama bu konularda yazıp, film
yönetemiyorum. Bazen bu gibi hikayeler kucağınıza düşüyor, bir
bakıma sizi seçiyor.”
İlk taslak üzerinde
çalışırken, Casey Affleck'in karakterini oturtma aşamasında çok
daraldığını ve tamamını altı ayda bitirdiğini söyleyen
yönetmen, senaryoya girişmeden önce, arka plandaki hikayelerin
çoğunu yazdığını anlatıyor. Bu sırada, filmin harika oyuncu
kadrosundan söz açıldığında, Casey Affleck'in, senaryoyu alır
almaz, karakterin gelişimine büyük katkısı olduğunu
öğreniyoruz.
“Casey, senaryoyu
okuduğu andan itibaren, kendi karakteriyle ilgili bir sürü soru
sordu, hatta beni diğer karakterlerin davranışlarıyla ilgili
düşünmeye itti. Mesela, yeğenin neden bu kadar tepkisiz olduğunu
sorgulayarak, onu biraz daha geliştirmeme yol açtı. Bu süreç,
bir yıl kadar devam etti ve bunu yaparken ikimiz de iyi zaman
geçirdik çünkü Casey'nin soruları bitmiyordu ve bu da,
karakterler hakkında derinlemesine düşünmeme neden oldu.”
Aynı şekilde Michelle
Williams da karakteri için farklı saç modellerinin fotoğraflarını
çekip çekip yönetmene göndermiş ve karakterinin geçmişiyle
ilgili detaylı sorular sormuş. Söz konusu bağımsız filmler
olunca, tabii ki oyuncular da yönetmenle bu kadar derinlemesine
karakter analizi yapabiliyorlar.
Hikaye, Boston'un
Manchester bölgesinde geçiyor ve bunun ruhuna uygun olarak, film de
aynı bölgede çekilmiş. Yönetmen, bölgeyle ilgili ne kadar
araştırma yapıp, ne kadar bilgi edindiyse, orası hakkında
yazmaya da o kadar bağlanmış.
“Senaryo bittiğinde,
gerçekten de bu filmin başka bir yerde çekilemeyeceğine
inanmıştım. O bölgenin, kendine özgün bir karakteri vardı ve
bu da filmin tonunu, insanların davranışlarını etkiler
nitelikteydi. Kalp krizi geçirdiğinizde bile gideceğiniz farklı
hastaneler olduğunu, küçük detayları araştırmam sonucu
öğrendim ki bu da yazım sürecini oldukça etkiledi. Filmde geçen
lisenin müdürünü arayıp, okulla ilgili bir sürü soru sordum
mesela. Karakolu, itfaiyeyi aradım, bir yangın durumunda kiminle
görüşmem gerektiğini öğrendim. Yani hikayeyi gerçeğe en yakın
şekliyle yazmak için gerekli bütün araştırmayı yaptım. Bu
film de özünde, bu kasaba hakkında.”
Matt Damon ve Casey
Affleck'in Boston bölgesinden olmalarına rağmen, “bir halt
bilmediklerini” söyleyen yönetmen, kendisine yazar ve yönetmen
olarak güvendikleri için bu projeyi teslim ettiklerini belirtiyor.
“Matt olmasaydı, bu
filmi asla yapmazdım çünkü onun bana gerekli kontrolü vereceğini
ve işimi, yaratıcı anlamda koruyacağını biliyordum. Ona
güvendiğim için bu işe kalkıştım.”
Senaryonun başlarında,
Michelle Williams'ın canlandırdığı karakterin delirmesini
yazdığını ama bunun hikayede uzun süre barınmadığını
anlatan Lonergan, araştırmasını yaptıktan sonra karakterleri
biraz daha farklı yazdığını söylüyor.
“Bu iki karakterin
yaşadığı şey, akıl almaz bir acı. Aslında, çocukların
cenazesini yazıp çektik. Casey'nin karakteri, salonda takım
elbisesiyle otururken, cenazeye gitmeyi reddediyordu. Bununla
yüzleşemeyeceğini düşündüğü için gidemedi. Bu sahneyi
göstermekten çekindiğimden değil, aşırı olacağını
düşündüğüm için filmden çıkarmaya karar verdim. Filmin
tonunu belirlemek için, neyi gösterip, neyi göstermeyeceğinizi
belirlemeniz gerekir.”
Manchester by the Sea,
üzücü, iç burkan bir film ve Boston'lu koskoca adamları hüngür
hüngür ağlattığını gördüm ama aslında hikayesi son derece
evrensel ve bağımsız film dostu. Casey Affleck'in harika oyunculuk
çıkardığı film, kesinlikle izlemeye değer. Bu sene karşısında
LA LA Land ve Moonlight gibi nispeten daha “dişli” ve Oscar
dostu filmler olmasa, ödül anlamında çok daha iyi yerlere
gelebilirdi belki ama çıkmayan candan ümit kesilmez. “Manchester
by the Sea”ye ve yönetmeni Kenneth Lonergan'a 2017 Oscarlarında
bol şans diliyor, yönetmenin yeni işlerini merakla bekliyoruz.