Kiralık Aşk: Teşekkürler Meriç Acemi

Kiralık Aşk: Teşekkürler Meriç Acemi
Kiralık Aşk’a veda ettik geçtiğimiz haftalarda. Pek çok kişi gibi benim için de erken bir veda oldu bu. Senelerce izlemek, nevi şahsına münhasır seyirci kitlesiyle bölüm heyecanını paylaşmak, her Cuma hayattan 3 mutlu saat çalmaya devam etmek isterdim. Benim için çok çok özel bir iş olan dizime son bir teşekkür yazısı ile veda etmek istedim.
 
Başta Sevgili Elçin Sangu, Barış Arduç, Salih Bademci, Nergis Kumbasar, Onur Büyüktopçu, Levent Ülgen olmak üzere tüm oyuncu kadromuza kurgulanan dünyayı bu kadar gerçek hale getirdikleri için teşekkür ediyorum. Sevgili Elçin ve Barış benim kişisel dizi tarihimde gördüğüm en uyumlu çiftti. Efsane olabilecek pek çok çift geldi geçti ama Elçin-Barış çifti fiziksel uyumlarını, oyunculuklarının uyumuyla katmerleyince büyüleyici bir kimya ortaya çıktı. Onur Büyüktopçu’ya bu ikiliyi bir araya getirdiği için tekrar teşekkürler.
 
Ancak bu yazının asıl yazılma nedeni dizinin senaristi Meriç Acemi’ye teşekkür etmek. Çok fazla dizinin takipçisi olmuş biri değilim. Takipçisi olmak derken bölüm özetlerini, fragmanları yakından takip etmekten; dizinin özetini dahi izlemekten bahsediyorum. Yıllar sonra beni yeniden ekrana bağlayan bir dizi oldu Kiralık Aşk. Ve bunda Meriç Acemi’nin başarısı inkar edilemez bana göre. Çoğu kişi bunun farkında olmalı ki senarist ve izleyiciler arasında sağlam bir sevgi bağı oluştu. Genelde senaristlerin adı pek ön plana çıkmaz. Aksine beğenilmeyen gidişatın sorumlusu senarist olarak görülür, en çok o suçlanır, tepkileri göğüslemek ona düşer. Kiralık Aşk’ta da ara ara haklı eleştiriler yapılsa da ben ilk kez bir senaristin izleyici kitlesiyle tatlı bir iletişim içinde olduğunu, güzel mesajlarla TT listesine sokulduğunu, bu denli sevildiğini ve kalemine güvenildiğini gördüm. Bu güvenin altı boş değil kesinlikle. Madde madde Meriç Acemi’nin kalemini niye sevdiğimi anlatmak istedim ben de.
 
1) Senaristin entellektüel olması gerektiğinden bahsedilmişti. Kiralık Aşk’la birlikte bunun ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Çünkü dizimiz buram buram kültür kokuyordu. Bu dizide öyle şaşaalı yalılar, zengin hayatlar yoktu. Aksine mütevazı sayılabilecek Passionis’in kendi halinde patronlarını ve Defo’nun mahalle hayatını izledik. Ama şiir ve edebi cümleler İso’nun, Sadri Usta’nın, Ömer’in, Necmi’nin dilinden hiç eksik olmadı. Sadri Usta’nın ders niteliğinde sözleri, İso’yla sohbeti hep en sevilen sahnelerden oldu.
 
Böyle bakınca mahallede geçen bir dizi de edebiyatla dolu olabiliyormuş. Şu ana kadar mahalle dünyasını yalnızca sınıf atlamak isteyen, okumaz-yazmaz, entrikadan başka bir şey düşünmez karakterlerle donatanlar ilham alsalar keşke.
 
2) Kiralık Aşk’ta kitaplar diğer dizilerde olduğu gibi asla aksesuar olarak kullanılmadı. Dizide yer alan her kitap dizinin hikayesine bir şey kattı. “Birbirimize rastlamadan önceki hayatımız sahiden birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş.” Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan romanında yer alan bu cümlesi hikayenin temelini oluşturuyordu mesela. Albertine Kayıp de yine hikayenin hep içindeydi. Kitabın ne anlattığını soran Defne’ye Ömer cevabı şu olmuştu: “Terk edilen sevgiliyi. Adam aslında kızı çok sevmediğini, giderse daha da mutlu olacağını düşünüyor ama kız gidince(...) Geç de olsa anlıyor. Meğer kız tahminden ettiğinden çok daha büyük bir yer kaplıyormuş hayatında.” Terk eden Ömer, ayrı geçen bir yılda tam da bunları hissetmemiş miydi Defne ile ilgili?
 
Sevdiği adamı beklerken elinde Albertine Kayıp ile uyuyakalmış bir esas kız izledik mesela. Karakterlerimiz o kitapları okumakla kalmadı üzerine düşündü, yorum yaptı. Hediye olarak birbirlerine kitap alan, yolu sahaflara düşen sevgililer izledik. Kitaptan daha güzel hediye olabilir mi?
 
Evde başbaşa kitap okuyan sevgilileri izledik bu dizide. Milena’ya Mektuplar’ı okuyan Defne ile Ömer sahnesi şu ana kadar gördüğüm en romantik sahnelerden bile daha güzel bir sahneydi benim için.
 
3) Masallarda maddiyat hiçbir zaman önemli olmamıştır. Külkedisi prense zengin olduğu için aşık olmaz. Külkedisinin aksine zengin bir hayat için prensi gözlerine kestiren üzey kızkardeşleri ise umduklarını bulamaz. Çünkü masallarda mutlu sonlar saf mutluluğun ve gerçek aşkın peşinde olanlar içindir.
 
Meriç Acemi parada pulda gözü olmayan bir prenses yarattı: Defne Topal. Ve abartıdan uzak yaşayan, kapıyı kapattıklarında gerçek olacak bir şey arayan bir prens: Ömer İplikçi.
 
Hiçbir zaman pahalı hediyelerle gözleri parlayan esas kızları ve aklına hediye olarak ilk mücevher gelen esas oğlanları içselleştirememiştim. Ya da esas oğlanın villasına gidince zenginlikten gözleri kamaşan esas kızları. Oysa Defne bambaşkaydı. Dağ evini, kırmızı kapılı -onun deyimiyle şıkır şıkır- evden daha çok sevmişti. Çünkü şehirden uzakta olan bu ev ona Ömer’in sıcak tarafını anımsatıyordu. O yalnız Ömer’in olduğu küçük mutlu bir dünyanın hayalini kuruyordu. Ömer bambaşkaydı. Her şeyin Defne’ye benzemesini isteyecek kadar aşık, “Sen ev sahibi sayılırsın.” diyecek kadar zarifti. Bu gözler “Al, bunlar da evin anahtarları.” diyenleri de gördü sonuçta.
 
Ömer’in mahallede yaşadığını hayal eden, bir çift babetle mutlu olan Defne ve Defne’ye hediye olarak verdiği kalem setinin üzerine Defne yaprağı iliştirerecek kadar ince düşünen Ömer…
 
Ömer’e doğum gününde Gurur ve Önyargı’nın 1951 basımını hediye edebilmek için Sabo’nun raflarını temizleyen Defne ve Defne’nin verdiği emeğin çok değerli olduğunun farkında olan, daha sonraları Albertine Kayıp’ı bulmak için kendisi de sahaflarda kaybolan Ömer…
 
O kadar güzeller, o kadar zarifler ki. Yıllar sonra masal prensesine ve prensine kavuştuğumu düşündürttüler bana.
4) Yine masal olduğundan olsa gerek bu dizide ne intikam almak isteyen nefret dolu sevgililer gördük ne de büyük entrikalar. Pek çok kişi kendisine söylenen kiralık aşk yalanını öğrenen Ömer’in; Defne’den intikam alacağını, belki de intikam için evlilik oyunu başlatacağını düşünüyordu. Oysa Ömer diğer dizi karakterleriyle kıyaslanamayacak kadar ilkeli ve dürüst bir adamdı. İntikam almaz ders verirdi. Tam da Ömer’den beklenecebilecek şekilde davrandı. Acısını ve öfkesini uzakta yaşamayı tercih etti. Nefret dolu cümleler saf etmeyen veya birbirlerini ağır ithamlarla kırmayan bir çift izlemiş olduk biz de böylece.
 
5) İso-Defne arkadaşlığı… Üzerine saatlerce konuşulabilecek herkesin imrendiği bir dostluk izledik. Dizilerde bir kadın ve erkeğin yakın arkadaş olamamasına, herkesin esas kıza aşık olma durumunun kanun sayılmasına o kadar alışmışım ki ilk 3 bölüm kesin İso da aşık çıkacak Defne’ye diye kara kara düşündüğümü hatırlıyorum. O zamanlar Meriç Acemi’nin kaleminin farklı olduğunu bilmiyordum. İso ve Defne’nin dedikodudan uzak, başkaları hakkında atıp tutmadan, entika düşünmeden,hissettiklerini anlatarak bazen de susarak kurdukları iletişim çok kıymetliydi. Birbirlerine çok güzel tavsiyelerde bulundular, destek oldular. 
 
Bir diğer önemli nokta da İso’nun Defne’nin kararlarına, isteklerine birey olarak, kadın olarak saygı göstermesiydi. “Bu mahallemize yakışmaz.”, Millet ne der?”, “Şöyle konuşurlar.” gibi cümlelere o kadar alışmışız ki doğru bildikleri yolda birbirlerini bahane bulmadan destekleyen, arkadaşlığın bazen kan bağından daha önemli olabileceğini gösteren Defocik ve İso bu nedenle benim için hep çok özel kalacaklar.
 
6) Serdar, Serdar, Serdar… Kendisi dizinin en vurdumduymaz en bencil karakteri olabilir. Ailenin tüm yükünü erken yaşta Defne’nin sırtına yıkmış Serdar olan 2.sezonda da bencilliğinden ödün vermedi. Ama tüm bu özelliklerine rağmen Serdar da özel bir karakterdi. Daha doğrusu TV tarihinde milat sayılabilecek bir ağabey profili çizdi. Serdar’ın Defne’nin aşık olmasına verdiği tepkiden beri keşke böyle ağabeyler kurgu karakterler olarak kalmasa gerçek hayatta da karşımıza çıksa diye düşünüyorum.
 
Defne’nin kafası karışık, yorgun halini gören Serdar bu durumu Defne’nin aşık olmasına bağlayıp şunları söylemişti: “Aşk iyidir, yaşadığını hissettir adama. O aşk içinden çıkıp gitse şimdi bomboş kalırsın. O zaman sıkıntı asıl. Sen yat, kalk, şükret. Şu dünyada aşık olmadan ölen insanlar var. Seni üzen olursa bir telefonun yeter. Ben buralardayım. Sarılmak, konuşmak istersen…”
 
Aşkı takdir etmek, tadını çıkar ama üzüldüğünde seni sarıp sarmalayacak bir ağabeyin var demek… Daha güzel destek olunamazdı. Sevgi, aşk gibi kavramlarla ilgili aile içinde konuşmaktan çekinilir genelde, ağabeyler kız kardeşlerine yasaklar koyarlar sanki aşkı geldiği gibi yaşamak büyük bir hataymış gibi. Televizyonda da milyonlarca benzer yasakçı ağabey profili izlemişizdir. Kim derdi ki Serdar bu konuda pek çok ağabeyden daha olgun, daha anlayışlı olacak? Özellikle ilk sezonda çok doğru bir tutum sergiledi Serdar.Ne Defne’nin eve dönüş saatine karıştı, ne Ömer’le geçirdiği zamana. Kız kardeşinin sevdiği adamla mutlu olmasından mutlu oldu. Defne’nin özel hayatına saygı duydu. Olması gereken de bu değil mi zaten?
 
7) Hastane, hapishane, silah sahneleri olmadan 69 bölüm yazmak büyük bir başarı bana göre. Hayat zaten yeteri kadar zorken insanı germekten başka bir işe yaramayan bu klişeler olmadan da dizi keyifle izlenebiliyormuş. 
 
8) Dizinin sosyal sorumluluk projeleri ayağı dışında gündeme dair sosyal mesajlar içermesi çok değerliydi benim için. Kadınlar istedikleri saatte dışarı çıkabilirler mesajı, baklava, yapılan köpek evleri, “Bir erkek olarak sus.” ilk aklıma gelenler.
 
Ben Kiralık Aşk’ın yarattığı etkiyi sahip olduğu dinamiklere bağlıyorum. İyi insanların yaşadığı, pek çok zorlukla mücadele edilse de her zaman iyiliğin kazandığı bir dünya sundu KA bizlere. Dürüstlüğe, etik olmaya, emek vermenin önemine bu kadar fazla vurgu yapılan bir dizi hatırlamıyorum. Biz bu değerlere daha çok önem verildiği zamana özlem duyuyoruz gibi geliyor bana.
 
Final bölümünde Defne anneannesiyle konuşmak için eve döndüğünde mahallede tüm sevdikleri, arkadaşları, aile üyeleri onu bekliyordu. Bu sahne bana, sev kardeşim şarkısı eşliğinde ele ele verip kimi zaman yeni bir eve taşınan kimi zaman pazarda sebze meyve satan, birbirlerini sevmekten hiçbir zaman vazgeçmeyen, küçük şeylerle mutlu olan Yeşilçam ailelerini hatırlattı. Yeşilçam hikayeleri de bir çeşit peri masalları aslında. 69 hafta boyunca bir masalın içinde kaybolmak çok büyük keyifti. Meriç Acemi’nin bizlere teşekkür ettiği gibi ben de kendisine teşekkür etmek istiyorum: Bu rüya, bu masal için çok teşekkürler…
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER